Bir empati kurma alanı: Hard Truths

Yazı: Olcay Özer

Mike Leigh’nin anlattığı her hikâye, onun kamerasından izleyicilerin dünyasına yansıyan her an, gündelik hayatın saf gerçekliğini en etkileyici biçimde taşıyor. Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan Hard Truths, hayatın zorlu eşiklerinden geçmeye çalışırken uzunca beklenebilen durakları anımsatan bir film gibi. 

*Bu yazı, henüz Hard Truths filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân 

İngiltere, 2023.

Konu nedir?

Efsanevi yönetmen Mike Leigh, aile bağlarının karmaşıklığını ve sevgiyle öfke arasındaki ince çizgiyi, merhametli ve kara mizahla yoğrulmuş bir bakışla inceliyor. Film, Marianne Jean-Baptiste’in canlandırdığı Pansy karakteri etrafında şekilleniyor. Pansy, her an öfkeyle patlamaya hazır bir kadın. İnsanlarla arasına mesafe koymaktan çekinmiyor ve özellikle eşi Curtley (David Webber) ile oğlu Moses’a (Tuwaine Barrett) karşı acımasız eleştiriler yöneltiyor. Kız kardeşi Chantal (Michele Austin) ise onun tam zıttı. Kızlarının sık sık ziyaret ettiği ve müşterileriyle dolup taşan sıcacık bir kuaför salonunda, çok daha tasasız bir hayat sürüyor.

Pansy’nin öfkesi, acısı ve hayal kırıklıklarıyla şekillenen gündelik yaşamı katman katman açılırken, ailesinin bu huysuz ama yaraları da bir hayli derinde olan kadına verdiği farklı tepkiler mercek altına alınıyor.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler 

Baş karakter Pansy, gündelik hayatını ele geçirmiş, ağır bir depresyonla mücadele ediyor. Hard Truths; öfke, depresyon ve çaresizlik duygularını epey yoğun şekilde aktaran bir film. Bununla birlikte kardeşlik bağlarını ve yıkılmayan aile ilişkilerini de güçlü bir şekilde yansıtıyor. Pansy’nin depresyonunun ağırlığı zaman zaman tetikleyici olabilir. Bu nedenle depresyondan muzdarip olan, benzer deneyimler yaşamış kişiler için dikkatli bir izleme süreci faydalı olabilir.

İlk intiba? 

Film, karakterlerinin sergilediği en ufak davranışsal değişikliklere bir titizlikle odaklanıyor ve bu anlamda incelikle işlenmiş bir anlatımı var. Basit çözümleri reddeden bir baş karakter aracılığıyla, gündelik hayatın kaosu içinde var olan izleyiciye empati kurma alanı açılıyor. Hard Truths, aileyi ayakta tutan ve aynı zamanda zedeleyen dinamikleri sorgularken, en tahammül edilmez olanın bile anlaşılmaya, şefkate değer olabileceği üzerine düşündürüyor.

En çok neyi sevdin? 

Film, sesli ve sessiz iki bölüme ayrılıyor. İlk yarıda çok sesli, sürekli şikayet eden ve öfkeli bir Pansy izliyoruz. Ona eşlik eden Chantal ise aynı acıyı paylaşmasına rağmen neşesini kahkahalarına ve çevresindekilere yansıtan bir kardeş. Fakat filmin ikinci yarısına sessizlik hâkim oluyor. Pansy, dünyadan elini eteğini çekiyor ve belki de ilk kez kendi acısı ve öfkesiyle yüzleşiyor. Bu kopuş, aynı zamanda dünyayla olan etkileşiminin de kesilmesi anlamına geliyor. Çünkü dünya onun varoluşunu zaten anlamıyor ve depresyon, bireyi nedeninin dahi farkına vardırmadan yalnızlaştırabiliyor. Bu yoğun duygular, küçük ama etkili oyunculuklarla izleyiciye derinden hissettiriliyor.

En az neyi sevdin? 

Özellikle hastane sahnelerinde Pansy’nin aşırı aksi ve sert tavırları beni biraz zorladı. Mike Leigh’nin kara mizah unsurlarını ustalıkla kullanmasına rağmen zaman zaman Pansy’nin öfkesi ve agresyonu mizahın biraz ötesine geçerek izleyicinin onunla bağ kurmasını zorlaştırıyor gibi geldi.

En çok hangi sahneye yükseldin?  

İki kız kardeşin zıtlıklarını en net şekilde ortaya koyan mezarlık sahnesi beni derinden etkiledi. Pansy ve Chantal, ölen annelerine çiçek bırakmak için mezarlığa gittiklerinde, aralarındaki aşılmaz farklılıklar somut bir şekilde gözler önüne seriliyor. Mike Leigh bu sahnede ikisinin de aynı başlangıç noktasından yola çıkmalarına rağmen bambaşka yönlere savrulduklarını gösteriyor. Bireysel bir süreç olarak yas, şimdiki zamanda inşa edilen bir yol olarak karşımıza çıkıyor. Bu süreçte bireyin kim olduğu kadar çevresiyle kurduğu ilişkiler de belirleyici. Her ne kadar farklı olsalar da bu sahnede Pansy ve Chantal, ortak bir kaybın etrafında birleşiyor.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin? 

Filmin odağında Chantal ve Pansy var ama yan karakterler de hikâyeye derinlik katıyor. Chantal’ın hayat dolu ve birbirleriyle sürekli duygusal alışveriş içinde olan kızları, bir yanda dayanışmanın ve neşenin sembolü olurken Pansy’nin tamamen sessizleşen kocası ve oğlu, yasın yalnızca bireyin kendisini değil; çevresini de nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Özellikle Pansy’nin öfkesini yalnızca “sahip olduğu” iki kişiden çıkarması ve tüm hesaplaşmasını onların üzerinden yürütmesi oldukça acı verici. Bu acıyla yüzleşemeyen oğlu Moses ise filmin en etkileyici karakterlerinden biri. Anneler Günü’nde annesine çiçek alacak kadar kırılgan ve sevgiye muhtaç olan Moses, aynı zamanda annesine ve dünyaya karşı kırgınlığını ve dışlanmışlığını da çok iyi yansıtıyor.