The Sopranos A'dan Z'ye
“Anti-kahraman nasıl yazılıp, oynanır?” sorusuna 2000’ler başında ders niteliğinde bir cevap olan The Sopranos, oyunun kurallarını baştan yazan, televizyonun çehresini sonsuza dek değiştiren o efsane dizilerden. Yaratıcısı David Chase, Tony Soprano’nun gençlik yıllarını The Many Saints of Newark ile önümüze getirmişken, bir yandan da HBO ile bir spin-off projenin görüşmelerini sürdürürken; The Sopranos evrenine yeniden dalmanın, anıları ve bilgileri tazelemenin tam zamanı olduğunu düşündük.
A.J.
Antony John Soprano. Türlü fiyaskolar ve aldığı keskin virajlarla anlatı boyu puslu bir ton tutturan A.J.’i izlemek, eh, biraz güç bir deneyimdi. Geçirdiği panik ataklar kuşaklararası öykünün mirası olsa da… Bu depresif ve çalkantılı ruh hâli, seçmelerde hiç şansı olmadığını düşünen oyuncu Robert Iler’ın bizzat kendisini de rolden etkilenenler arasına sokmuştu. Diğer taraftan A.J.’in sırtına attığı Slipknot yağmurluğu alt kültürün ikonik bir simgesi hâline geldi. Bir röportajda Robert Iler, dizinin kostüm tasarımcısı Juliet Polcsa, ajsopranoshirts’ın yaratıcısı Elisa Susini ve Slipknot’ın “Clown”u Shawn Crahan gibileri bir araya gelmiş; Crahan grup adına konuşurken bu karakterin gizini de üflemişti: “Kendimizi herkesin olması gerektiğini düşündüğü ya da olabileceğimizi düşündüğü bütün şeylerden böyle ayırıyorduk.”
Bilinçaltı
Bilinçdışının en iyi referansı olmuş rüyalar, The Sopranos anlatısının da kalbinin ortasında yer alıyor. Bir uyuyup bir uyanarak fevkalade düşleri arasında gezinen Tony’yi izlemenin, bir nevi imgelem yetimizi çoğalttığını söylemek mümkün. Dr. Melfi’nin odasında Tony’nin bilinçaltı dünyasına girişimizi, penisini düşürüp bir kuşa kaptırdığı o metaforik rüyayla yaptık. Dr. Melfili fantezilere istinaden “Pax Soprana” ve duyguların tuhaf ritimdeki akışı esnasında Pussy karakterinin sesinden konuşan koca balıkla tanıştığımız “Funhouse” bölümlerini de hatırlamadan geçmeyelim. “The Test Dream” ise oturduğunuz yere çivileyen ve loop’a alınası bir bölümdü; gerek içerdiği referanslar gerekse Tony’nin zihninin dehlizlerindeki korkuları deneyimletmesi yönünden alışılmadık bir seyir olarak hafızalara kazındı. Tony’nin rüyaları bugüne dek The Sopranos izleyicisi tarafından defalarca kez analiz edildi.
Carmela
Carmela’nın anlatı boyunca “sevgi dolu bir anne” ve “destekleyici bir partner” olduğunu söylesek, ne kadar yanılmış oluruz? Muhtemelen biraz fazlaca. Alışkın olduğumuz üzere, “kirli işler”in yürümesi kadınlar adına bir sır değil, yük kaynağı. Bu doğrultuda Tony’yle kurduğu bağ, The Sopranos’u The Sopranos yapan başlıca materyallerden oldu. James Gandolfini ve Edie Falco’yu Emmy’yle buluşturan “Whitecaps” dâhil hemen her bölümde, yüzleştikleri her sahne, yıkıcı olduğu kadar dönüştürücüydü de. İkili ardında bıraktığı peri tozunu süpürtedursun; Carmela’nın çocukları A.J. ve Meadow’la kurduğu ilişki de müstesna kaldı. Şimdi hayal etmesi çok zor gelse de aslında Dr. Melfi’yi canlandıran Lorraine Bracco (aynı zamanda Goodfellas’ın Karen’ı) Carmela karakteri için ilk düşünülen isimdi. Kendisi hep benzer kadın rollerini canlandırmaktan bıktığı, farklı bir karakter macerasına atılmak istediği için bu rolü reddetmişti.
David Chase
The Sopranos’un meşhur yazarı ve yapımcısı David Chase, projeyi yaratırken kendi hayatından fazlasıyla esinlenmiş. Babasıyla hırdavatçı dükkânındaki ortağının Newarklı olması ve Soprano soyadının ortağının oğlu Robert Caselli’nin kuzeninin ailesinden gelmesi, en başta dikkat çeken detaylardan. Mafya hikâyelerine çocukluğundan beri ilgi duyduğunu, çocukken sınıfta yaptığı “Eğer onlara ihanet ederseniz, nerede olursanız olun sizi bulacaklar. Ve hepiniz ölmüş olacaksınız. Ne olursa olsun sizi bulacaklardır.” sözleriyle biten konuşmasıyla anımsıyor. Tony Soprano’nun annesiyle olan ilişkisine de (ki dizinin ilk sezonlarında anlatının odağına yerleşmişti) Chase’in kendi annesiyle yaşadıkları ilham vermiş. The Sopranos, aslen 90’ların ortalarında, bir sinema filmi olarak tasarladığı bir proje. Hatta Tony karakteri için Robert De Niro’yu düşünürken, annesi için de aklında olan isim Anne Bancroft’muş. Hikâye bir televizyon projesine dönüştükten sonraysa Chase’in Tony Soprano rolü için Gandolfini’den önce düşündüğü isimler arasında dizide Silvio Dante olarak izlediğimiz Steven Van Zandt, Jackie Aprile’a hayat veren Micheal Rispoli, Goodfellas’dan Ray Liotta ve Without a Trace’in Jack Malone’u Anthony LaPaglia sayılıyor.
Emmy
The Sopranos’un altı sezonluk macerası tam 111 Emmy adaylığına ve bunların arasından kazanılan 22 ödüle tekabül ediyor. Emmy’lerde yedi kez En iyi Drama Dizisi kategorisinde yarışan yapım iki kez bu ödüle layık da görüldü. Böylece kayıtlara Emmy tarihinde bu ödülü kazanan ilk kablolu televizyon dizisi olarak geçti. James Gandolfini, Edie Falco ve Michael Imperioli gibi isimlerin oyunculukları ödüllendirilirken; dizinin külliyatından “College”, “Employee of the Month”, “Whitecaps”, “Long Term Parking”, “Members Only” ve “Made in America” bölümleri de altı kez En iyi Senaryo ödülüyle buluştu.
Final
6. sezonun 21. bölümü, 6. sezonun 2. kısmının 9. bölümü veya serinin 86. bölümü. Ne dersek diyelim, The Sopranos’un akıldan çıkmayan finali “Made in America” o. Sürekli çınlayan kapı ziliyle bizi Pavlov-vari bir deneysellik içine sürükleyen sahnede Tony her yeri net gören bir yerleşkede, mekânın kapısını tam karşısına almıştı. Bizler “Don’t Stop Believin’” eşliğinde yemek masaları arasında dolanırken, Meadow çıkagelmiş ve ekranın şalterleri atmıştı. Bu deneyim karşısında afallayarak gözümüzü David Chase’e diksek de o, bu finalin Tony’nin belirsiz yaşantısına iyi bir son getirdiği görüşünde. Nitekim geçen yıl konuk olduğu bir podcastte ağzından talihsiz bir kelime kaçırdı ve “ölüm sahnesi” ifadesini kullanarak zihninde yatanları açık ediverdi.
Gazete
Sıkı The Sopranos izleyicilerinin net hatırladığı detaylardan biri de sezon açılışlarında Tony’nin atletiyle bahçeden gazetesini aldığı sahneler olmalı. Bu döngü 5. sezonda kırılıyor. 5. sezonun girizgahında kamera önce yeni evi tarıyor, sonra da yerden alınmamış gazetenin üzerinden Meadow’un arabasıyla geçişini takip ediyor. Bir metafor mu, Tony’nin evini değiştirmesi gerçeğinin altının çizilmesi mi, emin olamasak da nihai sonuç Sopranos ailesinin dağılmasıydı. Sahneler karşılaştırıldığında, bazı küçük nüansları görmek de mümkün. 3. sezonda kamera Tony’nin etrafında dönerken ve gazetesi de kadrajdayken canlandırıcı, hareketli bir elektronik rock patlaması duyuyoruz. 4. sezondaysa Afrika Bambataa ve Sex Pistols ile Public Image Ltd.’ın John Lydon’unun ortak projesi Time Zone’dan pek manidar “World Destruction” kulaklarda.
HBO
The Sopranos’un ABD televizyonu ve HBO’yla da çarpıcı bir ilişkisi var. Projenin ilk başta bir film olarak kurgulanması ve Chase’in televizyona karşı çekimser yaklaşmasının ardındaki sebepler aslında oldukça mantıklı. Öncelikle televizyon 90’larda komplike karakter ve hikâyeler için o kadar da tercih edilen bir mecra değildi. Hele ki sinemanın olanakları hesaba katıldığında. Nitekim The Sopranos’un HBO’da kendine yer bulabilmesi televizyonun ilerleyen yıllardaki potansiyelinin algılanışına dair de pek çok şeyi değiştirmiş görünüyor. Tony Soprano, daha sonraları televizyonda izlediğimiz birçok anti-kahramanın da fitilini ateşledi. Tabii ki HBO başta The Sopranos için ayırdığı yüksek bütçeden dolayı bir tedirginlik yaşadı. Ama projenin yakaladığı büyük başarı ve şöhret, daha sonraki yüksek bütçeli birçok yapımın yolunu açtı. Diğer yandan uzun metrajda ısrarcı olan birçok yaratıcı ekip de The Sopranos sonrasında HBO’yla ciddi düşünmeye başladı.
İkinci bahar
The Sopranos ikinci baharını sadece bu dosyanın çıkış noktası olan The Many Saints of Newark ile yaşamıyor. Geçtiğimiz sene pandemi döneminde Michael Imperioli (Christopher Moltisanti) ve Steve Schirripa (Bobby Baccalieri) Talking Sopranos adında bir podcast hazırlamaya başladılar. Bu seri aynı zamanda YouTube’da da video içeriği olarak yayınına devam ediyor. The Sopranos bölümlerinin teker teker masaya yatırıldığı, dizi ekibinden konukların alınarak çekim süreci üzerine muhabbetlerin çevrildiği Talking Sopranos’la dizinin bir nevi ikinci baharını yaşadığını söyleyebiliriz. Programın web sitesinden Steve ve Micheal’in favori restoranlarının listesine ve çok daha fazlasına göz atabilirsiniz. Binlerce dinlemeye ulaşan bölümler, dizinin fanatikleri tarafından sevilerek takip ediliyor şüphesiz. Sadece YouTube’daki Talking Sopranos kanalının an itibariyle 129 bin abonesi var.
James Gandolfini
Söz konusu The Sopranos olunca, üzerinde durulması gereken en temel konulardan biri Gandolfini’nin ta kendisi elbet. Rolü Gandolfini’ye teslim ettikten sonra Tony karakterinin planlanandan bambaşka bir karaktere dönüştüğünü söylüyor David Chase. Mizah yönü baskın ve yumuşak huylu olarak yazılmış bu karakteri kendi yorumuyla köşeli ve sert bir hâle getiren Gandolfini, dizi çoktan ekrana veda etse ve kendisinin ölümünün üzerinden yıllar geçse de hâlâ bu performansıyla anılıyor. Bir rivayete göre Gandolfini bazı sahnelerde karakterini daha gerçekçi ve öfkeli gösterebilmek adına ayakkabısının içine taş koyarak oynamış. Bazı kahvaltı sahnelerinde arzu edilen yorgun görünümü elde edebilmek için de önceki geceleri uyumadan geçirmiş. Tüm zamanların en iyileri arasındaki yerini hâlâ koruyan seride yazar ekibinin ve hikâyenin başarısını peşinen kabul etsek de Tony Soprano’yu performansıyla fenomenleştiren James Gandolfini’ye de hakkını teslim etmek gerek. 4. sezonda Christopher’ın Tony’ye kilosu yüzünden 50 yaşına gelmeden kalp krizinden öleceğini söylemesinin ardından James Gandolfini’nin henüz 51 yaşındayken kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılmasıysa üzücü bir detay olarak akla geliyor.
Katı senaryo kuralı
David Chase, James Gandolfini’yi beklenmedik derecede gerçekçi mafya sekansları sonrası performansında bir tık özgür bırakmış olabilir. Ama ekibin geri kalanı için işler asla böyle değilmiş. En ufak bir değişiklik hâlinde bile ekibin karşısına dikilen Chase’in emprovizasyona pek alan tanımayan bir yaratıcı olduğunu anlıyoruz. Bunun yerine senaryosundan istediği verimi alabilmek adına oyuncularına özel notlar hazırlıyor ve set tasarımını; yönetmenleri ve tüm ekibi “denetlemeyi“ sonuna kadar bırakmıyormuş. Üstelik Dr. Melfi sahnelerinde bir kural daha işlemiş: Kamera yerinden oynamayacak.
Livia
Nancy Marchand’ın dudak uçuklatan performansıyla karşımıza çıkan Livia, Tony’nin annesi ve The Sopranos anlatısının kara kutusu. Sivri dilli, zorba, paranoyak gibi nitelemelerle anılsa da takdir edilmemiş bir hayatın yansımasını görüyoruz onda. İlk iki sezon boyunca dizinin ana hikâye örgüsü olan Tony ve annesi arasındaki ilişki, Chase’in kendi geçmişiyle ilintilenmesiyle anılıyor. Livia’nın aslında ilk sezon sonunda ölmesi planlanmış.. Ancak çekimler sürerken Nancy Marchand kansere yakalandıktan sonra ekibe diziye devam etmek istediğini söylemiş. İşler böylece değişiyor. Bu naif istek yerine getiriliyor, senaryo yeniden düzenleniyor ve 2000’de hayatını kaybeden oyuncuya alışılmadık bir şekilde veda ediliyor. Livia’nın dizideki son sahnesi için CGI teknolojisi kullanıldı; başka bir oyuncunun bedenine onun yüzü eklendi. Böylelikle o hayattayken yazılmış son kuple de arşivdeki yerini almış oldu.
The Many Saints of Newark
Dosyamıza vesile olan The Sopranos evreninin uzantısı The Many Saints of Newark, dizinin çok konuşulan finalinden 14 sene sonra geldi. Yönetmen koltuğuna dizinin 9 bölümünün altında imzası olan, adına Game of Thrones’dan da aşina olduğumuz Alan Taylor’ın oturduğu filmin senaryosu ise David Chase ve Lawrence Konner’a ait. Hikâye 1960’lar New Jersey’sinden bir kesit sunarken, Tony Soprano’nun gençliğine ve amcası Dickie Moltisanti ile ilişkisine odaklanıyor. Sopranoların arka planı ve Newark’ın mafya ilişkileri anlatının temelinde. Ama aynı zamanda dönem ABD’sinin atmosferine dair bir yorum da getiriliyor. Oyuncu kadrosunda Vera Farmiga, Corey Stoll, Billy Magnussen, Alessandro Nivola, Ray Liotta ve John Magaro gibi isimleri görüyoruz fakat şüphesiz ki bu kadroya dair altı çizilmesi gereken detay, Tony Soprano’nun gençliğine James Gandolfini’nin oğlu Michael Gandolfini’nin hayat vermesi.
New Jersey
Dizide Silvio Dante’nin sahibi olduğu ve son olarak “When the Music’s Over”ın çalındığı striptiz kulübü Bada Bing!, New Jersey’de yer alan, gerçek bir mekân. Bu mekânın orijinal ismi Satin Dolls. New Jersey atmosferini mükemmel bir şekilde taşıdığı söylenen dizi, şüphesiz cazibesini stüdyolara sıkışıp kalmamasından da alıyor. Tabii bu durumun çekimleri zorlaştırdığı zamanlar da yaşanmış. New Jersey’de bir şekerleme dükkânında çekilecek bir sahneyi durdurmak isteyen Bloomfield İlçe Konseyi, diziyi İtalyan asıllı Amerikalılar için fazla saldırgan addetmiş. Ama tahmin edileceği üzere dozajda herhangi bir değişikliğe gidilmemiş. Görmüş geçirmiş The Sopranos konutunun da North Caldwell’de bulunan bir ev olduğunu ekleyelim. Hatta bu ev 2019’da 3,5 milyon dolarlık bir fiyatla satılışa çıkarılmış.
Oyuncu olmayan oyuncular
The Sopranos’un oyuncu performansları ödüllere boğulsa da kadroda esasen oyuncu olmayan isimler de var. Silvio Dante karakteriyle izlediğimiz Steven Van Zandt, Bruce Springsteen’in 1972’de başlattığı New Jersey menşeli E Street Band’de müzisyen kimliğiyle tanınıyordu. David Chase daha önce oyunculuk deneyimi olmayan biri tarafından canlandırılmasını istediği Tony Soprano rolü için müzisyeni gözüne kestirince işler değişmiş. Steven Van Zandt, Chase’i etkilemeyi başarmış ve seçmelere davet edilmiş. Fakat rolün daha deneyimli birine gitmesine karar verilince, Tony Soprano’nun sağ kolu Silvio Dante olarak projede kendine yer bulmuş. Steven Van Zandt’a The Sopranos yolculuğu boyunca -yine oyunculuk deneyimi bulunmayan- eşi Maureen Van Zandt’ın, Gabrielle Dante rolüyle eşlik etmesi de sevdiğimiz trivialardan.
Pine Barrens
The Sopranos’un 3. sezonunun 11. bölümü “Pine Barrens”, final bölümünden sonra en çok konuşulan bölümlerden biri. Buram buram kara mizah kokan bölümde Paulie ve Christopher’in karlı bir günde ormanda geçen maceralarını izlemiştik. Üstelik hikâye akışı içerisinde pek de işlevi olmamasına rağmen. “Pine Barrens”, Terence Winter ve Tim Van Pattern tarafından, Pattern’ın gördüğü bir rüyadan hareketle kaleme alınmış. Bunun yanında Steve Buscemi’yi yönetmen koltuğunda gördüğümüz dört bölümün ilki olma özelliği taşıyor. Görüntülere hâkim olan karlı atmosferden olsa gerek, bölümün Fargo’ya referans verdiğini düşünenler oldu hep. Ama Buscemi’ye göre bu atmosfer hesaba katmadıkları hava koşullarının bir neticesinden ibaret.
Reji
The Sopranos ailesine yönetmen koltuğunda kimler eşlik etmedi ki… New Jersey’de büyüyen David Chase, kâğıtları titizlikle doldurmayı sürdürse de dümeni rejiliğe sadece iki kere çevirdi: Pilot bölüm ve “Made in America”. Geçmişine Sex and the City, The Wire, Rome gibi işler yazdıran, Boardwalk Empire’da da hatırı sayılır bir bölümün arkasında konumlanan Timothy Van Patten; rejiyi bir süreliğine taçlandıranlardandı. Vefatının ardından 6. sezonun 12. bölümü “Kaisha”nın adına ithaf edildiği John Patterson ise ilk 5 sezonun tırnak kemirten finalleri dâhil tam 15 bölüme imza attı. Allen Coulter (Remember Me), Alan Taylor (Game of Thrones), Steve Buscemi (Oz), Jack Bender (Lost) gibi isimler listeyi kabartan diğerleri.
Sıkı Dostlar
The Sopranos yayın hayatı boyunca Martin Scorsese’nin Goodfellas’ıyla dirsek temasında kaldı ve Goodfellas kadrosundan tam 27 isim dizide kendine yer buldu. Bu listede Lorraine Bracco, Tony Sirico, Michael Imperioli, Suzanne Shepherd, Tony Darrow, Tony Lip, Frank Vincent, Tobin Bell, Vincent Pastore gibileri var. Dizi sık sık Goodfellas’a göndermede bulunsa da Scorsese dizinin yalnızca birkaç bölümünü izlediğini ve pek de bağ kuramadığını ifade etmiş. Referansların çoğunun odağında Goodfellas’da Spider, dizide ise Christopher karakterine hayat veren Micheal Imperioli var. Goodfellas’da Joe Pesci’nin karakteri Tommy DeVito’nun kendisine içki getirmemesi sebebiyle ayağından vurduğu Spider’ın, The Sopranos’da Christopher olarak bir fırıncıyı yine ayağından vurması, bu göndermelerden biri. The Sopranos’daki başka Goodfellas referanslarını anımsamak isteyenleri şuraya alabiliriz.
Tony Sirico
Paulie olarak izlediğimiz Tony Sirico dizinin en ilginç simalarından biri. Oyunculuk kariyerinden önce gerçekten bir gangster olan Sirico, Paulie karakterine kendi hayatıyla ilham olmuş. Paulie yazılırken olay örgüsü Sirico’nun yaşadıklarından yola çıkılarak hazırlanmış. Daha önce silahlı soygun ve yasa dışı silah bulundurmaktan suçlu bulunan Sirico, 28 kez tutuklanmasını ve bunlardan 2 kez hüküm giymesinden bahsederken iyi bir oyunculuk sicili olduğunu kabul etmemiz gerektiğine inanıyor. Tony Sirico, Paulie Gualtieri rolünü tek bir şartla oynayacağını söylemiş: Karakterinin hiçbir şekilde muhbirlik yapmaması.
“Ufff Marone”
The Sopranos yayın hayatından sonra dahi ABD’de gündelik dildeki varlığını korumayı başarmış. Kullananların bir kısmının haberi bile olmasa da dizinin bazı replikleri günlük hayata yerleşmiş. Meryem’e referansla söylenen “Ufff Marone”, bu ifadelerden bir tanesi. Bunun dışında kız arkadaş anlamına gelen “Goomah” ve yurttaş anlamında kullanılan “Goomba” ve “Fuhgeddaboutit” ifadeleri, İtalyan-Amerikan The Sopranos evreninden gündelik dile miras kalanlardan.
Video oyunu
The Sopranos’un ikonik evrenine geçmiş yıllarda bir video oyunu ile de ışınlanmıştık. The Sopranos: Road to Respect, 2006’da 7 Studios tarafından yaratılmış keyifli, çılgın bir gerçeklik deneyimi. 5. ve 6. sezonlar arasında geçen hikâye, “Big Pussy“ Bonpensiero’nun oğlu Joey’nin ailede yer edinmesiyle başlarken; oyunun belirli anlarına babası Salvatore’un hayaleti de eşlikçi. Road to Respect, diğer open-world oyunlarının aksine doğrusal, tamamen hikâye odaklı işliyor. Yine de her zaman bir masanın etrafında poker oynamaya ve Bada Bing!’de soluklanmaya izin olduğunu söyleyelim.
Yaratıcı kadronun sonraki işleri
Matthew Weiner, 2004’te Sopranoların yazarları/yaratıcıları arasında yer almadan önce, yarattığı Mad Men projesinin senaryosu ile çıkmış David Chase’in karşısına ve ikilinin ortaklığı böyle başlamış. HBO o sıralar dönem dizilerine uzak olduğundan yaklaşık beş yıl bir oraya bir buraya savrulan dizi, sonunda The Sopranos’un ardından çekilebilmiş. Bu sırada bir başka karakter dehası (Martin Scorsese’nin sağ kolu) Terence Winter, Boardwalk Empire’ı yapmaya; kariyerine komedi ekleyerek tür havuzunu genişleten Ilene Landress ise Girls ile sancılı gençlik dönemimize saygı duymaya koyulmuş.
Zucca
Zucca ismini buraya niye mi iliştirdik? Çünkü her daim pazarlık yapılması gereken İtalyan mafyasının gerçek patronu olan Annalise; dizinin bu anlamda alan açtığı tek kadın karakter. “Tutkulu, inatçı, bazen romantik, bazen maceracı, kimi zaman sadece bir kız çocuğu, her zaman meydan okumanın içinde İtalyan-Yunan bir kadın.“ olarak kendini tanımlayan oyuncu Sofia Milos, ruhunun büyüsünü Annelise’e de bulaştırmış şüphesiz. İlk defa “Commendatori” bölümünde sürpriz şekilde Annalise ile tanışan ve klanın başında bir kadın bulunca kafası karışan Tony; rüyasında lejyoner kostümünde, bir parıltının peşinden onunla denizlere sürüklenerek şaşırtmıştı.
Yazı: Esin Çalışkan, Zeynep Kıymacı – İllüstrasyon: Vardal Caniş