Kadın düşmanlığının anatomisi: Empusyon

Yazı: Korcan Derinsu

Timaş etiketiyle yayımlanan Empusyon, Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’ne uzandıktan sonra kaleme aldığı ilk roman. Büyülü Dağ’ın yayımlanmasından bir asır sonra Thomas Mann’ın topraklarını yeniden ziyaret eden Tokarczuk; I. Dünya Savaşı arifesinde tüberküloz tedavisi için yolu Beyler Konukevi adlı bir sağlık merkezine düşen Mieczysław Wojnicz ve etrafında gelişen türlü tuhaflıklar üzerinden varoluşun temel sorunları ve toplumsal cinsiyet rollerini kurcalıyor. Elbette yine büyüyle…


Ne hakkında? Hikâye ne? 

Kendi hâlinde, utangaç, bir mühendislik öğrencisi olan Polonyalı Mieclazyslaw Wojnicz veremdir ve tedavi olmak için Almanya’da bulunan ünlü bir sanatoryuma gelir. Burada kaldığı sürece farklı insanlarla iletişim kuran Wojnicz, bir yandan sanatoryumun sırlarıyla yüzleşecek diğer yandan kendi hayatına dair önemli kırılmalar yaşayacaktır. 

Zaman dilimi ve mekân 

1913.

Görbersdorf / Almanya

Okumadan önce bilmemiz gerekenler 

*Olga Tokarczcuk, 2018 yılında hem Nobel Edebiyat Ödülü’nü hem de Man Booker Uluslararası Ödülü’nü kazandı.

*Aynı zamanda terapist olan yazar, Carl Jung’u da edebiyatının en önemli ilham kaynağı olarak görüyor. 

*2004’ten beri Polonya Yeşiller Partisi üyesi olan Olga Tokarczuk, özellikle ekoloji ve LGBTİ+ haklarına dair yaptığı açıklamalardan ötürü ülkesinde sık sık sağcı grupların hedefi hâline geliyor. 

*Kitabın çevirmeni Olga Tokarzczuk’un diğer kitaplarının da çevirmeni olanı Neşe Taluy Yüce

*Yazarın başyapıtı olarak nitelendirilen eseri Yakup’un Kitapları çok yakında Everest Yayınları’ndan çıkacak. 

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Okuyucuyu manipüle etmesini sevdim. Şöyle ki uzunca bir süre “ben ne okuyorum tam olarak?” sorusu eşlik etti okumama. Erkeklerin ağzından salyalar eşliğinde dökülen kadın düşmanı cümleleri gördükçe “acaba yanlış bir yerde miyim?” sorusunu sormaya başladım. Fakat daha sonra hikâye öyle güzel bir manevra yapıp, öyle anlamlı bir noktaya geldi ki tüm sorularım cevabını bulmuş oldu. 

Bir de tabii kapağa bayıldım. Yazarı tanımasam da bu kapağı görünce satın alırdım, adım gibi biliyorum. Kapak tasarımı Barış Şehri’ye aitmiş, saygılar kendisine. 

En az neyi sevdin?

Sevmemek değil ama şu da olsa hiç fena olmazdı diyebileceğim bir konu var. Şöyle ki romanın başında bir ölüm yaşanıyor. Aslında okuyucu olarak neyin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Yine de bu ölüm üzerinden bir ufak gerilim olsa ve hikâyeye yayılsa hiç hayır demezdim. 

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Olga Tokarzcuk okuyucuyla eseri arasına mesafe koymayı seven yazarlardan. Böyle olunca, dil de anlatım da yalın olmasına rağmen ister istemez romanın dünyasına kolay girilmiyor. Ama bir kere girince de bu defa da çıkmak kolay olmuyor. Empusyon tam da böyle bir atmosfer romanı. Kendinizi kaptırdıysanız, karakterleri ve sanatoryumu her şeyiyle  hissetmeye başlıyorsunuz. Üstüne bir de (sürpriz kaçırırım diye detaylandıramıyorum) anlatımla ilgili bir ufak numara var ki hem atmosferin tekinsizliğini destekliyor hem de içerikle çok güzel örtüşüyor. 

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Normalde hızlı okuyan biri olmama rağmen Olga Tokarczuk romanlarını istesem de hızlı okuyamıyorum. Durup sindirmek, biraz düşünmek ve hissettirdiklerini içselleştirmek gerekiyor. Bu yüzden Empusyon’u okumam da kabaca bir haftayı buldu. 

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

“Öksürük Senfonisi” ve “Ruhlar” isimli bölümleri yeniden okumak isteyecek kadar çok sevdim. İkisinde de insan ruhu öyle farklı yerlerden anlatılıyor ki bölümler bitince kalbimin ağırlaştığını, derimin inceldiğini hissettim. 

Kitap, modunu nasıl etkiledi? 

Roman temelde kadın düşmanlığı hakkında. Bir grup erkek, kadınlar hakkında sürekli atıp tutuyor. Üstelik bunu öyle gizli kapaklı değil açık açık yapıyorlar. Bu kısımları okurken sinirden dişlerimi sıktım durdum. Sonrasında hikâyenin gittiği yerle birlikte öfkem yerini derin bir kedere bıraktı. Kitabı bitirdiğimde kendimi biraz yorgun hissediyordum doğrusu. 

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Sanatoryumların hâlâ olup olmadığını merak ettim ve 1950’lerde aşının yaygınlaşmasıyla birlikte çoğunun yıkıldığını öğrendim. 2005 yılında kapatılan Heybeliada’daki sanatoryum da benzer şekilde kaderine terk edilmiş haldeymiş. 

Ayrıca olur da merak eden olursa diye Avrupa’daki sanatoryumlara şu güzel yazıyı bırakıyorum.

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Empusyon yazar tarafından uydurulmuş bir kelime. Empusa, Yunan mitolojisinde şekil değiştiren ve genelde kötülükle özdeşleşen varlıkların adı. Yani kadını “cadı” olarak gören düşüncenin öncülü. Kelimenin diğer yarısı da Plato’nun Sempozyum metnine atıfla seçilmiş. Bir grup erkeğin bir araya gelerek konuştuğu metin, romandakiyle erkeklerin bir araya gelip konuşmasıyla benzer bir yapıda. Böyle düşününce Empusyon’un içeriği fazlasıyla karşılayan ve kadın düşmanlığının altını çok iyi çizen bir isim olduğunu düşünüyorum. 

Bu kitabı seven şunları da sever 

Olga Tokarczuk’u başka bir yazara benzetmek kolay olmadığı için kendi kitaplarından öneride bulunacağım: Favorim deneyselliğine hayran kaldığım Koşucular ve atmosferini çok etkileyici bulduğum Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde. Bunlar dışında kitaba ilham kaynağı olan ve yine bir sanatoryumda geçen Thomas Mann’ın Büyülü Dağ romanını okumak da güzel olabilir. Baştan uyarayım okuması sabır isteyen bir roman.  

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?

Hemen her ülkede yükselen yabancı düşmanlığı, her saniye daha çok kirlenen dünya, artan gelir eşitsizliği vs. derken geleceğe baktığında nasıl bir dünya görüyor? Karamsar mı yoksa bir umudu var mı? Bunları sormak isterdim.