Duygudurum: Ty Segall - “Hello, Hi”

Çoğunlukla fırtınalı müziklerle karşımıza çıkar Ty Segall. Çalarken kendini terlettiği gibi dinleyicileri de oturduğu yerde hararetlendirir. 22 Temmuz’da Drag City etiketiyle yayımladığı son işi “Hello, Hi” ise ters köşeden vuruyor.

Garage rock’ın 2010’ların başındaki geri dönüşünde önemli bir rolü olan müzisyen, türün sınırlarını genişletmekle kalmadı; kural olarak tanımlananlarına da karşı çıkmaya başladı. Bu süreç onu huzursuz etmiş olacak ki son çıktıları giderek daha “epizodik” hâle geldi. Mesela 2019’daki First Taste, kasıtlı bir biçimde gitarsız olarak yazılıp kaydedilmişti. 2021’de çıkan Harmonizer ise müzik endüstrisinin içindeki ticari bataklığı proggy synth çizgisiyle bölmüştü. Ty Segall, genellikle adını spesifik bir türle andığımız biri olmasına rağmen, tüm bu kırılımlar sebebiyle, şapkasından ne zaman ne çıkaracağını tahmin etmenin mümkün olmadığı bir müzik insanı.

Siyah beyaz kapak görseliyle daha dinlemeden dramatik atmosferinin içine hızlıca çeken yeni koleksiyon, Segall’ın duygularının aracısı olan gitarına yeniden sarıldığı bir kavuşmanın dinletisi sanki. Kayıt boyunca vokallere bazen dingin, bazen de çatışmalı bir gitar sesi eşlik ediyor. Aslında ilk üretimlerinden beri aşinaydık bu sese fakat hiç bu kadar yanı başımızda hissetmemiştik. 

Albüm, ismi gibi nazik bir selamlaşmayla açılıyor: “Günaydın, hanımefendi”

İlk kez Ty Segall dinliyor olsanız bile albümün ilk cümleleri ve dinlendirici koroları, uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızla aynı masada oturmuşsunuz gibi hissettiriyor; rahat ama hafif bir tedirginlik var, özlemişsiniz ama bir şeylerin değiştiğinin de farkındasınız. 

“Cement”, ilk şarkıyı andıran bir yapıya sahip fakat bir yandan da albümün tetikleyici noktalarına hazırlıyor gibi. Mesela “Over” ile güvenli alanımızdan çıktık bile; indie pop esintileri duyuyoruz. Uzunçalara adını veren “Hello, Hi” parçasının, müzisyenin önceki işlerine kıyasla dinleyiciyi huzursuz eden bir politik kaygısı yok. Aksine, orta temposu ve Segall’ın tek başına kocaman bir koroya dönüştüğü anlar sayesinde kafa karıştırmayan bir sadeliği var. Kaydın kalanına dair doğru beklentileri oluşturduğu ve dinleyici yarı yolda bırakmadığı söylenebilir.

“Looking at You”, koleksiyonun romantikliğine dair bir nokta atışı; insanı heyecanlandıran gözlere bakmanın hissi ancak bu kadar çabasız anlatılabilirdi. Aslında Segall’ın istediği tek şey bu çabasızlığın getirdiği dürüstlük. Californialı kolektif The Mantles’ın 2009 çıkışlı ilk albümünde yer alan “Don’t Lie”, Ty Segall perspektifiyle bambaşka bir deneyim vadediyor. Koleksiyonun başından beri hissettirdiği her şeyin gerçek olmasını istiyor ve tekrarlıyor müzisyen: “Lütfen yalan söyleme”. İşin aslını bilmek belki iyileştirmeyecek ama kafamızı da karıştırmayacak çünkü hayatta olmayı hissetmenin tek yolu bu: Gerçeklik. 

Upuzun bir şarkı gibi, uyumlu ve kışkırtıcı bir koleksiyon

“Saturday Pt. 2”, sözlerinde olduğu gibi “okyanusa su getirmek” kadar yoğun ve ağır bir eylemi andırıyor. Müthiş nefesli solosuyla koleksiyon boyunca beklediğimiz o çığlığı atmanın fırsatını yakalıyoruz. Son halka, albümün en tamamlayıcı parçası “Distraction”. Özellikle finale doğru duyulan ritimlerle ilk kısma bağlanmamızı sağlayan ve albümü tek bir şarkıymış gibi tınlayan bir dokunuş. 

Sadece hissettiğini hissettirmeyi amaçlayan Ty Segall, “Hello, Hi” boyunca hem arzuladığı hem de vadettiği gerçekliği sorgulatmanın peşinde. Akustik yaklaşımı da herkesin yaptığı gibi değil; uslu bir gitara şaşırtıcı bir enstrümantasyon ve farklı türde ritimler eşlik ediyor. Özetle Ty Segall, yine duyguların yapısına yakışan bir kompozisyon inşa etmeyi başarmış. 

Yazı: Seray Soylu