Emin Alper ile “Alef” üzerine

BluTV’nin uzun zamandır merakla beklenen yeni dizisi Alef’in ilk iki bölümü yayımlandı. Dizinin yönetmen koltuğunda oturan, Tepenin Ardı, Abluka ve Kız Kardeşler gibi bol ödüllü filmlerle tanıdığımız Emin Alper’e dizinin dünyasından sahip olduğu alt metinlere, reji tercihlerinden özgürlük alanına kadar merak ettiğimiz her şeyi sorduk.

Röportaj: Melikşah Altuntaş

Alef projesine hangi noktada dahil oldun ve ilk bölümün izleyici karşısına çıkmasına uzanan süreç yaklaşık ne kadar sürdü?

Bu projeden bana söz eden ilk kişi hikâyeyi yazan Emre Kayış’tı. Kendisiyle 2016 yılında IF’in düzenlediği Sundance Film Lab’de tanışmış, ardından da arkadaş olmuştuk. O zaman bana kafasındaki projeden bahsetmiş ve hatta ilk bölümü okutmuştu. Aradan birkaç sene geçtikten sonra bir gün Emre aradı. Yanılmıyorsam 2018 yazıydı. BluTV’nin ve May Yapım’ın projeyle ilgilendiğini söyledi ve projeyi çekmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Uzun süredir bir dizi çekmek fikri kafamda dolanıyordu. Emre’ye de güveniyordum. İhtiyatlı bir biçimde evet dedim. Sonra yapımcılarımız Alihan Yalçındağ, Mehmet Altıoklar ve Yaman Birman’la tanıştım. Senaryonun yazım sürecine dışarıdan belli ölçüde müdahil olmak, yapım koşulları ve estetik tercihlerim konusunda belli garantiler almak koşuluyla kabul ettim. Sağolsun yapımcılarımız bu konuda zaten bana çok güvendiler ve tercihlerimin hep arkasında durdular. Haziran 2019 gibi senaryo bitti. Neredeyse o tarihten bu yana da yoğun bir biçimde çalışarak süreci nihayete erdirdik. 

Ulusal ve uluslararası başarılar kazanmış üç önemli sinema filminin ardından, ilk kez bir dizi projesinde yönetmenlik yapmak ve kendi yazmadığın bir senaryoyu çekmek nasıl bir tecrübeydi?

Malum “dizi” son yılların patlayan janr ve endüstrisi. Gerçekten çok kaliteli ve hayranlık uyandırıcı işler yapılıyor dünyada. Nitekim ABD’de ve Avrupa’da bağımsız film yapan pek çok yönetmen de kendilerini iyi ifade edeceklerini düşündükleri dizilerde yönetmen koltuğuna geçiyor. Ben de bir süredir senaryosunu seveceğim bir dizide yönetmenlik yapabileceğimi düşünüyordum. Böyle bir proje gelince de harekete geçtim. Burada benim için en dikkate değer zorlama, senaryosu bana ait olmayan bir işi çekmekti. Benim için o kadar ayrılmaz şeylerdi ki senaryo yazma ve çekme, bu ikisini nasıl ayıracağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Nitekim tam da bu yüzden senaryo yazımı sürecine eşlik etmek istedim. Emre bölümleri yazdıkça hep birlikte uzun uzun tartıştık, Emre’ye feedbackler verdik. Ben bazen küçük küçük bölümler yazıp Emre’ye gönderdim. Bu süreç zarfında da senaryoyu sindirecek zamanı buldum. 

Büyük dijital platformlarda işlerin görüntü tercihlerinden kurgusuna, müziğinden oyuncu seçimine pek çok kararın şirketler tarafından alındığı örnekler duyuyoruz. Sen tüm bu süreçlerde ne kadar söz sahibiydin? 

Galiba bu konuda mümkün olan en geniş özgürlüğü yaşadım. Mümkün olan diyorum çünkü ortada bu kadar ciddî bir mali yatırım söz konusu iken tümüyle özgür olmanız mümkün değil. Kanalların belli konularda son sözü söylemesi bir kural. Bu anlamda tabii ki kendi filmlerimdeki kadar özgür değildim. Ancak estetik tercihler, film dili, kimi sahnelerdeki prodüksiyon koşulları konusunda May Yapım elinden geldiğince benim arkamda durdu ve bu nedenle istediklerimin önemli bir kısmını yapabildim. Tabi bu konuda maddî imkânsızlıklar da tıpkı kendi filmlerimde olduğu gibi beni sınırlamaya devam etti. Kuşkusuz bu hayatımda giriştiğim en pahalı prodüksiyondu, ama hep içimden “keşke şunları da yapabilseydim” deyip durdum. Sonuçta bizim kanallarımızın ve şirketlerimizin de finansal olanakları belli.

Alef, gerçekten de Türkiye’de üretilen diziler arasında hem reji, hem de senaryo anlamında ayrıksı bir noktada duruyor. Daha çok oyuncu yakın planlarına alışkın yerli dizi izleyicisini, bolca geniş planlar karşılıyor dizide örneğin. Ya da yaratılan atmosfer, çoğunlukla hikâyenin de karakterlerin de önünde duruyor. Bu tercihler, yapımcı ya da yayıncı tarafından riskli bulundu mu? Yönetmen olarak ne kadar özgür bir alanın vardı?

Dediğim gibi yapımcılarımız olan May Yapım bu konuda beni tümüyle özgür bıraktı. Bana bu kadar güvendikleri için kendilerine müteşekkirim. Gerçekten de tek bir sahnede bile “Şunu da şöyle mi çeksen acaba” demediler. Sadece pahalıya mal olacak sahnelerde sınırlarımızı katı bir şekilde hatırlattılar (güler). Fakat işin kurgu aşamasında kanallardan söylediğin yönde tepkiler geldi. Özellikle yakın planların eksikliği ve her tarafa müzik döşeme konusunda belli baskıları göğüslemek durumunda kaldım, hâlâ da kalıyorum. Yine bu konuda yapımcılarımdan bol destek görüyorum çok şükür. Tabi son olarak şunu da söylemeliyim: Ben bir dizi çektiğimin farkındaydım. Keza Emre de bir dizi yazdığının farkındaydı. Dolayısıyla kendi filmlerimizde yanına bile uğramayacağımız kimi klişeleri kullandık dizide. Sonuçta bu bir janr işi ve her janrın kendine özgü klişeleri var. Biz de tamamen kendi rızamızla bunlardan bazılarını kullandık (güler).

Tüm dünyada ana akım ya da arthouse sinemanın önde gelen yönetmenlerinin çoğunlukla da dijital platformlara hazırlanmış dizilerle de karşımıza çıkıyor oluşunu nasıl değerlendiriyorsun? Seni de içine katarak bu yönetmenlerin başka bir medium’da, farklı bir anlatım dili yaratabildiğini düşünüyor musun?

Son yıllarda dünyada dizi izleyicisinin kalitesi gerçekten arttı. Artık sadece hikâyenin sürükleyiciliği, entrikalar ya da heyecanla ilgilenmiyor dizi seyircisi. Hikâyenin derinliği, karakterler ve filmin estetiği için izleniyor pek çok dizi. Bunun benim için en son örneklerinden biri The Outsider. Dizinin konusu ve hikâyesi bana kalırsa hiç ilginç değildi. Ama çok dikkate değer bir rejisi vardı. Ben de bütün diziyi tümüyle rejisel tercihleri nedeniyle izledim. Dizi uzun ve genel planlar ve plan-sekanslarla dolu. Bir gerilim dizisi için inanılmaz bir cesaret. Dizinin IMDB notuna baktığım zaman çok şaşırdım. Seyircinin bu cesur kararları onayladığını fark ettim. Kısacası artık pek çok yönetmen dizi sektöründe de arzuladığı estetik seviyeyi yakalayabileceğini görüyor. Artık açı-karşı açılı, radyo oyunundan hallice diziler tarihe karıştı. Sektöre yaratıcı yönetmenler girdikçe de dizilerin estetik kalitesi daha da artıyor. 

Alef’in önemli bir kısmının puslu, yağmurlu hava şartlarında çekilmiş olması, gece sahnelerinin çoğunlukta olması ve bazı başka reji tercihleri diziyi tüm dünyada büyük beğeni toplayan İskandinav polisiye dizilerine epey yaklaştırmış. Sen böyle bir benzerlik ya da referansla ilgilendin mi? Dünyadan severek izlediğin, Alef için ilham veren diziler var mı?

Evet, ilgilendim. Amacımız dünyada üretilen önde gelen polisiye dizilerin estetik seviyesinin gerisine düşmeyen bir şeyler yapmaktı. İskandinav polisiyeleri de bu anlamda referanslarımızdan birisiydi. Köprü benim en çok sevdiğim dizilerden birisidir örneğin. Başka rol modellerimiz de vardı tabii ki. David Fincher hem filmleri hem de dizileriyle bana ilham verdi.

Alef heyecan verici bir polisiye hikâye takibi dışında Türkiye’deki öteki kimlikleri, cinsiyet eşitsizliği, güç ve iktidarın altındakilerle kurduğu ilişkiye dair de keskin cümleler kurmaya özen gösteriyor. Hikâyenin merkezindeki seri cinayetlerin simgelediği şeyler hakkında, diziye dair açık vermeden neler söylemek istersin? 

Senaryonun benim için en cazip taraflarından biri politik alt metinleriydi. Hem ara ara laf sokuşturarak hem de filmin genel hikâyesiyle bu topraklara dair elinden geldiğince bir şeyler söylemeye çalışan bir metin. Spoiler vermeden dizinin en temel dertlerinden birinin bu toprakların barındırdığı entelektüel ve kültürel zenginliklerin yıllar boyu iktidarlar tarafından acımasızca bastırılmasına dair sessiz bir protesto olduğunu söyleyebilirim.

Alef’in dünyasına giriş yaptığımız ilk bölüm boyunca, tek bir telsiz anonsu dışında hiçbir kadın sesi duymuyor oluşumuz hakkında ne düşünüyorsun? 

Dizide erkek dünyasının hâkim olduğu doğru. İki erkek polis tercihini yapınca bir kere her şeyden önce dizi bir erkek dizisine dönüşüyor. Bugünlerde dünyada çok yapıldığı gibi polislerden biri kadın olabilirdi. Fakat Türkiye bağlamı söz konusu olunca komiserlerden birini kadın yapmak bizzat bu durumu dizi içinde bir konu ve sorunsal haline getirmeden pek mümkün olmuyor. Nitekim Şahsiyet tam da bunu yaptı. Aynı şeyi tekrarlamaktan kaçmak istemiş olabilir Emre. Kısacası bu konuda tercih senaristimizindi.  

Dizinin sonraki sezonlarıyla ilgili bir planın var mı? Ya da seni bundan sonra sinema filmlerin dışında başka dizi projelerinde de yönetmen koltuğunda görür müyüz? 

Şu an önceliğim kendi filmimi yapmak. Sonrasını bilemiyorum. Ama dizinin beni çok yorduğunu söyleyebilirim. Yaparsam da en fazla birkaç bölüm çekerim.