Ingvar Sigurðsson için her şeyin başı senaryo

Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması’nın bu sene “Yeni Dünyada Yeni Meslekler” temasıyla düzenlenen 6. edisyonu, geçtiğimiz günlerde sahiplerini bulan ödüllerle sona erdi. Yarışmanın finaline doğru İzlanda’ya bağlandık ve Cannes Film Festivali, Berlinale, Avrupa Film Akademisi gibi otoritelerce ödüllendirilmiş; Hollywood’da da etkileyici bir kariyer rotası çizmiş oyuncu Ingvar Sigurðsson ile sohbete koyulduk. Hvítur, hvítur dagur / A White, White Day, Englar alheimsins / Angels of the Universe ve Lamb, kendisinin filmografisindeki önemli duraklardan bazıları.

A White, White Day’deki tesiri yüksek performansının yaratım sürecinden, konuk oyuncu olarak yer aldığı Succession’a olan kolektif bağımlılığımızın olası sebeplerine; Türkiye sinemasını takip ederken sıklıkla dil bariyerine takılmasından, bir oyuncu için senaryonun taşıdığı hayati öneme, çeşitli başlıklara temas etti Sigurðsson.

6. Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması’nın jüri üyeleri arasında yer almak sizin için ne anlama geliyor? İzlediğiniz yapımlarda dikkat ettiğiniz unsurlar, aradığınız nitelikler neler oldu?

Jüri üyelerinden biri olmam istendiğinde gurur duydum. İstanbul’dakilerle tanışmayı umsam da pandemi şartlarını biliyorsunuz. Ne bekleyeceğimi bilmiyordum ama düşündüğümden daha az kısa sürdü. Beş dakikalık filmlerdi, benim izleyeceğim 12 tane vardı ve çok zevkliydi. Gerçekten çok keyifli, hatta bazen şaşırtıcıydı. Ülkenizden çok fazla film izlememiş olsam da arthouse işlerden farklı olarak Türkiye’den bolca iç mekân görmek ilginçti. Farklı ve eğlenceli bir deneyimdi.

Yarışmanın bu seneki teması “Yeni Dünyada Yeni Meslekler”. Dijitalleşen yeni dünya düzeninde bazı mesleklerin önemini yitirmesinin ve bazılarının yıldızının parlamasının getirisi olarak iş kollarında yaşanan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Bana kalırsa insanlık, doğa ve yaşamın kendisi; gelişmenin ve varlığını sürdürmenin bir yolunu buluyor her zaman. Bu örnekte de öyle. İnsanlar çözümler buluyor ve bunlar genelde negatiften ziyade pozitif sonuçlar doğuruyor. Bu süreç biraz iç karartıcıydı ama çok da kötü değildi. İlerlemeye yol açtı, yani nihayetinde iyiydi bence.

Hvítur, hvítur dagur / A White White Day

Küresel çapta ses getirmiş bir oyuncu olarak, bir proje size teklif edildiğinde ilk dikkat ettiğiniz ne oluyor?

Sanırım ilk baktığım şey, birlikte çalışacağım insanlar. Bazen bir senaryo geliyor, daha metni incelememiş olsam da konuyu biraz biliyor olsam da kimlerle çalışacağımı merak ediyorum. Böylece bunu da hesaba katarak okuyabilirim. İyi insanlarla çalışmak çok önemli çünkü iyi bir senaryoyla çalışmıyorsanız ortaya çıkardığınız iş de iyi olamaz. Bir oyuncu olarak, oynadığınız senaryo metninden daha iyi değilsiniz hiçbir zaman.

Filmografinizde uzun metrajların yanı sıra birçok kısa filme de rastlamak mümkün. Uzun metraj ve kısa metraj projede yer almak arasında nasıl bir deneyim farkı var? Bir kısa filmi etkileyici yapan unsurlar neler sizce?

Kendi adıma konuşmam gerekirse kısa filmler ve uzun metraj filmler birbirinden farklı ve her proje kendine özgü. Ben kısa filmlerde daha soyut olmayı, özgür düşünmeyi seviyorum. Bence beş dakika gibi bir sürede bir şeyler anlatabilmek çok zor, böyle bir sürede hikâyeyi ve hikâyenin ardındaki hikâyeyi anlatabilmek büyüleyici. Öncesini ve o an gördüklerinizi yani. Bilmiyorum, bence her proje eşsiz. Özellikle iyi bir yönetmen ve açık fikirli insanlarla birlikteyken kısa film çekmeyi çok seviyorum.

Size Cannes Film Festivali’nde ödül getiren Hvítur, hvítur dagur / A White White Day’in sinema tarihinde yas duygusu üzerine yapılmış en incelikli işlerden biri olduğunu düşünüyorum. Kaybettiği eşinin sadakati hakkında şüphe duymaya başlayan, gittikçe kontrolünü yitiren bu karakterin farklı katmanlarını layıkıyla yansıtabilmek adına nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz?

Yönetmenle gerçekten çok iyi bir ilişki kurduğumuzu söyleyebilirim. Senaryonun final bloğunu yazarken sık sık benimle iletişime geçiyor; her çeşit sanat eserinden, müzikten ve birçok şeyden parçalar gönderip beni besliyor, ilham veriyordu. Bazı şeyler hakkında fikirlerime danışıyordu, aramızda çok iyi bir diyalog vardı. Benim hazırlığım bu şekildeydi. Tabii bir de senaryoyu beni düşünerek yazdığı için şanslıydım.

Succession

Ülkenizde yürüttüğünüz oyunculuk kariyerinizin yanı sıra Succession, Fantastic Beasts, Justice League gibi öne çıkan Hollywood yapımlarında da rol aldınız. Bu iki dünyanın farklı açılardan ortaklaşıp ayrıştığını tahmin ediyorum. Sormak istediğim ise şu: Succession‘a birçoğumuz bayılıyor, kendimizden geçerek izliyoruz. Neden?

Bu önemli bir soru. Neden Succession’daki gibi insanları izlemek hoşumuza gidiyor? Emin değilim, sanırım birçok sebebi var. Bunlardan biri, senaryonun çok iyi yazılmış olması elbette. Bence kullanılan müzikler, besteler de gerçekten harika ve insanı diziye bağlıyor. Bir de tabii bu tarz insanları izlemeyi seven bir doğamız var. Hayatın bir parçası bu, böylelerinin gerçekte var olduğunu biliyoruz. Dizinin nasıl bu kadar popüler olduğunu ise inanın bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.

Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması, sinemanın yaratıcı bakış açısından ve kitlelere etkisinden yararlanılarak, toplumsal konularda farkındalık oluşturulabileceğine inanıyor. Siz de sinemanın böyle bir tesir gücü olduğunu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. Ayrıca böyle yarışmaların, festivallerin düzenlenmesi de çok önemli bence. Umarım daha da büyür ve uzun süre var olmaya devam eder çünkü oldukça değerli.

Türkiye sinemasıyla aranız nasıl? İzlediğiniz filmler, takip ettiğiniz yönetmenler var mı?

Türkçe çok zor. Çok hoşunuza giden bir şey bulsanız bile isimleri hatırlamak çok zor, hatta yönetmenlerin ismini bile. Ayrıca benim isim hafızam da çok kötüdür. Çok sevdiğim filmlerde dahi “Şu filmin adı neydi, hani şu oyuncu oynuyordu”dan öteye geçemiyorum. Maalesef Türkiye’den filmlerin de isimlerini hatırlayamıyorum. Hatta iki kısa filmde altyazıyı takip etmekte sorun yaşadım çünkü çok hızlı konuşuyorlardı.

Hayatta olsun olmasın, sinema tarihinden “Bir filmde aynı sahneyi paylaşmayı çok isterdim” dediğiniz bir oyuncu veya “Çalışmayı çok isterdim” dediğiniz bir yönetmen var mı? Son olarak bunu sormak istiyorum.

Genelde çok düşündüğüm bir şey değil bu ama çocukken Britanyalı oyuncu John Hurt’ü çok sevdiğimi hatırlıyorum. Öte yandan David Lynch’le çalışmak nasıl olurdu merak ediyorum ama bunun gerçekleşebileceğini pek sanmıyorum. Onun sürrealizmini seviyorum.