Kayıp, yüzleşme, vicdan: Expats

Yazı: Meltem Demiraran

Başrollerini Nicole Kidman, Sarayu Blue ve Ji-young Yoo’nun paylaştığı; Lulu Wang’in, Janice Y. K. Leenin The Expatriates adlı romanından ekrana uyarlayıp yönettiği mini drama Expats’ın ilk iki bölümü, Prime Video’da izlenebilir.

Konu nedir?

Farklı kökenlerden gelen üç ABDli kadının Hong Kong’da iç içe geçen hayatlarına odaklanıyor Expats. Doğuştan imtiyazlıların, kendi imtiyazlarını yaratmışların ve kendi imtiyazlarını yaratmaya çalışanların ilişkilerinin, kayıplarının; özetle hayatlarının doğasını derinlemesine inceliyor diyebiliriz. Beyaz Amerikalı üç çocuk annesi Margaret Woo (Nicole Kidman), en küçük çocuğu Gus’ı kaybetmenin ve eşi için yaptığı belirli süreli bir kontratla başlayan ancak sonu gelmeyen bir fedakarlığın sonucunda evinden uzakta yaşamak zorunda kalmanın acısıyla boğuşuyor. Hintli Amerikalı Hilary Starr (Sarayu Blue), hayatı boyunca kariyerini ön planda tutmuş ve çocuk beklentisinden azade bir evlilik yaşadığını düşünürken, bir anda ortaya çıkan çocuk beklentisi ve yolunda gitmeyen bir evliliğin üstesinden gelmek zorunda kalıyor. Koreli Amerikalı Mercy Cho ise, imtiyazlarını yaratmanın peşindeyken âni bir dikkatsizlikle yaşanan trajedilerin “sorumlusu” olarak kendini bulduğu hayatında vicdanı ile başa çıkmaya çalışıyor.

Fasulyenin faydaları

Yönetmen Lulu Wang, ses getiren uzun metrajı The Farewell ile aile dinamiklerine ve kültür meselesine özgün bakışıyla dikkat çekmişti. 

2021’deki çekimler sırasında Nicole Kidman ve ekibe COVID karantina kurallarına dair bazı muafiyetler sağlandığı gerekçesilyle Hong Kong sakinlerinin, kendilerine bir miktar kızdığına dair bir haber yer almıştı The New York Times’ta.

Bu arada dizinin 5. bölümü hikâyeye ara veren ve Hong Kong sakinlerine odaklanan bir ara bölümmüş.

İlk intiba?

Bir süredir, kadrosunda çok tanınan oyuncuları gördüğümüz yapımları izlemeye çekinir hâle gelmiş olsam da bu hissi diziyi izlemeye başladıktan bir beş dakika sonra hemencecik attım üzerimden. Bence estetik açıdan tatmin edici, kendi anlatısını genel geçer bir yöntemle aktarmayacağını daha en baştan belli eden bir sinematografisi var. Wang belli ki işini biliyor.

Dedikodusu da yapılacak dizi baya. Baş karakterlerin hepsi birbirinden epey farklı kadınlar aslında. Bir araya gelme biçimleri de enteresan. Sürprizleri bozmamak için çok zor tutuyorum kendimi. O yüzden en sona bırakacağım bunu.

Beklentileri nasıl karşıladı?

Yapılan yorumlara bakılacak olursa, beklentileri pek de karşılamış gibi durmuyor. Fakat beklentilerimizin vadedilenler ve anlatılanlar üzerinden oluşması gerektiğini düşünüyorum. Bana kalırsa dizinin estetik olarak tatmin edici olduğu ve konuyla bağdaşmayacak şovlara girip de izleyeni yormadığı kesin. Ancak sanırım Hong Kong’un Uzak Doğu’da oluşu nedeniyle belirli bir egzotiklik beklentisine sahip izleyici kitlesine yeterince Hong Kong görmediklerini düşündürmüş konudan uzaklaşmayan, ölçülü görsel tercihler.

Big Little Lies’ta (2017 – 2019) da imtiyazlı ve dramanın ortasında bir anneyi canlandırmış olması sebebiyle Nicole Kidman’ın hep aynı tarz rolleri tercih eden bir oyuncu hâline geldiğine dair şeyler söyleniyor. Bence biraz acımasız bir söylem bu. Üstelik araya Roar (2022-) girmişken, Celeste ile Margaret bazı ortak noktaları olan farklı karakterlerken ve Kidman’ın konuya dair bilgi ve öngörü sahibi bir feminist olduğunu, bireysel adımlarını bir kenara bırakıp yalnızca filmografisine bakarak bile rahatlıkla söyleyebiliyorken.

Tahminlerin çıkması ve öngörülebilirlik meselesi var bir de. İzlediğimiz bir “murder mystery” değil; bir dram. Yani hikâyenin yavaş yavaş bir o bilginin, bir bu bilginin verilerek açılması ve duru anlatımı bir tercih. Dizinin “olacakları tahmin edemeyeceksiniz.” gibi bir iddiası yok.

En çok neyi sevdin?

Bahsini ettiğim duru anlatımı. Bir şey anlatmak için kurgulanan büyük ve dramatik sahneleri olmayan ancak hayatın akışını yalınlıkla anlatan bir dram. Sevilen birini kaybetmek, hataların sonuçlarıyla başa çıkmak ve kişisel sınırları yeniden belirleme cesaretini gösterebilmek zor şeyler. Üstelik hangi sınıftan gelirse gelsin, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insanın deneyimleyeceği şeyler. Dolayısıyla karakterlerin hissettiği duygularla özdeşlik kuramıyor olsak bile başımıza gelebileceği ihtimali üzerinden; hele de duyguların sömürüldüğü değil, olan bitenin en yalın hâliyle sunulduğu bir anlatıda empati yapabilmek ve bunlar üzerine düşünebilmek, çok derin olmasa da mini katarsis anları yaşatabiliyor. 

En az neyi sevdin?

İyi uyarlanmış bir senaryo olduğunu düşünmeme rağmen hikâyesini takip ettiğimiz karakterlerin iletişime girdiği diğerlerinin diyaloglarını biraz düz bulduğumu da söylemeliyim.

İzleyince kafanda soru işareti yaratan bir şey oldu mu?

Dizi, Amerikan elitlerinin arasında da geçse bir şey değişmezdi minvalindeki yorumlar da çokça yapıldı. Buna tam olarak katılmıyorum. Argümanım ise şu: Madalyanon bir de öbür yüzünü görüyoruz ve Wang bu konuda bana kalırsa dikkatli bir göz.

ABD’de ayrıcalıklı beyaz bir kadını, toplum tarafından çok da kabul edilmeyen ve sevilmeyen biri olarak göstermek pek kolay olmayabilir. Evinden uzak kalmış beyaz bir kadını hikâyenin baş karakterlerinden biri yapmak için kendisini evinden uzağa göndermeniz şart. Yaşadığı şehirde konuşulan ana dili bile konuşamamasına dair eleştiriler var Margaret’ın fakat bir de şunu hatırlatalım: ABD’de nesillerdir yaşayan ancak hiç İngilizce konuşmayan veya çok “bozuk” İngilizce konuşan pek çok Asyalı Amerikalının bu nedenle ciddiye alınmadığını ve ayrımcılığa maruz kaldığını biliyoruz. Bunu bir beyaz yaşadığında ise politik doğrucu olayım, sivri bir yorum yapayım derken kendimizi tersine ırkçılığın tam ortasında bulmamaya dikkat etmek iyi olabilir gibi geliyor bana. Yani Hong Konglulara beyaz olmadıkları için her konuda duyarlılık doğuştan yüklenmiyor maalesef.

Dizinin bu konuya Mercy üzerinden kendi cevabını verdiğini de söyleyebiliriz aslında.  Mercy Kore kökenli bir Amerikalı, yani fiziksel olarak Hong Konglulara benziyor. En azından Hong Konglulara göre. Tagalog bilmediğini belirtmesine rağmen kendisiyle inatla bu dilde konuşan pek çok insan oluyor malum. Ya da hikâyesini anlamaya çalışmak için çaba sarf etmek yerine onu “şanslı” olarak nitelendiriveriyorlar. Ne de olsa Hong Kong’da hayatta kalmayı başarabilen bir yabancı.

Ayrıca anlatı 2014’te geçiyor. Eylül ayından aralık ayına kadar tarihlenen Umbrella Movement, 2014 ve Hong Kong denince akla gelen en temel şey. Dizinin bu meseleyi de iyi yansıtamadığına dair çokça yorum var. Bu yorumlar Umbrella Movement’a odaklanan bir belgeselden beklenecek beklentilere sahip olan izleyicilere mi ait, yoksa dizinin duru anlatımından keyif alan ve hikâyenin gerçekte bu duruma pek de takılacak bir geçmişe sahip olmayan baş karakterler üzerine kurulu olduğunun farkında olan ama gerçekten yolunda gitmeyen şeyleri fark eden izleyicilere mi ait? Buna 5. bölümü izledikten sonra karar verebileceğiz hâliyle. 90 dakikalık bir bölümü bu meseleye ayıran Wang konuyu nasıl ele almış; görmek için sabırsızlanıyorum.

Bu yazının geri kalanı, diziyi henüz izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Mercy ve Margaret bence gerçekten çok iyi arkadaş olabilirlerdi. Olaya çıkarlar ve talihsizlikler dâhil olunca, işler Margaret için hep ters gidiyor gibi görünüyor. Mercy aslında kendisiyle çok fazla derdi olan biri. Etrafındakilere verdiği zarar şüphesiz çok ama bir yandan kendine verdiği zararı görünce de enteresan bir karakter hâline geliyor. Arkadaş olsam ben de çok iyi anlaşırdım Mercy ile. Çok eğlenirdik, bana kalırsa epey komik biri. Gel gör ki sağı solu da belli olmaz.

Hilary ise ayrı bir dünya tamamen. Margaret’ı çok iyi anlıyor aslında. Birbirlerine darılsalar da kıyamayan bir kollama ve özleme hâlleri var. Hilary’nin belki de Margaret’a “Bu meseleler seni bağlamaz.” minvalindeki tavrı kendince haklı olabilir. İnsan bazen farkında olduğu pek çok şeyi görmezden gelip, yüzleşmesi gerekenleri erteliyor. Margaret da kendi yaşadığı dev travmanın içinde debelendiği hâlde Hilary’yi düşünüp “Dost acı söyler.” diyor. Vasfı sadece acı çeken biri gibi görünse ve diğerleri kadar radikal veya eksantrik olmasa da kendi dünyasında keyifle takılan, yaşama sevinci olan, naif birine benziyor Margaret. Hilary ise başarılı, güçlü görünen ancak içine kapanık biri. Mercy desen, freni patlamış bir araba gibi. Her an her şeyi yapabilir.