Duygudurum: Mac Demarco - Five Easy Hot Dogs

Yazı: Seray Soylu

Ele avuca sığmaz yeteneğiyle milyonlarca dinleyiciye ulaşan Kanadalı söz yazarı, multi enstrümantalist ve prodüktör -kendi tabiriyle “jizz jazz” sanatçısı- Mac DeMarco; altıncı stüdyo albümü Five Easy Hot Dogs ile eteğindeki taşları takıp takıştırıyor.  

Müzisyenin kariyeri, ikinci albümü 2’nun yakaladığı başarıyla dallanıp budaklanmaya başlamıştı. Etki alanını genişleten önemli faktörlerden biri, kişisel çıkmazlarını içtenlikle paylaşma cesareti göstermesi; mesela Salad Days’te ergenliğin, kabuğu bir türlü soyulamayan yaralarından bahsederken, Another Love’da kalp kırıklıklarından sızan ışıkları farklı açılarla sunuyordu. 

Takip eden zamanda şarkıları popülerleşse de iz bıraktığı yollardan akmayı reddederek, dinleyicilerine hâlâ, “yeni keşfettikleri parlak sanatçı” izlenimini vermeye devam ediyor. Bu kez kendi plak şirketi Mac’s Record Label etiketli enstrümantal albümü Five Easy Hot Dogs ile yolda olmanın yarattığı kasvetli, bitkin ve umutlu hâlden besleniyor.  

13 parçalık koleksiyon, Los Angeles’tan Utah’a uzanan bir yolculuğun hikâyesi. Şarkılar, kaydedildiği şehrin ismini alıyor ve kronolojik olarak sıralanıyor. Her biri başka şehirlerin şahidi olsa da ayrımları o kadar net değil. Parçaların birbiri üzerine yığılması, kafamızı cama yasladığımız bu kuruntulu bilinmezliğin bir temsili gibi. Kayıtların sonunda duyduğumuz koltuk gıcırtısı ve derin nefesler ise öykünün resimli sayfaları… Şehirler arası bir sıkışmışlığın günlüğü de diyebiliriz Five Easy Hot Dogs için.

“Bazı şehirleri biliyordum, bazılarına aşina değildim, bazılarında ise uzun bir süre kaldım. Şehri tanıyana kadar dolanıp durdum. Aklımda hiçbir plan yoktu, sadece kaydetmeye başladım.” diyor Mac DeMarco. Çocukken ailesiyle tatile bile gitmeyen biri olduğu için şehrin gürültüsüyle savruluyor aslında. Mesela New York’un insanı kandıran meşguliyetinden sıkılıp Utah’a gitmiş ve kimsenin olmadığı bir kulübede sadece bir gün dayanabilmiş. Bazen karda mahsur kalmış, bazen saatlerce Moody Blues dinlemiş. Detaylarında kaybolmaya davet eden albümün his haritasını çıkardık.

Dörtten geriye sayarak başlayan albümün ilk parçası, California’nın bir köyünün adını taşıyor: “Gualala”. Akustik gitar titreşimleri kırsalın tozu toprağını anımsatırken, metalik plink sesleri ise varlığından bile emin olmadığımız bir “ev”i düşündürüyor. Başka bir kıyıda geçen “Crescent City”nin, bir sahil kasabası hissinin aksine iç gıcıklayan bir gerilimi var. Lo-fi estetiğine kapılıp yola dalmıyor gözümüz, müzik hikâyesini terk etmiyor. Yavaş yavaş şehre iniyor, Oregon’un en büyük kenti “Portland”a geliyoruz. Parçadaki ritme oturmayan yabancı sesler; şehrin çarpık kentleşmesini temsil ediyor gibi. İkinci yarıda, yine uyumsuz bir pan flüt sesi ve elektronik melodiler eşlik ediyor kentin üstenci gölgesine. 

Kanada’nın kozmopolit metropolü “Vancouver”, Mac DeMarco’yu en uzun süre misafir eden şehir. Görece huzurlu bir süreç geçirmiş olacak ki parmak şıklatan bir ritme kapılıp gitmiş. Şehrin insanı eritip bitirdiğini, ihmal ettiği kimlikleri ve bir türlü kucaklayamadığı yurtsuzluk hissini de vurguluyor bir yandan. “Edmonton”, biraz Daft Punk’ı andıran elektronik seslerle süsleniyor. “Chicago” ise tabii ki albümün görece neşeli bir parçası; yolculuğun en çiçekli dönemini, müzikal anlamdaki en kalabalık kaosu temsil ediyor. Nefes nefese kaldığımız yolculuğun son parçası, minicik bir ilçe: “Rockaway”. O kadar âni bitiyor ki “Geldik mi?” bile dedirtmiyor. Aslında yolculuk Mac DeMarco’nun Coachella’ya gitmesiyle bitse de son şarkı bu minik kasabanın meyvesi.   

Five Easy Hot Dogs; kapağındaki yıkık dökük, çalılık yer fotoğrafıyla yersiz yurtsuz melodilerini dinleyicilerine sahiplendirmiş iması yapıyor gibi. Belli ki bu bir yol albümü değil; bir türlü yola çıkamayanların, ne ara yola çıktığını bilmeyenlerin, gideceği yeri kaçıranların albümü.