Dune evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 1

Yazı: Biçem Kaya

Frank Herbert’ın kaleme aldığı ve 1965 yılında yaşamına başlayan Dune evreni, bu ilk roman haricinde Dune Mesihi (Dune Messiah, 1969), DuneÇocukları (Children of Dune, 1976), Dune’un İmparator Tanrısı (God Emperor of Dune, 1981), Dune Sapkınları (Heretics of Dune, 1984), Dune Rahibeler Meclisi (Chapterhouse: Dune, 1985) isimlerinde 6 romanı daha kapsıyor. Saga, Frank Herbert’ın oğlu Brian Herbert ve Kevin J. Anderson’ın yazdığı bölümlerle 1999’dan itibaren genişletilmeye devam etmekte. Her ne kadar orijinal Dune Evreni’nin bir parçası olmasa da bu evrenin genişletilmesinde ve adeta ince ince dokunmasında büyük rol oynayan, akademisyenlerin, bilim kurgu yazarlarının kaleme aldığı metinlerin oluşturduğu kolektif içeriğin Amerikalı edebiyat profesörü olan Willis E. McNelly tarafından 1984 yılında derlediği Dune Encyclopedia‘yı da unutmamak gerek. Bu ansiklopedi, her ne kadar yorumlamalar olarak görülse de evreni anlamak adına sunulmuş en değerli kaynaklardan. Bu yazı dizisinin takip eden bölümlerinde de bu ansiklopediye sıklıkla danışıldı.

Dune uzak bir gelecekte, artık kolonileşmiş bir imparatorluk öngörüyor. Evrene biraz uzaktan baktığımızda iki büyük kırılmayla karşılaşıyoruz. Teknolojinin bir hayli ilerlemiş olduğu sürecin sonunda yaşanan ilk kırılmada, yapay zekâ ve insanlar arasındaki büyük, kanlı bir savaşa, yani Butleryan Cihadı’na şahit oluyoruz. Bu savaş sonucunda düşünen her tür makine tamamen yasak hâle geliyor. Bundan sonra Herbert insanlığın mental ve fiziksel sınırlarını, mistik öğretiler ve ileri düzeyde biyolojik deneylerle aştığı; makinelerin mümkün olabilecek en pasif kullanımını gördüğümüz hibrit bir kurgu oluşturuyor. Baharat Melange, evrendeki en önemli madde oluyor ve Arrakis güç merkezine dönüşüyor.

İkinci büyük kırılma ise İmparator Tanrısı’nın evrende hüküm sürdüğü dönem; Altın Yol gizeminin çözülme noktasına gelişi. Dune (1965) romanında yaşananlar için bu kırılmanın prelüdü diyebiliriz. Cihad sonrası uzaydaki dengenin baharat Melange üzerinden kurulduğu bu sistemde, Altın Yol’u bulmak ve anlamak konusuna büyük bir farkındalık oluşturuyor. Hazır Star Wars’un olay örgüsünde Dune’dan ne kadar etkilendiği sık sık konuşuluyorken, bu ikinci kırılma ile Star Wars anlatısında güce denge gelmesinin kimi benzerlikler taşıdığının da altını çizelim. Girişini yaptığımız olaylar dizisi ancak Dune Mesihi ve Dune Çocukları ile hatları çizilebilir bir hâle geliyor diyelim ve hemen spoiler sınırlarından uzaklaşalım.

Sonuç olarak, yeni filmle birlikte bu dev uzay operasının yalnızca giriş bölümü bir kez daha yeniden anlatılmaya çalışılıyor. Dune romanını iki bölümden oluşan bir film olarak tasarlayan Denis Villeneuve, bir üçleme olasılığına da Venedik Film Festivali’nde açık kapı bıraktı ve Dune Messiah‘ın film adaptasyonu için ilk sinyalleri verdi. 

Film 22 Ekim’de vizyona girecekken “Dune hakkında sıkça sorulmayan sorular” başlıklı 3 bölümlük bir dosya hazırladık. İlk bölümle başlıyoruz.

Bölüm 1: Dune‘un perde arkası

Başlangıç noktamız Dune‘un perde arkasında Frank Herbert’ı bu kült uzay sagasını yazmaya iten motivasyonlar. Dune’un bilim kurgu dünyasındaki konumuna kafa yoran 4 sorumuz var.

Chris Foss, 1970’lerin ortalarında Jodorowsky’nin Dune filmi için yapılan afiş çalışmalarından.
Uzay operası nedir?

Kimilerinin izini 19. yüzyıl Fransız yazarlarına kadar sürebildiği uzay operası alt türünün tanımlayıcı adı, Wilson Tucker tarafından 1941 yılında ortaya atılıyor. Türün askerî bilim kurgu, space romance, hard ve soft science fiction, space western gibi diğer alt türlerle kesiştiği çok fazla nokta var. Bu arada adlandırma da soap opera ve horse operalardan geliyor. Müzik terimi olan opera ile daha dolaylı bir bağlantısı var. Uzay operalarında hâkim olan kurgu; uzak bir gelecek, intergalaktik olay örgüsü, bilimsel /  teknolojik / biyolojik öngörüler, mümkünse savaşlar ve kahramanlık hikâyelerini içinde barındırıyor. Hemen burada terimi ortaya atan Tucker’a kulak verelim: 

“Bir şeylere tabir bulma heyecanının alıp yürüdüğü bu günlerde bizim de bir önerimiz var. Westernlere ‘horse opera’, sabah saatlerinde gözyaşlarına boğanlara ‘soap opera’ deniyor. Ezici, pis kokan, pespaye olmuş ya da bu hususta dünyayı kurtaran uzay gemisi hikâyeleri için, biz ‘space opera’yı [uzay operası] öneriyoruz.”

1930’larda altın çağını yaşayan uzay operaları, ilerleyen yıllarda biraz kendini tekrar etmeye başlayınca popülerliğini kaybediyor. Tucker’ın alaycı ifadelerinden de anlaşılacağı gibi özellikle 1940’lı – 1950’li yıllarda bilim kurgu hikâyeleri gülünç bulunan, yazınsal açıdan genelin vasat bulduğu işler. 1959 tarihli Fancyclopedia II’da Tucker’ın tanımlamasının dışına çıkan bir açıklama bulunmaması, işlerin 1960’lara kadar da pek değişmediğini gösteriyor. Ancak 1960’ların ortasından sonra, özellikle 1970’lerde yeni bir soluk buluyor ve çıkış yakalıyor. Üstelik bu sefer sadece ince düşünülmüş bir fikri işlemekle yetinmiyor uzay operası yazarları, edebi bakımdan da önemi olan yapıtlar ortaya çıkarıyorlar. 

Nitekim son 10 hatta 20 yıla baktığımızda, hâlâ ekmeği yenilen çoğu bilim kurgu yapımının, 1970’li yıllarda üretilen sagaların ya yeniden çekimi ya da bunlardan esinlenilerek üretilmiş işler olduğunu görmek mümkün.

Yine de uzay operalarının müzik analojisi kurmadığını iddia etmiyoruz. Frank Herbert, klasik müzikteki füg yazımından çok etkilenmiş bir yazar. Fügde, ikincil temaların ana temayla kimi zaman uyum kimi zaman zıtlıklar yakalayabiliyor olması ancak geneline bakıldığında bunun bir doku-dokuma oluşturması Herbert için son derece heyecan verici bir farkındalık oluşturmuş. Sagayı oluştururken politik, ekonomik, ekolojik arka planlardan gelen materyallerle sembolizmi bir füg olarak ele almış.

Paul Atreides
Mark Zug, 1997’de Last Unicorn Games için hazırlanan Dune kart oyunundan.
Dune, kahraman/seçilmiş kişi figürüne nasıl yaklaşıyor?

Dune’u diğer uzay sagalarından ayıran en önemli noktalardan biri bu. Tabii Herbert’ın gençliğinin 2. Dünya Savaşı’na denk geldiğini, kitabı kaleme aldığı yıllarda atom bombasının gündemde sıklıkla yer bulduğunu hatta dünyanın sonuna dair teorilerin de baş aktörü olduğunu hatırlatmakta fayda var. Geride büyük bir travma bırakmış olan dünya savaşı ve hâlâ bitmek bilmeyen gerginlikler Herbert’ın kahraman figürüne doğal olarak daha karanlık bir taraftan bakmasına sebep oluyor.

İkonik Omni Magazine’in Temmuz 1980 tarihli sayısı, Frank Herbert tarafından kaleme alınmış olan “Dune Genesis” yazısını içermekte. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Herbert tüm saganın nasıl şekillendiğini okuyucuya aktarırken başlangıcı kahramanlardan söz etmeye ayırmış: “Kişisel gözlemlerime göre, kendisini toplumun mitik yapısındaki kurtarıcı rolüyle sarmalayan herhangi bir lidere, politika-ekonomi arenasında ve bu ikisinin bir sonucu olan savaş zamanlarında, toplum kendini her türlü karar verici mekanizmaya teslim etme eğilimi taşır.” 

İşte bu da Dune’un kahramanı; Mehdi, Muad’Dib figürü Paul Atreides’i anlamak için kilit bir nokta. Paul’un “Bir fırtına yaklaşıyor” öngörüleri ve Altın Yol’u bulma sürecini takip ettiğimiz romanda uçsuz bucaksız, gizemle dolu çöl gezegeninde yol bulmaya çalışan bir kahramanın çok büyük hatalar da yapabileceği şüphesini beynimize işliyor. Karakterin yolculuğunu, aslında taşıması ne denli büyük bir yük altında yaptığını, hatta bunun bir talihsizlik olduğunu gösteriyor. İleride Paul’u ve çevresindekileri bekleyen olaylara yönelik ipuçları verirken bir kahramanlık hikâyesi ve zaferlerle dolu bir olay örgüsünü asla vadetmiyor.

Liet Kynes
John Schoenherr, 1965 tarihli ilk romanın kapak çizeri.
Dune gibi bir bilim kurgu sagası için ekoloji neden önemli?

Dune’un başlangıcındaki ithaf bölümünde şu sözler göze çarpar:

“Bu geleceğe yönelik tahmin çabası, her nerede ve hangi zaman diliminde çalışırsa çalışmış olsunlar; emeklerini, fikirlerinin çok daha ötesine ‘gerçek materyaller’ dünyasına taşıyanlara – kurak bölge ekolojistlerine – tevazu ve hayranlıkla adanmıştır.”

Herbert’ın bu sözleri, Oregon’daki erozyon sonucu oluşmuş ve rüzgârla birlikte hareket eden; köyleri, kasabaları yutan kumullar konusunda US Department of Agriculture projesi araştırmalarını yayımlayacağı bir makale kaleme almak için yaptığı yolculuktan büyük yankılar barındırıyor. “They Stopped the Moving Sands” adlı makalesinde de dikkat çeken dünya kaynaklarının kullanımı konusundaki vurdumduymaz yaklaşımın eleştirisi, Dune sagasında da ön planda. Bu yönüyle ekolojik kaygı taşıyan ilk bilim kurgu romanlarından biri.

Sagadaki pek çok detaya Herbert’ın ekolojik duyarlılığın sızdığını görüyoruz. Örneğin pek çok gezegenbilimciyi tanımak, çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmak mümkün. Fremenlere Arrakis’te ekim biçim yapma yöntemlerini öğreten Pardot Kynes bunlardan biri. Filmde, bir başka gezegenbilimci olan ve Pardot Kynes’ın soyundan gelen Lyet Kynes’ın önemli bir role sahip olduğunu göreceğiz.

Wojciech Siudmak, Dune’un Fransızca baskısı için yaptığı kapak çizimlerinden.
Arapça terminoloji nereden geliyor?

Muad’Dib’in Arapça’da öğretmen, eğitici kişi gibi anlamlara gelen kelimelerden türetilmiş olduğu bilgisini vererek başlayalım. (Ayrıca Krelln, yani Arrakis’in yörüngesindeki ikinci ayın Fremence [Dune sagasındaki halklardan biri] ismi ve yine Arrakis’deki çöl farelerine verilen isim.) Kaldı ki bu ifadenin Altın Yol konusunda Paul’un üstlendiği rolü anlamada çok önemli olduğunu, seriye devam etmekte kararlı olanlara da not düşelim. Peki neden Arapça?

Herbert birçok açıklamasında baharat Melange’ın petrolü de temsil ettiğini belirtiyor. “Baharatı kontrol eden evreni kontrol eder” gibi ifadelerde Orta Doğu’nun petrol için didik didik edilişinin yansımalarını görmek mümkün. Tabii bu da kültürlerin sagada sadece bir dekor olarak kullanılmadığını kanıtlıyor. İslamiyet ve Zen Budizmi gibi doğunun inanış, dil ve kültürlerini benimsemesiyle, alışılagelmiş batı temelli anlatılardan kendini ayırıyor. 

Herbert’ın bir kolonyalizm eleştirisini sunarken Orta Doğu politikalarına yaptığı göndermeler için Omni Magazine’deki yazısından bir alıntı daha yapalım. Sistematik kelimesinin ölümcül bir kelime olduğundan söz ettikten sonra şöyle diyor: “Evet, bugün yaşananlarla (yozlaşma, en üst mevkilerde rüşvet, tüm polis güçlerinin organize suçun içine batmış olması, düzenleyici organların, düzene sokması gereken kişiler tarafından ele geçirilmesi) Dune arasında benzeşmeler var. Dune’daki su kıtlığı, petrol kıtlığıyla benzeşir. CHOAM (Dune evrenindeki ekonomik yapılanmayı kontrol eden teşkilat), OPEC’dir (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü)”

Bu noktada Dune’da kullanılan Arapça kelimeler hakkında bir parantez daha açmak gerek. Bu zamana kadar yazılanlar Dune’un Star Wars, Game of Thrones gibi yapımlar üzerinde ne kadar büyük etkisi olduğunu açıklamak üzerineydi. Nitekim bu tartışmasız bir gerçek. Ancak biraz gölgede kalmış bir konu daha var. Hatta “Frank Herbert’ın etkilendiği bir kurgusal hikâye var mıydı?” sorusunu da cevaplayacak nitelikte. Bir edebiyat öğretmeni olan Will Collins’e kulak veriyoruz. Los Angeles Review of Books için kaleme aldığı yazısında, yazarın Lesley Blanch’ın kurgusal tarih romanı The Sabres of Paradise: Conquest and Vengeance in the Caucasus’taki (1960) hangi fikirlerden etkilendiğini ya da etkilenmiş olabileceğinin izini sürüyor. Chakobsa, Kindjal, Sietch, Tabr gibi Dune’da sıklıkla gördüğümüz terim ve isimlerin izini Blanch’ın çalışmalarında sürmüş Collins. Yazısında Blanch’ın kurgusal romanlarının tarih ve kültür üzerine yaptığı incelikli çalışmalarını gölgelememesi gerektiğini savunuyor ve Herbert’a ışık tutmuş olabileceğinin ipuçlarını veriyor.

“Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 2’de bir kırılma noktası olarak Butleryan Cihadı’nı ele alacağız.

Yazı: Biçem Kaya