Bant Mag. No:38'den // Istırap, kentsel dönüşüm ve bizim çocuklar: Çekmeköy Underground
Belgesel filmleriyle tanıdığımız yönetmen Aysim Türkmen’in ilk uzun metrajlı filmi Çekmeköy Underground’un bu ay gösterime girmesini bahane ederek, Türkmen’e filme dair merak ettiklerimizi sorduk…
Röp: Melikşah Altuntaş
Belgesel kökenli bir sinemacı olduğunuzu bilen ve şehrin antropolojisini didikleyen işlerinize vakıf seyirciler için ilk uzun metrajlı kurmaca filminiz Çekmeköy Underground’a da yine buralardan yaklaşma eğilimi taşıyor insan. Filmin fikri ortaya çıkarken de kentsel dönüşümün etkilediği hayatlara odaklanan bir öykü yazma eğiliminde miydiniz, yoksa önce karakterler ortaya çıktı ve gidecekleri yolu kendiliğinden mi buldular?
Aslında sadece İstanbul’da değil bütün dünyada oluşan yeni kapitalist kent dinamikleriyle ilgileniyorum. Levent–Maslak hattındaki iş merkezi alanına, TEM otoyolunun etrafında oluşmuş çeper yerleşimlere (banliyö denilen Çekmeköy, Göktürk, Beykoz gibi semtler) bakarsanız, burada çalışan ve yaşayanların Londra, New York, Berlin’le ilişkilerinin, hemen yanlarında var olan sanayi mahalleleri veya gecekondu mahalleriyle ilişkilerinden daha yakın olduğunu görürsünüz.
Bu durum dünyanın bir sürü metropolünde de aynı. Londra’nın iş merkezinde, New York’ta Wall Street’te, İstanbul’da Levent’te çalışan üst düzey beyaz yakalılar, yeni dünya düzeninde beraber çalışıyor ve benzer şekillerde yaşıyorlar. Kent, onların yaşam tarzlarına göre düzenleniyor, yani dünya piyasalarıyla iç içe ama var olduğu yerel mekândan kopuk formlar kentin genel yapısını belirlemeye başlıyor. Ben bu dünya kentlerinde oluşan yeni çatışmaları izlemeye çalışıyorum. İstanbul’da da dünya gayrimenkul piyasalarının etkisiyle oluşan siteleşmenin, sanayileşme döneminde oluşmuş gecekondu mahalleleri üzerine olan etkileri ilgimi çekiyor. Üst düzey beyaz yakalıların talep ve ihtiyaçlarına göre şekillenmiş kentin hizmet sektöründe çalışanlarının önemli bir kısmını gecekonduda yaşayan gençler oluşturuyor. Bu gençler, kapitalist kentin ışıltısının bir parçası olmak için veya olamadıkları zaman öfkelerini dile getirmek için kendilerini göstermeye ve duyurmaya çalışıyor.
Çekmeköy Underground’un kahramanları, İstanbul’un bir gecekondu mahallesinde dertli hayatlar süren ve duygularını arabesk-rap’le dillendiren bir grup genç. Son dönemde özellikle sosyal medyadaki varoluşlarıyla hepten görünür olan bu gençlerle tanışmanız nasıl gerçekleşti? Toplumun önemli bir kısmının apaçi gençler olarak tâbir ettiği bu kesimi, filminizde yeterince içselleştirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Çekmeköy’de, gecekondu mahallelerinin yanına uzaydan inmiş gibi kurulmuş, etrafı jiletli tellerle çevrili bir site duvarının üzerinde “Çekin Lan Duvarı Teli, İnsan Gibi Yaşayın” yazısı karşıma çıktı. Bu yazıyı yazan “Küllü Harap” haksız yere olduğu iddia edilen bir sebepten beş yıldır hapisteydi. “Küllü Harap”ın kardeşi ve arkadaşları, aileleriyle gecekondularda yaşıyor, sitelere hizmet eden oto yıkama, Digitürk servisi, lüks kuaförlerde çalışıyorlar, bir yandan da arabesk-rap klipler yapıyorlardı. Hayatlarında arabesk müziklerde ve filmlerde gördüğümüz acılar ve haksızlıklarla iç içe yaşayan gençler, kıyafetleri, saç şekilleri, dansları, klipleriyle yepyeni “şekil”ler ve tarzlar yaratıyorlardı.
Medyada “Apaçi genç” denilerek bazen suçlu olarak ihbar edilen, dansları, saç şekilleriyle dalga geçilen, en iyi ihtimalle birer parodi olarak sunulan bu gençleri, en azından bir temsil hiyerarşisini kırarak yani üstten bakmayarak yansıtmaya çalıştık. Hem senaryo yazımında, hem oyunculuk çalışmalarında, hem de müzikleri yaparken böyle bir derdimiz vardı. Umarım yapabildik. Bunun için, Gaziosmanpaşa Şanzelize adlı gündüz diskosunda dans eden manikürcülerle, Bakırköy sahilinde kaykay yapan elektrikçilerle, Kartal’da yumurta kaplı mahalle stüdyosunda rap yapan güvenlik görevlileriyle, Beşiktaş Meydanı’nda BMX binen işçi çocuklarla, az olan boş zamanlarında, beraber vakit geçirdik. Ben de dans etmeyi çok sevdiğim için ve açıkçası kendi yaş grubum düğünler dışında dans etmeyen bir kuşak olduğu için, vücutlarının sınırlarını keşfederek dans eden, sokaklarda patenlerle taklalar atan b-boy’lar ve b-girl’lerle takılmak muazzam keyifliydi.
Filme buram buram sinmiş olan müzikal bir dil de söz konusu. Video paylaşım sitelerinin vazgeçilmezleri hâline gelmiş olan (ve çoğunlukla ucundan kan damlayan güllerden oluşan slayt şovlarla görselleştirilen) acılı rap parçalara filmde de yer veriliyor. Filmin müzikleri ve filmde yer alan besteler nasıl oluşturuldu?
Aslında çekimlere başlamadan önce arabesk-rap parçayı yapmış olmak istiyordum. Filmin ruhunu bu parça oluşturacaktı ve de öyle oldu. Nupark grubundan Uran Apak’la beş sene önce başladık çalışmaya. Hip hop konserlerine gitmeye başladık. Sözler yazıp kendi aramızda denemeler yapıyorduk. Ancak tabii ki rap ciddi bir uzmanlık alanı! Biz sadece kendi aramızda ne istediğimizi bulmaya çalışıyorduk. Sonra Redhack’in Reddet isimli parçasını ve video klibini yapmış olan Doğu Akdeniz grubu bize DEEP22 diye bir parça yaptı. Biz bu parçaya bayıldık ancak kullandıkları örneklemelerin izinlerini alamadığımız için kullanamadık. Bu parçanın sadece bir kısmını filmde duyuyoruz. Bu parçayı da izleyicilere dinletmenin yollarını arıyorum şimdi. Sonra “Harabın Öyküsü”nün sözlerini Doğu Akdeniz’den Acarkhan Özkan ve senaristimiz Can Merdan Doğan’la yazdık. Acarkan Özkan rap’i söyledi, Ufuk Atar’la nakaratı yazdı ve Erhan Seyran da düzenlemesini yaptı. Bu parça filmi yaparken benim için büyük motivasyon oldu. En kötü günlerimizde bu parçayı dinleyip devam dedik. Her dinlediğimizde, ekipteki neredeyse herkesin, yaptığımız işi ne kadar gönülle ne kadar gayretle yaptığını hatırlıyoruz.
Şanzelize sahnesi için de “kop”aracak bir tekno parçası gerekiyordu. Doğu Akdeniz grubundan sevgili Erhan Seyran, “Dark Night” ve “Fishes” parçalarını sete yetiştirdi. Bunlardan bir tanesini berber sahnesinde kullandık. Paris gettolarından Kore’ye, Kore’den Şanzelize’ye akan ve dönüşen tektonik ruhunu yakalamışızdır umarım.
Ucundan kan damlayan güllerden oluşan video klibimizin “Hayal Oluruz” parçası, Londra’ya yerleşerek Wild East grubunu kuran Uran Apak’tan geldi. Kendi tarzlarının çok dışındaki bir tarzda, arabesk tarzda müzik yapan müzisyenlerimiz çok zorlandılar ama harika bir iş çıkardılar… Film için toplam 11 parça yapıldı. Bir parça bir sahnenin çekimleri sırasında spontane çıktı, ancak filme koyamadık. Şimdi o parça üzerine çalışıyoruz. Ayrıca Nupark grubunun “Promise” adlı parçasını ve Doğu Akdeniz’in “Stres Yok” adlı parçalarını filmde kullandık. Film kadar da müzikler için çalışan, bizimle müziklerini paylaşan her bir müzisyene çok teşekkür ederiz. Bir de beatbox için bize yardımcı olan Ekin Köker ve Ufuk Atar’a teşekkür ederiz.
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:38’e ulaşabilirsiniz.