Sevme, sevilme ve kemik hakkı: Marona’s Fantastic Tale

Yazı: Zelal Buldan

Prömiyerini 2019 yılında Fransa’da Annecy Uluslararası Animasyon Film Festivali’nde yaptığı günden bu yana dillerden düşmeyen Marona’s Fantastic Tale, MUBI aracılığıyla Türkiye izleyicisiyle buluştu. Yönetmen Anca Damian’ın görsel dünya ve karakter tasarımı için birlikte çalıştığı isim Belçikalı illüstratör Brecht Evens. Senaryoda ise yönetmene oğlu Anghel Damian eşlik ediyor. Anca Damian, Jackson Murphy’ye verdiği röportajda bu birlikteliği şu sözlerle açıklıyor: “2014 yılında kurtardığım Marona isimli köpekten etkilenmiştim. O dönem başka projede çalıştığım için vakit bulamayınca oğlum bu maceraya katılmış oldu. Anghel’e hikâyenin yapısını ve gerçek hikâyede etkilendiğim karakterleri anlattım. Tabii, Anghel de kendi hayal gücünü ekledi…” 

Bu yazı henüz Marona’s Fantastic Tale filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler

Duygusal izleyiciye uyarı: Filmi izlerken etrafınızda dolanan dört ayaklı bir ev arkadaşınız varsa sizden çok fazla uzaklaşmamasına dikkat edin. Film boyunca kendisine bol bol sarılma ihtiyacı hissedeceksiniz.

Konu nedir?

Geçirdiği kaza sonucunda asfaltın üzerinde bir ize dönüşen Marona’nın hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer. Bu film şeridini izlerken Marona’nın hafızasının izin verdiği ölçüde; duygularına, yol arkadaşlarına ve yaşanmışlıklarına tanık oluruz.

İlk intiba

Film, macerasını izleyeceğimiz baş karakter Marona’nın ölüm sahnesiyle başlıyor. Marona’nın deyimiyle: “Sıfır noktasının sıfır noktası.” Sonunu öğrenerek başladığımız bu filmde, mutsuz son sevmeyenlerin bu aşamada elinin kumandaya gitme olasılığı yüksek. Mutsuz sonlarla derdi olmayıp, izlemeye devam edenler ise Marona’nın dış sesi ile bir köpeğin duygu yüklü yaşamına tanık oluyor.  

Marona’yı ilk olarak Dokuz ismiyle tanıyoruz, dokuz kardeşin dokuzuncusu olması sebebiyle… Kardeşlerinin hepsinin ismini söylemeye gerek yok sanırım: Bir, İki, Üç… Sekiz. Dokuz, büyüdükçe farklı sahiplerinin ona verdiği isimler ile sırasıyla Ana, Sara ve sonunda Marona oluyor. 

Marona’nın film şeridinin başında, “ırkçı” diye tanımladığı Dogo cinsi babası ile karşılaşıyoruz. Sokak köpeklerinden nefret eden babasına karşılık, “Bu dünyada herkesin sevmeye ve kemiğe hakkı vardır.” diyen annesiyle tanışıyoruz. Marona’nın bu cümleyi hayat felsefesi olarak kabul ettiğini öğrendikten sonra;  Marona’nın sevme, sevilme ve kemik ihtiyacıyla dolu hayatını izlemeye başlıyoruz. 

En çok nesini sevdim?

Çok nadir yaşadığım bir durum olarak rahatlıkla, “Her şeyini sevdim!” diyebileceğim bir animasyon… “En” kısmına cevap vermek gerekirse diyaloglar ve çizimlerin altını çizebilirim.

Lizzie Brocherê’nin sesinin Marona karakterine uyumu ve diyalogların şiirselliği bir araya gelince en sıradan cümle bile beni yakalayıp bambaşka dünyalara bıraktı. 

Görsel dünyada ise Brecht Evens’in kalemi bende çoğu zaman filmi durdurup her bir ayrıntıyı inceleme isteği uyandırdı. Daha önce odaklanma problemi olan kişilerin filmleri hızlandırarak izlediğini duyup şaşırmıştım. Ben bu filmdeki her bir çizimi görebilmek için yavaşlatarak izlesem şaşıran olur mu? 

Nasıl hissettirdi?

Film boyunca bir köpeğin hayatı üzerinden empati kurabileceğimiz birçok duyguya tanıklık ediyoruz: Hayal kırıklıkları, kimlik bunalımı, terk edilmek, sevgi, sevgisizlik, korku… Anca Damian da filminde köpeği insanlık için bir ayna olarak tanımladığını söylüyor. Film, bu noktada aynada kendini izlemek gibi: “Sıfır noktasının sıfır noktasında. İsimsiz. Geçmişsiz. Geleceksiz.”