Deniz Eyüboğlu hikâyeyle aynı dili konuşabilmeyi önemsiyor

Bant Mag. No:76 için çalışmalarını ilgiyle takip ettiğimiz görüntü yönetmenlerinden bir kısmına ulaştık, yanıt alabildiklerimize mesleklerine ve bir sanat formu olarak sinematografiye dair sorularımızı sorduk: Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Bir proje teklifi geldiğinde ne gibi motivasyonlarla kabul ediyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Seyirci kimlikleriyle, bir filmin sinematografi çalışmasından ne gibi beklentileri oluyor? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor?

Deniz Eyüboğlu yanıtlıyor
“Kamera departmanında çalışmaya başladığımda Türkiye’de bu işi meslek edinmiş, kendine piyasada yer edinmiş bir kadının olmadığını duyunca bir süre inanmakta güçlük çektim.”

Filmografisinden kimi duraklar: Canavarlar Sofrası (2011), Kusursuzlar (2013), Karışık Kaset (2014), Aether (2019)

Ailemde çoğunluk eğitmen olsa da isteklere başkaldırıp heykeltraş olan da olmuş, tiyatro aşkıyla yazar ve yapımcı olan da olmuş. Ben ise her ne hikmetse çocukluk hayalim olan mimarlığı es geçip, lisede ekonomi okuyup, ardından üniversitede yedekten Galatasaray İletişim’e girdim. Ne yaparım, ne ederim diye geçti ilk seneler. Reklam mı, halkla ilişkiler mi derken, sinema-tv’ye göz kırptım ama bölümdeki çoğunluğun aksine yönetmen olmak hiçbir zaman aklımdan geçmedi. Görüntü yönetmenliği diye bir mesleğin varlığından haberdar olduğumda 3. sınıftaydım. Henüz bu mesleğin bana ya da benim ona ne kadar uygun olduğumu bilmiyordum. Fotoğrafçılığa ve resim sanatına olan merakım, görsel hafızamın kuvvetliliği ve ışık/gölge oyunlarına olan ilgim, ders seçimleri esnasında, bu alanın ne kadar benlik olduğunu farketmemi sağladı.

Kamera departmanında çalışmaya başladığımda Türkiye’de bu işi meslek edinmiş, kendine piyasada yer edinmiş bir kadının olmadığını duyunca bir süre inanmakta güçlük çektim. İlklerden biri olabileceğim fikri beni heyecanlandırmıştı. Başladığım yıllarda pek çok ön yargıyla karşılaştım. Bir azınlık dışında, uzun süre dayanabileceğime inanan pek olmadı. Bu insanı hem yıldırabilir hem kamçılayabilir. Her gün kamçıladığını söyleyemeyeceğim ama hiç yılmadım. Ancak bu yolculukta yalnız değildim. Bana kol kanat geren ustalarım olmasa belki azmimle bile kendimi ispatlayamazdım, attığım adımları atıp bugünlere gelemezdim. Bu da bana sektördeki usta-çırak ilişkisinin önemini öğretti.

İstediğiniz kadar okullu olun, bu sektörde usta-çırak ilişkisinden beslenmek en değerli unsurlardan biri. İnsan ilişkileri; yerinde, setine ve ekibine göre, o anki durumun ihtiyacına göre deneyimlerini paylaşan birinden edinilecek bilgiler maalesef kitaplarda yazmıyor. Bu çalışma şekli dijitale geçişle birlikte çok sekteye uğradı gerçi; negatif zamanında herkes çok daha profesyonel, çok daha titizdi. Elbette imkânımız olsa pelikülle çalışmayı tercih ederdim eskisi gibi, çok daha ince eleyip sık dokunan zamanlardı. Her bir karesi çok kıymetli olduğundan, bütün departmanlar mecburen misliyle disiplinliydi ki bu benim için olmazsa olmaz bir özellik. Yine de şu anda çalıştığım ekiplerde aynı titizliği gördüğüm için mutluyum.

Sette olmak, ışık yapmak, hayal edilen ambiyansı yaratmaya çalışmak, beni en çok mutlu eden anlar diyebilirim. Sette verimli olabilmem o işe olan inancımla bağlantılı, bu yüzden gelen tekliflerde seçici davranıyorum. Ya hikâyeye ya da yönetmene gerçekten inanmış olmam gerekiyor. Kısa ya da uzun olmasından çok yaratıcısıyla aynı dili konuşabiliyor olmam önemli benim için. Buna bir de ekipteki uyum eklenirse, o enerji izleyiciye mutlaka geçiyor.

Senaryoyu okurken bana o bir duygu veriyorsa, kafamda planlar canlanıyorsa, hatta kim oynamalı gibisinden cast düşünmeye başlıyorsam, o işe kanım kaynamış demektir. Yönetmenle daha ilk tanışma toplantımda edindiğim izlenim, benim o işi onunla yapıp yapmayacağımı belirler; sonrasında senaryo üzerinden beraber geçerken kafasındaki dili, atmosferi benimle paylaşır, ben de bu dünyayı yaratacak teknik elemanları ona sunarım, ona fikirler veririm ya da olasılıkları sayarım. Sonra birlikte mekân gezisine çıkarız, uygun olanlara beraber karar veririz ve sete çıkmadan olabildiğince detaylı bir çekim listesi yapmaya çalışırız; açılarımızı, hareketlerimizi konuşuruz. Ön hazırlığımız ne kadar sağlam olursa sette o kadar rahat ederiz. Sette beklenmedik aksilikler olursa da yönetmeni rahatlatacak alternatifler sunmaya gayret ederim, olur da herhangi bir sebepten kafası o gün yoğunsa, tasalandığı başka şeyler varsa, çaresiz ya da yetersiz gibi görünürse, mümkün olduğunca alternatifler sunarak onu yönlendirmeye, fikir yürütmesini sağlamaya çalışırım. İşte bu yüzden yönetmen ile karşılıklı güven ve açık olabilmek çok önemli.

Neyse ki kariyerim boyunca çoğuna can-ı gönülden emek verdiğim işlerde çalıştım. Tabii ki bu bahsettiklerim çoğunlukla uzun ve kısa metraj film ya da yaratıcı anlamda var olduğum dizi formatları için geçerli. Reklam gibi ticari mecralarda bu tip ön çalışmalar ve titizlikler pek sık aranmıyor, vakit de olmuyor. Her işin kendine has avantajları, beklentileri ve dezavantajları oluyor.

Mesleğimin sinema aşkıma tek negatif yansıması, film izlerken dikkatimin kimi zaman hikâyeden kopuyor olması. Mesleki deformasyon zamanla oluşuyor. O kadar çok stil, tekniğe takılıyorum ki hikâyeden kopuyorum bazen. Özellikle de görüntüleri çok beğeniyorsam oluyor.

Zaman görüntü yönetmenliğinin benim için biçilmiş kaftan olduğunu gösterdi bana. İnsanın bu kadar sevdiği bir işi yapabiliyor olması büyük lüks. Sadece doğru zamanda doğru yerde olup bir fotoğrafçı gibi o ânı kaydetmek değil de hikâyeye hizmet eden, istediğin, tasarladığın, kendi yarattığın ışığın o atmosfere dönüştüğüne tanık olmak büyük bir haz benim için.

Elbette işsiz kaldığım haftalar hatta aylar olduğunda liseden sonra. Türkiye’de kalmayıp kabul olduğum Sorbonne İletişim’e gitseydim, acaba hayatım ve kariyerim nasıl bir yönde ilerlerdi diye ara sıra sorgularım hâlâ. Ama tekrar bir sete çıktığım ilk adımda, ışık ölçerimi elime alıp, vizörden baktığım an tüm bu düşünceler yok oluyor. Ânında son 22 seneme bakınca pişmanlığım yok diyorum.

Deniz Eyüboğlu’nun yanı sıra A. Emre Tanyıldız, Ahmet Sesigürgil, Barış Aygen, Feza Çaldıran, Gözde Koyuncu, Hayk Kirakosyan ve Orçun Özkılınç’ın yer aldığı 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:76’ya ulaşabilirsiniz.