Cannes günlükleri -6
Ana yarışma filmlerinin birbiri ardına sürdüğü ve hayalkırıklıklarının had safhaya yükseldiği şu günlerde hala festivalin yıldızına dönüşen bir film çıkmış değil. Şimdilik hala Carol, Son of Saul ve The Lobster’ın yüksek sıralarda yer aldığı ana yarışmada bugün festivalin en merak ettiğim üç filminden biri olan “Louder Than Bombs” ile Stephane Brize’nin “Measure of A Man”i prömiyer yaptı.
Yazı: Melikşah Altuntaş
Reprise ve Oslo, 31.August gibi iki çok büyük filmden sonra Norveç sinemasının en yetenekli genç yönetmenleri arasında zirveye oturan Joachim Trier’in İngilizce çektiği ilk film olan Louder Than Bombs, Trier-Eskil Vogt ikilisinin favori temalarından kayıp, ölüm ve geride bırakma üzerine yine epey etkileyici bir film. Festivalde bu yıl İngilizce film çeken bir diğer yönetmen Yorgos Lanthimos gibi Trier de daha anaakıma hitap etme kaygısı nedeniyle, sinemasının özündeki çok katmanlılığı yer yer ıskalayıp, kimi basit senaryo hamlelerinden medet umsa da, bir şekilde yolunu buluyor. Trier’in filmlerindeki karamsarlığın İngilizce’den daha çok yakıştığı dil kesinlikle Norveççeymiş, bunu anladık. Ancak yine de önceki filmlerinden aşina olduğumuz edebi ama gerçek monolog ve diyaloglar ile kırılgan ümitsizlik baki. Bu da kemik kitlesi için yeterli.
Günün bir diğer prömiyeri ise Vincent London’ın performansına önemli ölçüde yaslanan Brize filmi “La loi du marche / Measure of A Man”di. Açıkçası geçtiğimiz yılın Altın Palmiye adayı “Two Days, One Night”ın erkek başrollü bir versiyonu gibi ilerleyen film, pek şaşırtıcı ya da heyecan verici sayılmaz ama her karanlık işçi sınıfı draması gibi “La loi…” da sadece bu özelliği nedeniyle bir tık daha fazla övüleceğe benziyor… Bu arada Lumiere’in kapısında film ekiplerini karşılayan selfie düşmanı artistik direktör Thierry Framaux’yu ittire ittire selfie çeken kalabalıklar da ayrı bir komedi malzemesi, “La loi…”da da başına geldi… Son olarak filmden daha etkileyici olan şeyse kapanış jeneriği itibari ile başlayan ve 17-18 dakika süren alkışlardı. Öyle ki başrol oyuncu ve Fransızlar’ın sweetheart’ı Vincent Lindon gözyaşlarına hakim olamadı. Biraz duygu yüklü bir anda…
Günü kapatırken 00.30 seansındaki Hong Won-Chen korku-gerilimi “Office” de Lumiere’i dolduran 2.300 smokin ve abiyeliyi zıp zıp zıplatarak hepimizi rezil rüsva etti. Çok matah bir film olmamakla birlikte tüm gergin arthouse’ların arasında ilaç gibi geldi “Office” ve pek eğlendirdi.
Festivalde yarın neler izleyeceğiz?
Bugün Sicario ve Marguirete et Julien’in prömiyerlerini kaçırarak güne başlamış olmam, yarınki “Youth” heyecanımı gölgelemiyor… Büyük gün yarın! Sorrentino’nun filmi sevilirse bu zayıf yılda Altın Palmiye’ye ulaşması işten bile değil.