Tendertwin seçti: İstanbul-Philadelphia-Londra hattının vazgeçilmez müzik mekânları

Şu sıralar Londra’da yerleşik olan Bilge Nur Yılmaz’ın müzikal projesi Tendertwin, sıcaklık yayan vokal melodilerini incelikli bir şekilde işlediği folk güzellemesi “Triangles”la kulaklarımıza çalındığı anda vurulduğumuz bir ses. “İstanbul – Philadelphia – Londra arasında var olan bir solo proje” olarak tanımlıyor Tendertwin’i Bilge. “Triangles” da bu üç şehirde, farklı zamanlarda yazılıp tamamlanmış.

Tendertwin’in yanı sıra Erased Tapes kataloğunda yer alan vokal grubu Shards ve heyecan verici iş birliklerine imza atan Isolation Choir bünyesinde çalışmalarını sürdüren Bilge’ye yaşadığı şehirler ve ülkelerdeki ona göre en etkileyici müzik mekânlarını sorduk. O da ne hissettirdikleri, ne tür müziklere yer verdikleri, kimlere hitap ettikleri ve ne içilip ne yeneceğine kadar tüm detaylarıyla bize anlattı. Pandeminin etkisinde, müzik ve mekânları üzerine düşünme balonlarımız giderek daha da şişkin bir hâl alırken, söz Tendertwin’de…

“Sevgili Bant Mag; şu aralar aklımdan çıkmayan, en hasret olduğum konunun özneleriyle merhaba diyorum. Mevzu çoklukla, evet, konserler. Zıplamalı, oturmalı, bağırmalı, ışıklı, loş, galaktik, minik… Omuz omuza tanık olduğumuz, aklımıza kazınan, şu sıralar arkaikleşmeye yaklaşan deneyimler. Birçok küçük müessese için, ses / ışık mühendisi için ve elbette birçok bağımsız müzisyen için kaygı verici bir belirsizliğin ışığında, hatırı sayılır zamanlar geçirdiğim şehirlerden beni en çok etkileyen canlı müzik mekânlarını sizin için derledim. Tekrar yollarımızın düşeceği, ön sıralarda tanışacağımız günlere!”

Union TransferPhiladelphia, ABD

“Philadelphia’nın alternatif müzik demirbaşı. Her hafta (yalnızca) bir konser izleyip paramı sıfırladığım mekân. Genelde Jefferson istasyonunda inip pek yaya dostu olmayan Amerikan şehirlerindeki kader gibi otoyollar üstünden bir 15 dakika yürümeniz gerekir buraya varmak için. Gittiğim her akşam tamamen bambaşka bir nişle karşılaşırdım: King Krule’da mosh pit’çiler, Nils Frahm’da sohbetli sakin bir topluluk… Epey cömert bir çeşitlilikte küratörlük yapıyorlar zira. Küçük kapasiteli fakat Slowdive’ın son turnesinin görsel şovlarını ve Mitski’nin kurgusal sahnelemelerini ‘’kara-kutu’’ bir tiyatro salonu gibi kaldırabilen, Superorganism’in üyelerinin elinden tutup sahneye atlayarak grupla dans edebileceğiniz, Glen Hansard’la kol kola “The Auld Triangle”ın armonilerini söyleyebileceğiniz samimiyette bir alan — tabii mesleğiniz konser-gidicilik değilse programa bakıp elemeniz gerekecek, orası kesin. Kapılar açılmadan sırada bekliyorsanız bir koşu karşıdaki bağımsız kahve kavurucu Win Win’den bir kahve, ya da kokteyl alın? Çıkışta acıkmışsanız Chef King’den kızarmış tavuk, belki? Akşam güneşi o açıyla sokağın karşısındaki camları altına çevirir.”

Green NoteLondra, İngiltere

“Nasıl anlatsam hakkını veremeyeceğim. Hâlâ oldukça genç iki efsane kadın, Immy ve Risa tarafından taze mezunken, 2005’te açılmış Green Note. Londra’nın zannımca göz bebeği Camden’da konuşlanıyor. Sadece benim değil, Leonard Cohen’in ve daha nicesinin de favori mekânı imiş burası. Hatta Leonard ile bizim kızların fotoğrafının olduğu çerçeve şarapların yanındaki orta rafta durur, ben de onu silerim sıklıkla. Londra’ya yerleştiğimde hiç deneyimim olmamasına rağmen heves ve hayranlığıma minnetten Immy ve Risa’dan barmenlik pozisyonunu kapabilmiştim. Barın arkasında tamamen vejetaryen ufak bir menü, yerel biralar, bildiğimiz basit kokteyller — aslında herkes ilk olarak müzik için orada. Kitlesi kemik. Haftanın her günü, küçükten büyüğe, dünyanın her yerinden, folk janrı altına sokabileceğiniz sayısız sanatçının (bazen iki ayrı katta iki farklı) performans sergilediği, inanılmaz küçük ve inanılmaz büyülü bir mekân. Pazarları Yunan bir grubun çaldığı öğleden sonra seanslarında çalışmaya da bayılırdım — Londra’nın tüm gurbetçileri toplanırdı, ben de uzaktan Bodrum’u düşlerdim. Green Note, bu vahim durumlar olmasaydı, 11 Haziran’da bir Tendertwin konseri de görecekti aslında. Şimdi pek çok bağımsız mekân gibi gelecekleri muallakta. Sanal konser serileri devam ediyor, ufak bir maddi destek vererek onlara katılmak web siteleri üzerinden mümkün.” 

RoundhouseLondra, İngiltere 

“Bana ve benim gibi birçok gence her yönden kucak açan, büyük bir lütuf. Aynı zamanda bir efsane de denebilir. Adından da anlayacağınız üzere yuvarlak/360’ bir sahnesi var buranın. ‘Bu önceden lokomotif deposu görevi görmüş bina eskittiği neredeyse bir asırlık dönemde kimlere sahne olmuş?’ derseniz de listenin başını Pink Floyd, The Clash, The Doors, Rolling Stones, Jimi Hendrix gibi isimler çekiyor. Roundhouse’un en mükemmel tarafı, tüm bunun yanında 16-25 yaş arasındaki taze müzisyenlere sağladığı imkânlar. Döşenmiş stüdyoları, mentorları, müzik üstüne çeşitli atölyeleri, açık mikrofonları, parçası olma şansına eriştiğim Roundhouse Music Collective gibi daha kapsamlı programlarıyla Londra çıkışlı pek çok müzisyenin zamanında yolunun geçtiği bir kaynak Roundhouse. 15 Temmuz’da bir Lianne La Havas canlı yayını var. Yine heyecanlı işler yapmaya devam ediyorlar.” 

Tower TheaterPhiladelphia, ABD 

“69th ve Ludlow’un kesişiminde, zamanda donmuş bir mekân. Yıkılır, dökülür. Bowie’nin 1974 Diamond Dogs turnesinden kalan holdeki boyalı duvarlar durur. Aynı konserin canlı kaydı albüm olarak yayımlanmıştır da. Bu tarz sağlam kalmış Avrupai tiyatro formatlarına doğu ABD şehirlerinde rastlamak büyük bir şans. Genelde konser sırasında etrafa mı sahneye mi bakacağımı şaşırıyorum. Akustik de 70’lerden beri şaşırtmıyormuş. Beirut ve Death Cab For Cutie referansımla onaylıyorum. Upper Darby şehrin kalbinde denemez, ondan ötürü bu hareketli mahalle daha kendine has. İçerde satılan pretzel’lar caddenin başındaki Philly Pretzel Factory’den. Hardalla yiyiniz.” 

Salonİstanbul, Türkiye

“Eve geldik. Lise boyu burada ne kadar konser izlediğimin haddi hesabı yok. Gebze’deki yatılı okulumdan (hafta içi dahil) tonla yol teperek hem de. 18 olmadığım dönemlerde girmeye çalışırken bildiğim tüm duaları ederdim kapıda kimliğimi sormamaları için. Lütfen alın beni, salt müzik için buradayım —bir daha nasıl izleyeceğim ben bunları! Çıkışta arka kapıda İskandinav muhabbetler, sahne önü kolon stratejileri, varmak için inilen o tatlı yokuş, heyecanla beklenen yeni sezon programı, zamanında ziyaret eden sanatçılarla yaptığım röportajlar gibi her şey benimle kalacak. Yaşa Salon.”

Rough Trade EastLondra, İngiltere
Rough TradeNew York City, ABD

“Bu defa iki yerden bağlanıyoruz. Rough Trade’in kıtalar aşan namını bilmeyen yoktur herhalde. Benim için en anlamlı olan iki şubesi hangar gibi benzer yapılarıyla Londra’nın doğusundaki ve New York Williamsburg’deki. 10-15 dolar veya pound gibi bir fiyata, hem garajınızda çalıyormuş gibi konser izlemek, hem sanatçıların biletle gelen özel plaklarını edinmek, hem de ocak soğuğunda dışarıda sırada beklerken çalışanların sıcak çikolata ikramları eşliğinde Doğu Nehri’ne bakıp arkadaşlar edinmek gibi bir his Rough Trade. Bu yıl Londra ayağında Weyes Blood bana leziz tavsiyeler, Johnny Flynn akustik gitar önerileri vermişti mesela.”

“Tabii ki sadece konser değil Rough Trade; efsane konuşmacıları dinlemek, her önünden geçişinizde girip kulaklık denemek, seçkilerini not etmek, lokal atıştırmalıklarından alıp kafesinde oturmak, çıkarken sağda duran sticker, poster, ve programlarla çantanızı doldurmak, tek başınıza da olsanız fotoğraf kabinine girip siyah-beyaz bir dörtlü vesikalık bastırmak için mükemmel bir yer.”