Geçmişin yüküne başkaldırma manifestosu: Shahid

Yazı: Burcu Teker

İran asıllı Almanyalı yönetmen Narges Kalhor’un senaryosunu Aydin Alinejadsomeeh ile birlikte kaleme aldığı Shahid, belgesel ile kurmacanın birbirine karıştığı biricik tarzıyla 35. Ankara Film Festivali’nin (ve yer aldığı Kino 2024 bölümünün) öne çıkan işlerinden. Prömiyer yaptığı Berlinale’nin Forum bölümünde büyük ödül Caligari-Preis’e erişen müzikal politik dramanın başrollerini Baharak Abdolifard ile Nima Nazarinia paylaşırken; Saleh Rozati ve Thomas Sprekelsen, katmanlı senaryoya yerinde müdahaleleri ve sorularıyla damakta kalan tadın yoğunluğunu arttırıyor.


Zaman dilimi ve mekân

Bugüne etkisi hâlâ devam eden dünü tartışmak üzere, günümüz Almanya’sına konuşlanıyoruz.

Konu nedir?

Kalhor’un 2009 yılında siyasi sığınmacı olarak göç ettiği Almanya’da “şehit” anlamına gelen aile mirası soyisminden kurtulma mücadelesine, ataerkiye karşı gerçekleştirdiği feminist başkaldırıya tanıklık ediyoruz. Kalhor, Alman bürokrasisi ile belge savaşları verirken; onu bu inadından geri döndürmek üzere musallat olma yöntemini seçen kahraman büyük büyükbaba ile onunla aynı fikirdeki bir grup arkadaşı da Kalhor’u yolundan çevirmek için büyük efor sarfediyor.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler 

Yönetmen, Tahran’da çektiği kısa film çalışmasıyla Nuremberg Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’ne davet ediliyor. İran’da “Ahmedinejad’ın danışmanının kızı bir insan hakları festivaline başörtüsüz katıldı!” haberleri dönmeye başladığında, babası ile bağı hâlihazırda kopmuş olan Kalhor’un ülkesine dönüp dönmemek üzere bir karar vermesi gerekiyor. Filmde de yer alan Zirndorf, Bavyera’ya iltica başvurusunda bulunuyor ve sığınma talebiyle başvuranlara sağlanan ortak alanda aylarını geçiriyor. Bunun hayatının riski olduğunun farkında. Zira bir ay, bir yıl veya 10 yıl; oradan ne zaman, ne şekilde çıkacağınızı, ülkenize geri gönderilip gönderilmeyeceğinizi bilmenizin mümkünatı yok. 

İşte soyadının devreye girip işleri Kalhor için hızlandırdığı, tabiri caizse “bir işe yaradığı” yer burası. Bu soyisminin rüzgarıyla Alman makamları çalışmalarını hızlandırıyor ve üç ay sonra Kalhor pasaportu elinde çıkma hakkı elde ediyor yerleşkeden. Avrupa’da köklenmelerine izin verilip verilmeyeceği belli olana kadar yıllarca belgesiz bir şekilde hayatını sürdüren diğer herkesi ardında bırakarak. Tam da bu farklılık, filmi şekillendiren asıl tema.

Atıştırmalık almak için girdiği marketin kim olduğu hakkında en ufak fikri olmadığı sahibi ile “yeniden” tanıştığı ve aralarındaki ayrıcalık farkının bir bıçak gibi saplandığı, yönetmenin kendini bir antagonist gibi servis ettiği kritik bölüm burası. Kalhor bunu saklamıyor; ayrıcalık hissinin utancı altında herkes için eşitlik talebini sesli biçimde vurguluyor.

Film; İran’daki Jin, Jiyan, Azadî eylemlerinden önce kaleme alınmış. İlgili detay ve sahneler yapım aşamasında eklenerek fikir desteklenmiş. İran’da yaşananlar hâlâ hayatını etkilemeye devam ettiğinden, kendini siyasi anlamda konumlandırmak zorunda hisseden Kalhor; yaptığı filmler ile bu süreci belgelemeyi hedeflemiş. “Soyadım yüzünden yıllarca terapiye gittim. Çok az insan ailesinden nefret ettiğini ve köklerini reddettiğini açıkça dile getirir. Bu benim için acı verici bir deneyim; kendimi koruyucu alanı olmayan bir embriyo gibi hissediyorum. Terapi bölümü filmin içine bu sebeple yerleştirildi. Bugün bu filmi yapabilmem için uzun yıllar terapi görmem gerekti.” sözleriyle ifade ediyor içinde bulunduğu çıkmazı.

İlk intiba?

Film, etrafında daire şeklinde ritüelvari dans hareketleri sergileyen erkeklerin oluşturduğu gölgenin orta yerinde, yerde çıplak yatan bir kadın ile açılıyor. Epey etkileyici, hipnotik bir sahne. Yerden kalkıyor kalkmasına, giyiniyor ve çıkıyor da evden hatta; fakat bu performanslarına ara vermemeye kararlı ekip peşini bırakmıyor Narges’in. Her seferinde başka bir sebepten en başa dönsek de değişmeyen yegâne detay, bu kapkara bir gölge gibi üste çöken dans ekibinin kararlılığı. Narges estetik açıdan “geçmişin ağır, devcileyin gölgesi” olarak resmedilmiş bu kısır döngüyü sona erdirme konusunda inatçı olsa da örüntü kendini tekrar ediyor. Tıpkı İran’da, 1905’ten bu yana kısa aralıklarla tekrarlanan olaylar gibi…

Büyük büyükbabanın başından geçenlerin anlatıldığı müzikal bölümler İslam öncesi dönemlere uzanan, İran’ın geleneksel hikâye anlatıcılığı tarzındayken; baş karakterimizin Almanya bürokrasisi ile cebelleştiği sahnelerde rotayı belgesel türüne çeviriyor yapım. Aile geçmişinin düğümleri izleyici için çözülürken tiyatral hikâye anlatıcılığı ve hatta animasyon devreye giriyor; Narges’in oyuncular aracılığıyla kendi hayatını filme aldığı günümüz perspektifinden bakıldığında ise film içinde film formuna bürünüyor yapım. Kalhor bunu öyle ustalıkla yapıyor ki bu tüm olasılıkların kullanıldığı, sık değişen biçim bizi bir an olsun anlatıdan koparmıyor, aksine algımızı her daim tetikte tutuyor.

En çok neyi sevdin?

Filmin işitsel dünyasını şekillendiren Marja Burchard imzalı müzikler eşliğinde Nima Nazarinia önderliğindeki ekibin dans performansları nefis bir dinamik katıyor öyküye. Bayıldım!

Film özelinde verilmek istenen mesaj farklı da olsa bu simgesel anlatım yüzümü farklı bir perspektife de çevirdi ilginç biçimde. Geçmişin peşimizi bırakmaması hâli veya -günümüze uyarlarsak- fazla düşünüp olumsuza teslim olma durumunu somutlaştırmak, onu pasifize etmeyi daha mümkün hissettirdi Shahid’i izlerken. Kararlı olunduğunda değişim gücü bizim elimizde. Bu kabus gibi kısır döngüye bir son vermeyecek misin? Sen taşı bakalım bisikleti o zaman!

En az neyi sevdin?

Siyah temizlik işçisi ile Narges’in deneyim paylaşamama sekansının hikâyeye hizmet etmediği fikrine kapıldım. Diğer karakter benzer sıkıntılardan geçtiklerini ve onu anladığını ifade etmeye çalışırken Narges’in yalnızca dil bariyeri sebebiyle olduğunu düşündüğümüz bağ kuramama hâli, biraz havada kalmış hissi yarattı.

Modunu nasıl etkiledi?

Düşündürdü ve bolca da güldürdü açıkçası. Tam Kalhor’un istediği gibi. Çekim arası verildiğinde oyuncular arasında geçen birkaç dakikalık diyalog ile koca filmin üzerine kurulu olduğu söylemin özetlenebilmesi hayranlık uyandırdı.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Kalhor’un, kimsenin bilmediği kadınların cephesinden anlatılara duyduğu ihtiyacı kendisine hayat veren Narges karakteri yardımıyla iki yönlü olarak görebiliyoruz. Sinemacının isminden Shahid’i çıkarma arzusu, bu yükü sembolize ediyor. Nesilden nesile aktarılan epik öyküleri hep kahraman erkekler safından dinlerken, kadınlar çocuk sahibi olmaktan başka neler yaşadı gerçekte? Hikâyeyi yeniden yazmak, erkeklerin bakış açısından Narges’in versiyonuna geçmek ve böylece geçmişe bakışımızı değiştirmek istiyor Kalhor. Ve isyan bayrağını da sokakta yüksek sesle Farsça söylediği şarkı vesilesi ile çekiyor. İran’da bastırılan tüm kadınların sesi işlevinde…