Hayk Kirakosyan için en önemli kriter, projenin ahlaki bileşenleri

Bant Mag. No:76 için Hayk Kirakosyan dâhil çalışmalarını ilgiyle takip ettiğimiz görüntü yönetmenlerinden bir kısmına ulaştık, yanıt alabildiklerimize mesleklerine ve bir sanat formu olarak sinematografiye dair sorularımızı sorduk: Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Bir proje teklifi geldiğinde ne gibi motivasyonlarla kabul ediyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Seyirci kimlikleriyle, bir filmin sinematografi çalışmasından ne gibi beklentileri oluyor? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor?

Hayk Kirakosyan yanıtlıyor

“Bir film çekerken izleyiciyi değil, kendi duygularınızı düşünür ve onların filmdeki yansımalarını fark etmeye çalışırsınız. Seyirci için film yaptığını iddia eden yalancıdır.” 

Filmografisinden kimi duraklar: Neredesin Firuze (2004), Mama (2017), 7YÜZ (2017), Gölgeler İçinde (2020)

Çocukluk yıllarımda hepimiz sinemayı severdik; 1960’lar ve 70’lerde bizi büyüleyen, mutlu eden bir tür külttü sinema. Hep gerçek hayattan ayrılmak ve ekranda yaşayan o büyülü gerçekliğe girmek istedim. Böylelikle 11 yaşında başka bir tutku geliştirdim: Fotoğrafçılık. Farklı gerçeklikler hayal etmek ve gerçeği yansıtan fotoğraflar çekmek. Bu iki tutku, ışık ve gölgeden örülmüş hikâyeler dünyasına beni adım adım götürdü. Sanırım çocukluğumdan beri iyi öğretmenlerim olduğundan şanslıydım ve babam da harika bir arkadaş, akıl hocasıydı. Sinema olmasaydı yapmak isteyeceğim başka bir meslek var mıydı? Evet, mimarlık. Ancak sinema tutkusu daha güçlü çıktı.

Projeyi kabul etme nedenlerim farklı olabiliyor. Motivasyon bazen senaryo, bazen yönetmen ve hatta yapımcının kişiliği… Başlamak için olacaklara inanmam gerekiyor. Benim için en önemli kriter, yaklaşan projenin ahlaki bileşenleridir. Bir insan, bir baba, bir vatandaş olarak projenin ahlakına katılmıyorsam eğer, o projeyi üstlenmiyorum. Peki hatalar oluyor mu? Evet maalesef bazen oluyor. Projeye veya yönetmene inanıyorsunuz ve uygulama sırasında “yanlış gemide” olduğunuzu fark ediyorsunuz. Neyse ki bu nadiren oluyor.

Karar verildikten ve sözleşme imzalandıktan sonra, yönetmenle (ideal olarak sanat yönetmeniyle de birlikte) günlerce, bazen aylarca süren; filmin görüntüleri, karakterleri ve aralarındaki ilişkiler hakkında tartışmalar başlar. Çok önemli bir faktör, yönetmenin bakış açısını ne kadar iyi ifade edebildiği ve gelecek filmin atmosferini nasıl tasavvur ettiğidir. Bu tartışmalardan sonra her birimizin bireysel çalışması başlar. Bu, projeye ve görevlerine bağlı olarak kitaplar okumak, arşiv materyallerinin incelenmesi olabilir; fotoğrafları incelemek, müzeleri ziyaret etmek ve çeşitli uzmanlardan tavsiyeler almak mümkündür. Tabii ki önemli olan nokta, farklı zaman dilimlerinde yapılmış çok sayıda iyi film izlemek. Bu süreç, konuya daha kapsamlı bakmanızı ve diğer filmlerde zaten yapılmış olanları tekrarlamadan kendi çözümlerinizi bulmanızı sağladığı için çok kullanışlıdır. Bunlarla birlikte genellikle ışık ve gölge atmosferini yakalamaya çalışan çok fazla fotoğraf çekiyorum. Paralel olarak tüm materyalleri yönetmen, sanat yönetmeni ve yapımcı ile paylaşarak sonuca yönelik görüşlerini öğreniyorum. Bundan sonra, araştırma çalışmanıza devam etmeniz faydalı olabilir. Bu fikir bulma ve bunları uygulama yolları, belki de tüm film yapım sürecinin en önemlisidir. “Film binasının” gelecekte üzerinde duracağı temeli oluşturmanıza olanak tanır. Bu temel ne kadar doğru bir şekilde kurulursa, işin geri kalanı -filmin çekimi ve post prodüksiyonu- o kadar kolay ve doğru olur.

En çok proje çekimine iyi bir hazırlık yapılmadan başladığı durumlarda zorluk yaşanır. Diğer durumlarda karmaşık bir şey yoktur, iş büyük zevk verir. Film yapımı zevkli, yaratıcı bir süreç olsun isteniyorsa sette çalışan birçok insanın karşılıklı anlayışı önemlidir. Yönetmenin güvenini ne kadar çok hissederseniz, çalışmak o kadar keyifli ve verimli olur.

Her zaman her şey yönetmenin kişiliğine ve ortak yaratım sürecine ne kadar hazır olduğuna bağlıdır. Kendi içine kapalı yönetmenler de var, ekiple birlikte yaratmayı sevenler de. Küçük bir örnek: Bir yönetmen, film ekibiyle projeyi tartışırken “Ben çekeceğim” diyorsa, bu ortak bir yaratıcılığın olmayacağının garantisidir. Birlikte çalıştığım için şanslı olduğum tüm harika yönetmenler her zaman “Biz çekeceğiz” dediler. Bu, önemsiz bir ayrıntı gibi gelebilir ama öyle değil. Etkili bir süreç; birlikte çalışan insanların açıklığı, karşılıklı saygı ve güven ile ilişkilendirilir. Herhangi bir yönetmenin herhangi bir görüntü yönetmeni ile çalışamayacağını da anlamalı, bir çift oluşturulmalı. Bir yönetmen ile görüntü yönetmeninin uzun yıllar harika filmler çektiğine dair pek çok örnek var ancak ayrı çalışmaya başlar başlamaz, birlikte çektiklerine kıyasla daha az başarılı sonuçlar ortaya çıkabiliyor.

Yönetmenle etkili bir iletişim süreci, ancak o yönetmenin yeterliliği ve birlikte çalıştığı insanlara yaratıcı özgürlük vermeye istekli olması durumunda gerçekleşebilir. Diğer tüm durumlarda (birçoğunda olduğunu bildiğimiz gibi) görüntü ve sanat yönetmenleri, yönetmen iradesinin koşulsuz uygulayıcıları hâline gelir ve herhangi bir etkili iletişim sürecinden bahsedilemez.

Bir görüntü yönetmeninin ne zaman inisiyatif alabileceğine gelince… Cevap, yönetmenin  “Biz çekeceğiz” dediği (ve dolayısıyla öyle düşündüğü) durumlarda. Görüntü yönetmeninin projeye katılımı çok yönlü olabilir; yalnızca çekimler sırasında değil, senaryo yazımı ve kurgu aşamalarında da destek verebilir. Her şey yönetmen ve görüntü yönetmeninin kişiliklerine bağlı.

Stalker sanatsal mı yoksa ticari film mi sizce? Çoğu kişi sanatsal diyecektir herhalde ama sizi temin ederim ki sanatsal olduğu kadar ticari de. İki amaca eşit derecede iyi hizmet eden, çok iyi bir film örneği. Filmleri sanatsal ve ticari diye ikiye ayırmak bana pek doğru gelmiyor. Matematik her zaman belirlenen imkânlarla ve bunları uygulayabilecek finansal olanaklarla ilişkili. Elbette, yönetmen ve yapımcının birbirini anlaması, ne yaptığını tam olarak bilmesi ve kabul etmesiyle de… (Bildiğimiz gibi, her zaman böyle olmuyor.) Ve evet, matematik her iki durumda da aynı şekilde çalışır. Çok büyük bütçeleri ve üretim görevleri olan, büyük projelerde farklı çalışır sadece. Bu tür projelerde bireysel yaratıcılık faktörü ortadan kalkar, herkes üretim sürecinin küçük dişlileri hâline gelir.

Fotoğrafçılık hobim olmasaydı, görüntü yönetmeni olmazdım. Fotoğrafçılık hâlâ en sevdiğim hobilerimden biri. Eskiden olduğu gibi, dünyaya âşık bir amatör fotoğrafçıyım hâlâ. Bir fotoğrafçının ve bir görüntü yönetmenin felsefeleri farklıdır ancak fotoğrafçılık pratiği olaylar, zaman, gölge, ışık üzerine düşünmek için mükemmel bir fırsat verir. Tüm bunlar, bir görüntü yönetmeninin film üzerinde çalışması gereken en önemli hususlar. Elbette bir fotoğrafçının becerisine hâkim olmak ve fotoğrafçılık pratiği yapmak mesleğimizde birçok avantaj sağlıyor.

Hayk Kirakosyan
Hayk Kirakosyan

Teorik eğitimin gerekli olup olmadığı sorusuna; kendi kendini yetiştirmiş, başarılı bir şekilde çalışan insanlar da mükemmel teorik eğitime sahip insanlar da olduğu için hem evet hem de hayır ile cevap verilebilir. Bir usta-çırak ilişkisi, en iyi ihtimalle, yalnızca zanaatta ustalığa yol açar. Ben teorik eğitimin gerekli olduğuna eminim. Eğitim ne kadar geniş ve derin olursa, kişiliğin boyutu, dolayısıyla üzerinde çalışılması gereken ahlak, etik ve estetik anlayış da o kadar geniş ve derin olur. Doğru pozlama öğrenmek için iki hafta yeterlidir, ancak bir yaratıcı ve sanatçı olmak için bir ömür yeterli olmayabilir. Teorik eğitim bu yolda en önemli araçlardan biri.

Beni en çok besleyen şey olan doğa; en büyük yaratıcı ve sanatçıdır. Doğanın mükemmelliği ve güzelliği ile karşılaştırılabilecek tek bir insan yaratımı yok. Eh, doğanın yanı sıra edebiyat, resim, heykel ve mimarlık da var. Bu sanat formlarının her birinin çalışmalarım üzerinde derin bir etkisi var. Edebiyat ve felsefe, zaman ve ahlak bağlamında özgüvene yardımcı olur. Resim -sessiz şiir gibidir- duyguları renkler ve gölgelerle yansıtmanın; heykel ve mimari, mekân kullanımının mükemmel örneklerini sunar. Sanattaki tüm bu faktörler mesleğimizin önemli bileşenleridir.

Bir film çekerken izleyiciyi değil, kendi duygularınızı düşünür ve onların filmdeki yansımalarını fark etmeye çalışırsınız. Seyirci için film yaptığını iddia eden yalancıdır. Öte yandan, izleyici kimdir günün sonunda? Çok ve aynı sayıda fikir, tutku, duyguya sahip olan; eğitimi olan ve olmayan insanlar. Herkesin ortak olarak beğenebileceği bir şey yok.

Bazen en popüler filmlerin, en bayağı ve ilkel filmler olduğuna tanık oluyoruz. Görevimiz “izleyiciyi” memnun etmekse, çoğu film tam da bu olmalıydı. Ama fenomen şu ki, izleyicinin kendisi ve beklentileri çok farklı. Peki film yapan sinemacı, ne çeşit bir izleyici kitlesine güvenmeli? Size söyleyeyim: Hiçbirine. Sadece kendi hakkında, duygularında, söylediği ve gösterdiği şeyde samimi olmalı. Komik bir örnek: Şimdi yeni bir projenin hazırlığındayım, yaklaşan çekimlerle ilgili birçok konuyu her gün yönetmen ve yapımcıyla çok keyifli biçimde tartışıyoruz. Ve dün yönetmen bana dedi ki: “Sen benim seyircim değilsin, benim görüntü yönetmenimsin. Gözlerine, hislerine, ellerine inanıyorum ve güveniyorum, ihtiyacım olan o resimsel atmosferi yaratabilecek olan sensin.” İlginç, değil mi?

Görüntü yönetmeninin yaptığı iş, yalnızca çok iyi eğitimli ve görsel dili takdir edebilen, özel bir izleyici kitlesi tarafından fark edilebiliyor genel olarak. Gerçek şu ki böyle izleyiciler çok az var. Seyircinin büyük bir kısmı filmi oyuncuların yüzleri ve söyledikleri sözler aracılığıyla algılar. Bu nedenle, aynı şekilde, izleyiciyle “temas” çoğunlukla görüntü yönetmenin değil yönetmenin elindedir.

İyi bir sinematografi, yönetmen tarafından belirlenen görevle mümkün olduğu kadar bütünleşen bir görsel çalışmadır. Ve görevlerin farklı olabileceğini anlamalısınız, yani onlarla bütünleşen görsel çalışmalar da farklı olabilir. Bir film güzel manzaralara sahip olabilirken, diğerinde bir çöplük veya çok fazla CGI olabilir ya da hepsi birlikte tek filmde olabilir. Ben filmi sesi kapalı izleseniz bile görmenizi, anlamanızı ve hissetmenizi sağlayacak, iyi bir sinematografi formüle ediyorum kendi adıma. Aslında görüntü yönetmeni, sessiz bir film çekmeli. Bir hikâyeyi anlatmanın en önemli parçalarından biri, etkileyici bir atmosfer yaratma yeteneğidir. Ve genel olarak, güzellik nedir ki? Biçim ve içeriğin uyumudur. Film özelinde uyum mu yoksa uyumsuzluk mu gerektiğine siz karar verirsiniz, her iki karar da doğru ve iyi sinematografinin temeli olabilir.

Pelikül ve dijital görüntüler farklıdır, farklı estetiğe sahiptirler, teknolojik olarak da farklı renk derinliklerine sahiptirler. Bu nedenle her bir durum için neye ihtiyacınız olduğunu anlamanız gerekir. Bir yerde pelikül en iyi bir çözüm olabilir, bir yerde dijital teknoloji. Kendi filmlerimden örnek verirsem Neredesin Firuze pelikülle çekildi, Gölgeler İçinde dijital kamera ile. İhtiyaçlarımız için doğru teknolojiyi seçtiğimize inanıyorum. Herkese uyan tek bir çözüm yok. Hem film hem de dijital teknolojinin kötü kullanımına ilişkin yüzlerce örnek vardır ve bunun tersi de geçerlidir. Sonuçta konu şu ya da bu şekilde teknolojinin ne kadar iyi veya kötü olduğu değil. Yönetmen ve görüntü yönetmenlerinin tüm olanaklar hakkında bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi ne kadar iyi kullanıp kullanamayacakları önemli.

Son filmimi dijital kamerayla çektim ve yenisini pelikülle çekeceğim. Herhangi bir kısıtlama olmasaydı hangi teknolojiyi seçerdim? CGI kullanımından bahsetmiyorsak, bu ikilem benim için hâlâ ikincil. Tabii ki sinemacıların farklı teknolojiler ve araçlar kullanma fırsatına sahip olması harika bir şey. Ama maddi kısıtlamalar olmasaydı, kişisel olarak her şeyden önce daha fazla zaman isterdim. Mükemmel bir hazırlık ve çekim süreci için… Daha sonra projeyi çekmek için daha uygun olan teknolojiyi seçerdim.

Tabii ki ilham aldıklarım var. Hem eskinin hem de şimdinin büyük ustalarından filmler var. Sonsuzluğa uğurladığımız isimlerden sayarsam: Daniil Demutsky’den Zemlya, Dziga Vertov’dan Man with a Movie Camera, Gregg Toland’dan Citizen Kane, Sergey Urusevsky’den The Cranes Are Flying, John Alcott’dan Barry Lyndon, Néstor Almendros’dan Days of Heaven, Georgy Rerberg’den Mirror, Sven Nykvist’den Persona. Günümüzde çalışanlardan ise Vittorio Storaro’dan The Conformist, Apocalypse Now, The Last Emperor, Dick Pope’dan Swept from the Sea, Vera Drake, Mr. Turner, Roger Deakins’den The Assassination of Jesse James by the Coward Robert ve The Man Who Wasn’t There, Slawomir Idziak’dan Three Colors: Blue, Gattaca ve Black Hawk Down.

“Neden diğerleri değil de bunlar?” diye sorabilirsiniz. Kendi adıma görüntü yönetmenlerini iki gruba ayırıyorum. Biri “pozometreler”, bunlar çoğunlukta. İkincisi “sanatçılar”, her zaman sayıları daha az. Birinci grupta iyi ve kötü görüntü yönetmenleri olabilir, ikinci grupta ise sadece iyileri bulunur. Pozometre olanlar, hangi yönetmenle çalışırlarsa çalışsınlar hayatları boyunca aynı görüntüyü çeker. Sanatçılar ise tüm filmlerde farklı bir görüntüye sahiptir, hangi yönetmenle çekim yaptıklarına göre değişebilir. Beni ilgilendiren de tam olarak bu, çünkü bu insanlar her zaman çeşitlidir, çalışmaları benzersiz bir bireyselliğe sahiptir ve aynı zamanda her daim ilgi çekicidir.

Ve son bir açıklama: Görüntü yönetmeninin çalışmasını, yönetmenin ve sanat yönetmeninin çalışmasından ayırmanın imkânsız olduğuna inanıyorum. Yani iyi bir sinematografiden bahsediyorsak eğer, mutlaka hem yönetmenin hem de sanat yönetmenin elinin değdini anlamalısınız. Kötü bir yönetmenin filminde iyi bir sinematografi olamaz ve tam tersi, iyi bir sinematografi görüyorsanız, bunun iyi bir yönetmenin filmi olduğundan emin olun.

Hayk Kirakosyan’ın yanı sıra A. Emre Tanyıldız, Ahmet Sesigürgil, Barış Aygen, Deniz Eyüboğlu, Feza Çaldıran, Gözde Koyuncu ve Orçun Özkılınç’ın yer aldığı 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:76’ya ulaşabilirsiniz.