Hepimizin aklında aynı cümle: “You’ll Never Walk Alone “

Birlikte söyleyince güzelleşiyor şarkılar, marşlar. “You’ll Never Walk Alone” da onu demiyor mu bize? Asla yalnız yürümeyeceksin…

Birçok jenerasyonda herkes için farklı anlamlar taşıyan bu ünlü söz dizisi için ben de bir ekleme yapmak isterim: Asla yalnız söylemeyeceksin. 

Yazı: Tuğçe Özdenoğlu
Fotoğraf: Michael Regan/Getty Images

Neden mi? Tarih yaratmak için tek bir şey yetmiyor. 

Liverpool bunun en güzel örneklerinden. Ne kaçan şampiyonluklar tanımlayabilir onları ne de kazanılan kupalar. Liverpool hepsinden çok daha fazlasıdır. Onca gol, onca hikâye, onca efsane, taraftarlarıyla ve şarkısıyla buluşunca başka bir şey oluveriyor. 

Peki o halde tüylerimizi diken diken eden, hep bir ağızdan Anfield’da yankılanan bu şarkının hikâyesi nerede, nasıl başladı? 

Müzik ve futbol arasındaki ilişki, Liverpool’un “You’ll Never Walk Alone”la olan birlikteliğinden çok daha eskiye dayanıyor. Müzik, neredeyse tarih boyunca toplumların kendini ifade ediş biçimlerinden biriydi ve kültürel özelliklerimizin devamlılığını sağladı. Bizleri bir araya getiren, iyileştiren ve eğlendiren müzik, aslında en büyük motivasyon araçlarımızdan da biri. Bu noktada sporla müziğin ne zaman bir araya geldiğini düşünmekten öte spor ve müziğin tarih boyunca hep iç içe olduğunu söyleyebiliriz.

Futbol marşları, şarkıları ya da tezahüratları ilk duyduğumuzda taraftarların sadece takımlarını desteklemek için söyledikleri sözler olarak düşünülse de, özünde kendi dönemlerinin bir sosyolojik yansıması niteliğinde. Nitekim 1920’lerde futbolcuların şöhretleri nedeniyle müzikal afişlerinde yer aldığı ve taraftarlarının da bu sayede müzikallerdeki şarkıları kendi takımlarıyla özdeşleştirdiği söyleniyor. Bunun yakın tarihte en bilinen örneği ise Liverpool. 

“You’ll Never Walk Alone”, ünlü besteci ikili Rodgers ve Hammerstein’ın 1945’teki Carousel müzikalinde yer alıyor ve ilk kez Broadway’de seslendiriliyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine birkaç ay kala sahnelenmeye başlayan müzikaldeki parça, birliğe ihtiyaç duyulan dönemde sözleri nedeniyle bir anda popüler oluveriyor. 1945 yılında şarkıyı ilk kaydeden müzisyen Frank Sinatra. Şarkı, 1950’lerde hem müzikseverler hem de sanatçılar arasında popülerliğini korumaya devam ediyor. 

1963 yılı “You’ll Never Walk Alone” için dönüm noktası… 

Liverpoollu genç bir grup olan Gerry and the Pacemakers parçanın yorumuyla Liverpool FC’nin kapısına dayanıyor. O zamanlarda Anfield, anons sistemine sahip ilk stadyumlardan biri. DJ Stuart Bateman da maç başlamadan önce Anfield’da haftanın ilk 10 listesindeki şarkıları çalıyor. Yaklaşık iki hafta içinde listelerde 1 numaraya gelen şarkı yine bir maç öncesi ilk kez Anfield hoparlörlerinden yükseliyor ve o andan sonra Liverpool FC’nin geleneksel melodisi oluyor. 

“You’ll Never Walk Alone” şarkısı Liverpool taraftarları için hem en iyi hem de en zor zamanların bir ifade şekli… 

Futbol konusunda dünyanın önde gelen yazarlarından Jonathan Wilson’ın Scott Murray’le birlikte kaleme aldıkları Liverpool FC: 10 Maçta Efsanenin Anatomisi kitabında Liverpool’un efsane menajeri Bill Shankly’nin “Israrla bu şarkının benimsenip Liverpool’un marşı hale gelmesinin, kulübün altmışlarda şehrin yaşadığı büyük kültürel patlamanın ne kadar merkezinde yer aldığının yansıması olduğunu belirttiğini” söylüyorlar. Shankly o dönemi en güzel şekilde şu sözleriyle özetliyor: “Her yer kaynayıp fokurduyordu ve en başından beri aradığım şey buydu.” 

Yine, Doruk Yurdesin’in çevirdiği aynı kitaptan beni heyecanlandıran bir diğer kısım ise Mersey Beat dergisinin kurucusu Bill Harry’nin sözleri: “Liverpool yüzyılın başındaki New Orleans’a benziyor ama caz yerine rock ’n roll var.” 

Hem saha içinde hem saha dışında Liverpool takımına ve taraftarlarına umut veren “You’ll Never Walk Alone” sözü 1982’de Bill Shankly anısına stadyumun Anfield Road girişine yazılıyor. 

15 Nisan 1989’da ise Liverpool’un Nottingham Forest’la Sheffield’daki Hillsborough stadında oynayacağı FA Cup yarı finalinde 96 Liverpool taraftarı izdiham sebebiyle hayatını kaybediyor. Asla yalnız yürümeyeceksin sözü Hillsborough felaketinden sonra çok daha derin ve trajik bir anlam kazanıyor. Haksız yere suçlanan ve hayatını kaybeden taraftarlar için verilen mücadelenin bir sembolü haline geliyor.

2005 yılında ise bu şarkı bu kez bildiğimiz yerden, İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’ndan yükseliyor. Şampiyonlar Ligi’nin İstanbul’daki finalinde Liverpool, Milan karşısında 3-0 geriye düştüğü maçta skoru önce 3-3 ‘e getirip devamında ise penaltılarla kupayı evine götürüyor. Liverpool’un taraftar derneği başkanı, Les Lawson şarkının büyüsünü şu sözlerle anlatmış; “‘You’ll Never Walk Alone’ sessizce başladı ama birden ses yükseldi. Duyduğum en iyi versiyonlardan biriydi. Bu bir beyan gibiydi.” 

Ve bu beyan yıllardır Liverpool’un adının geçtiği her yerde yankılanmaya devam ediyor. Liverpool bizlere ülkeden ülkeye, maçtan maça, nesilden nesle yayılan bu serüvende, gol atmak için topa sahip olmanın, zamanı doğru kullanmanın, tempoyu üstünlük sağlayacak şekilde kurmanın ötesinde başka şeylere de ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Aslında bu noktada müzik, tüm futbol serüvenimizde dün, bugün ve yarın arasında da bir bağ kurmamıza yardımcı oluyor. 

Birbirimize destek olmamız gereken bu zamanlarda, hepimizin aklında aynı cümle: “You’ll Never Walk Alone”.