Hep bir valizin içinde: Emir Taha

Londra’da yerleşik Emir Taha R&B, trap elementleriyle Anadolu motiflerini yoğurduğu ses paletiyle yeni jenerasyonu yakalayan, heyecan verici bir müzisyen. Taha ile yayımladığı son tekli “Kalp Çare Arar”ın üretim süreci, müzikal yaklaşımı, Londra’daki takımı, aidiyet arayışı ve dahasını konuşmak üzere Brixton’a bağlandık. Yaklaşmakta olan albüm ve konser planlarına dair birtakım ipuçları da aldık.

En favori şarkılarından biri olduğunu söylediğin son teklin “Kalp Çare Arar”ı ne zaman ve nasıl bir ruh hâlindeyken yazdın?

“Kalp Çare Arar”ı geçen sene yazın, temmuz ayında yazdım. Son bir senedir vize problemlerinden dolayı İstanbul’a dönemediğim bir süreçteyim şu anda. Tam evi, arkadaşlarımı, ailemi çok özlediğim bir zamanda yazdığım bir şarkı. İlham aldığım yer, duygularda kaybolduğumu hissederken, bir yandan da hayata tutunma çabası. Ben Londra’da yaşıyorum uzun bir süredir. Burada eve uzak kaldıkça, açıkçası içimden biraz daha çok Türkçe sözler yazmak geldi. Sanki özlem duygusunu Türkçe kelimelerle daha iyi ifade edebildiğimi düşündüm. O şekilde oluştu şarkı, oradan ilham aldım diyebilirim.

Kayıtlarda ilk kez bağlama çaldığın bir şarkı “Kalp Çare Arar”. Bu enstrümanla haşır neşir misin? Nasıl bir ilişkin var bağlamayla?

Türkiye’de büyüyen her çocuk gibi; bağlamaya kulak dolgunluğu oluyor. Onunla büyüyorsun zaten ama bir buçuk sene öncesine kadar hiç bir bağlamayı elime alıp çalayım demedim. Buna vesile olan aslında biraz şu oldu: Daha çok türkülere, gurbet türkülerine girdiğim bir zamandı. Son bir ayımın soundtrack’i Özdemir Erdoğan’ın “Gurbet”i diyebilirim. Belki o çok büyük bir özlem, belki ben onun onda birini yaşadım bu problemlerden dolayı ama çok ilham aldığım bir yer oldu. 

Bir buçuk sene önce Instagram’dan birisi bana, Kuzey Londra’da bir bağlama atölyesi olduğuyla ilgili bir DM attı. “Bak böyle bir yer var; kesin git, sen de çok seversin.” dedi. Ben de gittim. Orada Aydın Usta ile tanıştık, bir aile gibi olduk. Kendisi bir bağlama yapımcısı hem de çok iyi bağlama çalmış yıllar boyu. Beraber bağlama yapıyoruz, ahşapla oynamak iyi geliyor. Çırağıyım işte. Usta-çırak ilişkimiz var. Mola aldığımızda bağlama çalıyoruz, konuşuyoruz. İyi geldi, burada bir ev gibi hissettirdi. 

Onun ödünç verdiği bir bağlama vardı bana, kendi yaptığı. “Kalp Çare Arar”ı yazdığımız gün de odamda duruyordu. Stüdyoya çıkaracağım bunu, session’a götüreceğim; belki bir şarkıya girer diye düşündüm. Elimde çalmaya başlarken ara melodi oluştu. Arkasından hep birlikte ürettiğim arkadaşlarımdan birisi Pablo ve prodüktör Detonate ile evimizin üst katında, stüdyoda şarkıyı yazdık. Pablo eline gitarı aldı, Detonate bir Anadolu groove’u yükledi, davul groove’u. Sonra synthesizer’a geçti, ben de bağlamayı çaldım; şarkının melodisi öylece oluştu. Üstüne de sözleri iki üç saatte yazdım. O günün sonunu hatırlıyorum; birbirimizi arayıp, “Bugün çok özel bir kata çıktık bu şarkıyla.” dedik. Hepimiz güzel hissetmiştik, özel hissetmiştik.

“Dili kullanmaya başladıkça kültürü de daha rahat empoze edebilmek mümkün oluyor. Görsel dünyayı oluşturmak için de uygun; dili karıştırınca kültürler de birleşiyor.”

Alternatif R&B, hip hop ve lo-fi estetiklerini Anadolu baharatlarıyla lezzetlendirdiğin bir müzikal yaklaşımın var. Özellikle ritim ve vokallerde Türkiye’den motifleri sıkça kullanıyorsun. Bu çatıyı nasıl kurdun? Sen müziğini nasıl anlatmayı tercih ediyorsun?

Müziğimi bir janra sokamıyorum. Alternatif R&B esintileri var, trap altyapıları var. Yeni yaptığım müzikte daha çok psikedelik Anadolu esintileri var. Aslında sevdiğim, beni heyecanlandıran yerlere yöneliyorum. Eklektik bir tarz diyebilirim yani bir sürü yerden ilham alan. Bunu yapma fikri de bir karar ânı gibi değildi. “Kendine Gel” şarkısını yazdığımız gün -yaklaşık iki sene önce- “Get back to yourself.” yerine “Kendine gel.” demek geldi içimden; “Bunu böyle söyleyeceğim.” dedim. Bu şarkı İngilizce veya Türkçe olmasın, karışsın.

Şarkıyı yaptıktan üç – dört gün sonra metroda dinliyordum. Bu garip bir şeydi ama bi yandan da çok hoşuma gitti. Şimdi dönüp baktığımda orada yaptığım şey şu aslında: Ben oradaki fikirlerin geçişine izin verdim. Uzun zamandır “Bu olmaz, bu olmaz” diye belki kafamda şartladığım şeyleri o gün yıktım. “Bu doğru hissettiriyor.” dedim. O yüzden “Kendine Gel”i yazdıktan sonra şarkı yazma biçimim değişti, hatta karakterime bile etki etti diyebilirim. Burada arka planımı daha rahat su üstüne çıkarabildiğimi düşünüyorum. İnsanların yanında da yaptığım müzikle de daha kendim olduğumu hissediyorum.

Dili kullanmaya başladıkça kültürü de daha rahat empoze edebilmek mümkün oluyor. Görsel dünyayı oluşturmak için de uygun; dili karıştırınca kültürler de birleşiyor. Evimde bir nazar boncuğu var mesela. Ben hayatımda eklektik şeyleri dışarıya da yansıtabilmeye başladım, bana ilginç gelen şeyleri.

emir taha kalp çare arar

Bahsettiğin tavrı görsel eşlikçilerinde de koruyorsun. Kliplerinde kırmızı duvak, nazar boncuğu gibi simgeler; kapaklarında kilim ve çini desenlerini görüyoruz. Hatta “Kalp Çare Arar” kapağında ikisi de var. Biraz Emir Taha’nın görsel evreninden, oradaki karar mekanizmasından da bahsedebilir misin?

Benim idollerimden birisi, hep söylüyorum, Barış Manço. Ondan çok ilham alıyorum. O, müziğe veya yaratıcılığa nasıl yaklaştıysa ben de öyle yanaşmayı heyecan verici buluyorum. Müziğe sadece düşüncelerimi, aklımdakini gerçekleştirebileceğim bir kanal olarak bakıyorum. Onun etrafına bir dünya kurmayı daha heyecanlı buluyorum. “Katakulli” veya “Huyu Suyu”da kullanılan kırmızı duvakta olduğu gibi, kültürü masaya getiren tek kişi ben olduğum için orada bana çok sorumluluk yükleniyor ve bu uzun zamandır, Hoppa EP’lerinde de üzerine çok düşündüğüm bir konu. 

Takımımda benim arka planımdan gelenler olmasını; Türkiye’den üretken, yaratıcı insanlarla beraber videolar yapmayı çok isterim. Bu aralar onun yükü ağır geldi diyebilirim. Bundan sonraki videolarda biraz daha olay örgüsünün az olduğu, görsel estetik olarak daha zengin olan videolara yönelmek istiyorum. Oralar heyecanlandırıyor beni. Günün sonunda bence bu görsel dünyayı da müziği de kurarken, zorlamayla yapmamaya çok dikkat etmek gerekiyor. Gerçekten seni heyecanlandıran, taze gelen bir şeyi yapmak hem seni mutlu ediyor hem bence insanlara da o daha ilgi çekici geliyor. 

Hayatta pek sabit kalmamışsın. Antalya, Ankara, Los Angeles, Londra gibi durakların olmuş. Bu şehirlerin nelerinden beslendin ya da hafızana, müziğine hangi duyguyla kazındılar?

Şehirler, evet güzel bir soru. Aslında en ilham aldığım, beni üretmeye teşvik eden şehir Londra diyebilirim. Burada gerçekten kendimi dünya insanı gibi hissediyorum. Nadir şehirlerden biri öyle hissettiren. Ayrıca binlerce kültüre ev sahipliği yapan bir yer. Ben şu anda Brixton’da yaşıyorum. 60’larda Karayipler’den yoğun göç almış bir bölge. Kültürel olarak çok zengin ve kendimi evde gibi hissettiğim bir yer. Mesela Kuzey Londra’da, bayramlarda gidebileceğim bir ailem var veya bir Türk komünitesi var beraber olabileceğim. O yüzden burada daha özgürce bakıp yazabiliyorum; üretkenliğimi daha serbest bırakıyor diyebilirim. 

ABD’de iki sene yaşadım, Los Angeles’ta. Orada daha çok başkalarına şarkı yazıyordum. Benim nereli olduğuma, kültürüme dair fikirleri çok olmayan insanlar vardı oradaki stüdyoda. Orada tam ev gibi hissetmedim, anlaşılıyor gibi hissetmedim. Londra biraz daha bağlı ve bizim kültürümüze daha hâkim. Öyle olunca daha kabul görüyor hissediyorum burada, daha üretken oluyorum. 

Şu çok ilginç bir şey: Londra’dayken daha çok Türkçe yazıyorum, yer öyle de çok etkiliyor. Türkiye’de de daha çok İngilizce yazıyorum. Nedense hep diğer tarafı mı düşünüyor kafa acaba, bilmiyorum ama yer etkiliyor yani.

“Benim şarkılarımın teması kesinlikle aidiyetle çok alakalı diyebilirim. Hep bir valizin içinde yaşamakla ilgili, hep oradan oraya.”
emir taha

Aidiyetle aran nasıl peki? Sanki orada kurcalanacak bir şeyler var gibi. Sıkça yer değiştirmek üretimine nasıl etki ediyor? 

Bu baya psikoterapi sorusu oldu! Çok güzel, derin bir nokta harbiden. Benim küçüklüğümden beri hayatımda olmayan şey aidiyetti. Antalya’da doğdum, çok küçük yaşta babamın işiyle Ankara’ya taşındık. Sonra başka bir yere taşındık, sonra ben Londra’ya geldim, iki sene oraya gittim derken hiçbir yere ev diyemedim. Bir aidiyet hissedemedim. Onun nasıl bir şey olduğunu ilk kız arkadaşım olana kadar anlamamışım aslında, oraya kadar da giden, derin bir konu yani. Benim şarkılarımın teması kesinlikle aidiyetle çok alakalı diyebilirim. Hep bir valizin içinde yaşamakla ilgili, hep oradan oraya. Aslında çok güzel bir soru, beni tam 12’den vuran bir soru oldu.

Sıkça yer değiştirdiğin gibi prodüktör de değiştiriyorsun. Jay Moon, July 7, Detonate gibi isimlerle ortaklıkların oldu. Farklı prodüktörlerle çalışmak müziğine ve sana ne katıyor?

Sanki yıllardır şu anda çalıştığım insanları bulabilmek için başkalarıyla çalıştım. Bir sürü insan denedim ve bazılarıyla kimyan tutuyor. Mesela Hoppa EP’lerinin çoğunluğunu yaptığım Jay Moon’la biz beraber yaşıyoruz, aynı evde. Ben Jay’le tanışmadan önce onun çok büyük hayranıydım. O sıralar Col3trane’in prodüktörlüğünü yapıyordu; ben o şarkıların prodüksiyonlarının büyük hayranıydım. Bir gün LA’de bir session’ın sonunda denk geldik birbirimize ve bütün akşamı beraber geçirdik, çok iyi anlaştık. Yani bir sürü insanla çalışıyorsun, sonra kendi kişilerini buldukça onlarla küçük bir komünite olmak istiyorsun. Açıkçası şu anda dışarıdan hiç tanımadığım bir insanla session yapmaya daha az meyilliyim. Bu ara daha çok “Burada bir evimiz var, burada üretim var, biz buradan devam edelim.” diyorum çünkü bir maden bulduk, orası bizi çok heyecanlandırıyor. 

Son iki-üç aydır başkalarıyla çalışmayı deniyorum. Hatta iki-üç kişinin takımıma girdiğini düşünüyorum. Mahalia ve Pa Salieu’nun prodüksiyonlarını yapan Felix Joseph çok yakın arkadaşlarımdan biri oldu mesela. Hatta Anadolu rock / Anadolu psikedelik plakları olan bir arkadaşı var onun. Geçenlerde ondan 10-15 tanesini stüdyoya istedi, beraber bir şeyleri sample’lamaya da başladık, o da çok seviyor o dünyayı. 

Detonate, Hoppa (pt. 1)’da “Cold”u yaptığım insan. İnanılmaz yetenekli biri, onunla çalışmayı çok seviyorum. Beş-altı kişilik bir takımım var müzik yaptığım, çok güvendiğim, hep beraber çalıştığım. Hepsinin bakış açısı farklı ama hepsiyle sanki vizyonumuz aynı yerde buluşuyor. 

İngiltere’de müzik yapmak dışında dinlemek için de çok fazla seçeneğin var. Bu aralar radarına kimler giriyor? Spotify’da Barış Manço ve Ayyuka’dan Thundercat’e, Baby Keem’e uzanan bir playlist paylaşmışsın. Sırası gelmişken ilham dünyandan da biraz konuşabiliriz istersen.

Bu aralar takip ettiğim, heyecan duyduğum müzisyenler… Brent Faiyaz’ı çok seviyorum. Playlist’e koyduğum Baby Keem’in albümü de çok iyi bence. Yeek’i bu ara bayağı seviyorum. Bir de yeni birini keşfettim dün, ismi Yeule. Sanki metaverse’de gibi ama gerçek bir insan bir yandan. Müziği de ses tasarımıyla yapılmış, biraz robotik bir sound; bir albüm yayımladı, görsel dünyası çok ilginç. 

BROCKHAMPTON dağılıyor; son konserleri, o yüzden çok önemli. Ben de BROCKHAMPTON’daki Kevin Abstract’i LA’deki zamanlardan tanıyorum, BROCKHAMPTON’ı çok seviyorum. 

Dalışla ilgilenmişsin müziğin haricinde. İşin hem eğitim hem de fotoğrafçılık tarafında var olduğuna dair bir bilgi gördüm. İlk parçanın adının “Deep Sea Diving” olması da bir tesadüf olmasa gerek diye düşünüyorum. Bir dalış noktası önersen neresi olurdu, şurada çok iyi fotoğraf çekilir dediğin bir yer var mıdır?

Duyduğuma göre Mısır’da inanılmaz yerler varmış, ben gitmedim. Küçükken yazları su altı fotoğrafçılığı yapıyordum Antalya’da, Side tarafında. Fena değildi diyeyim. Çok uzun zamandır su altı dalış konusunda konuşmamıştım, 10 sene olmuş bile olabilir. Biraz çocukluk hevesiydi. 

“Deep Sea Diving”, “Huyu Suyu”nun videoları sulu, “Kalp Çare Arar”da yine havuzdayım. İlginç bir şekilde suyu çekiyorsun herhâlde.

Yakın gelecek planlarında neler var?

Konserleri iple çekiyorum. Konserler kesin olacak, umarım COVID, vize gibi büyük problemlerimiz olmazsa. Gitarımı alıp sadece ben ve gitar; konser değil ama buluşmalar, dinletiler yapmak istiyorum yakın zamanda. Yaza doğru da o büyük konserler olur diye tahmin ediyorum Londra’da, Berlin’de, İstanbul’da. Müziklerim yayımlanmaya başladığından beri her şeyi bir ekran üzerinden gördüm, insanlar yazıyor ama gerçek hayatta nasıl bağlanıyorlar şarkılara onu göremedim, hissedemedim. Onun için bir an önce insanlarla beraber olmak istiyorum, bu anları beraber yaşayabilmek istiyorum. Onun dışında yeni şarkılar geliyor, hazır. Bu sene kesin bir albüm geliyor yani.

Röportaj: İlayda Güler
Deşifre: Asu Uysal