Sporun sinemadaki izdüşümüne dair: İstanbul Uluslararası Spor Filmleri Festivali
Röportaj: Tuğçe Özdenoğlu
Bu yıl ilk kez 7-10 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek İstanbul Uluslararası Spor Filmleri Festivali, sporun kültürel, politik ve kişisel taraflarını kesiştiren bir seçkiyle karşımızda. “Kan, ter ve gözyaşı” mottosuyla 21 ülkeden 60 yapımı bir araya getiren ilk edisyon; bireysel hikâyelerden, kolektif hafızaya uzanan çok katmanlı bir yolculuğa davet ediyor.
Festivalin direktörü Gökçe Kaan Demirkıran ile sohbetimizde, festivalin ortaya çıkış motivasyonundan küratöryel yaklaşıma, sporun sinemadaki temsilinden geleceğe dair hedeflere kadar pek çok konuda dolaştık. ISFF, yalnızca bir film gösterim etkinliği olmanın ötesine geçerek, “Sports Film Lab.” açılımıyla spor temalı film üretimini desteklemeyi de amaçlıyor.
Festivalin programının detaylarına ve biletlere buradan ulaşabilirsiniz.

Bir spor filmleri festivali düzenleme fikri nasıl ortaya çıktı? Sporun ve sinemanın kesişiminde nasıl bir etki yaratmak istiyorsunuz?
Uzun yıllardır belgesel film çekiyorum. Son 10 yıldır başka belgesellerin yanında spor belgeselleri de çekiyorum. Spor tarihi çalışma alanım diyebilirim. Dünyanın birçok noktasında spor temalı film festivali var. Türkiye’de bunun eksikliği vardı bence. 2020’den bu yana yabancı birçok yapım Türkiye’de ilgi gördü. Genç yönetmen arkadaşlarımız da son yıllarda daha çok spor temalı ve özellikle belgesel filmler üretmeye başladılar. Altın Portakal’da, İstanbul Film Festivali’nde gözlemledim bunu.
Bir de şöyle bir yerden bakmaya çalışıyorum: Coğrafyamıza matbaa gibi bir devrim çok geç gelmiştir ama iki şey çok geç gelmemiştir. Biri sinema, biri de modern sporlar. İkisi de hemen toplumumuzun içinde konumlanmıştır. O nedenle sinema mirasımız ve spor mirasımızın da bu konuda azımsanmayacak bir gücü olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında dünyayı da daha senkronize takip etmek isteğim vardı. 24 ülkeden toplam 95 başvuru aldık. Festivalimizin programında da 21 farklı ülkeden 60 film göstereceğiz. Bu anlamda da heyecanlıyız.
Festivalin tematik odağını merak ediyoruz, seçkide belirli bir tema veya ortak hikâye anlatımı üzerinden mi ilerlediniz? Belgeseller, kurmaca filmler ve kısa filmler arasında nasıl bir denge gözettiniz?
Festivalimizin teması ve mottosu diyebileceğimiz bir çıkış noktası var. Afişlerde göreceksiniz. Kan, ter ve gözyaşı. Bunu doğrudan film seçkisine yansıtmadık ama sinema da spor da bir adanmışlık hikâyesi. O nedenle kan, ter ve gözyaşı hem sinemaya hem de spora dair bir odak aslında. Filmleri seçerken yaklaşımımız sinematografik ve toplumsal konulardaki dayanaklar oldu. Spor çok bireysel gibi görünse de aslında sosyolojik bir olgu. Ben festivalimizde spor kültürü ve sinema kültürüne dair entelektüel ve yarı akademik tartışmaların da yer almasını istiyorum.
Son yıllarda televizyon ve streaming platformlarında spor yapımlarının sayısında büyük bir artış görüyoruz. Sence bunun arkasındaki en büyük etken ne? Sporun hikâye anlatımındaki gücü mü yoksa izleyicilerin ilgisindeki değişim mi?
Yeni nesil bir spor izleyicisi var. Bu spor izleyicisi biraz daha farklı. Daha çok hikâye istiyor, kısa içerikler tüketiyorlar. Spor organizasyonlarını da bu hikâyeler üzerinden okuyorlar. Kazananlar kadar kaybedenlerin hikâyelerine de dikkat ediyorlar. Niceliksel olarak belki büyük kitleler değil ama nitelik olarak etkili bir kitle. Bir de spor artık endüstriyel değil sadece. Aşırı endüstriyel spor çağındayız. Bu oyunu mekanikleştiren bir şey. Özellikle takım sporları bu anlamda çok şey kaybetti bence. Bu nedenle spor izleyicisi daha “romantik” şeyler arıyor ister istemez.
Türkiye’de sporla ilgili yapımların sayısının azlığına dair düşüncelerin neler? Sence bunun arkasındaki en büyük yaratıcı ya da endüstriyel engeller neler? Festival bu alandaki üretimi artırmak için nasıl bir rol üstleniyor?
Bu zor bir soru ve açıklaması da kolay değil. Kültürel bir olgu bu. Sinema endüstrisindeki insanları da sporseverleri de ilgilendiren bir şey. Örneğin Yeşilçam’da spor teması işlenen filmler pek önemsenmez. Ama önemli filmler vardır. Başka bir örnek de şöyle verebilirim. “Bana Türk sinemasından bir spor filmi söyleyin” desem, muhtemelen Orta Direk Şaban aklınıza gelmez. Oysa bir spor filmidir.
Festivalin ilk yılı ama yönetmenlik ve yapımcılık yapan biri olarak filmlere maddi destek bulmanın ne kadar zor olduğunu iyi bildiğimden, ilk yıldan bir fon kurduk. Sports Film Lab. adı. 9 film projesi yarışıyor. Post prodüksiyon ve prodüksiyon ödülü vereceğiz. Kazanan filmlerin bir yıl içinde tamamlanması ve gelecek yıl yayımlanması için ben ve ekibim de süreçte yer alacağız. Festivalin doğrudan film üretimine katkı vermesini bunu da ilk yıldan yapabiliyor olmasını istedik.

Yönetmen: Zhang Xiquan / Çin

Yönetmen: Selina McCallum / Kanada
Sinema ve televizyonda kadın sporcuların temsili hakkında ne düşünüyorsun? Sence spor yapımlarında kadın karakterlere nasıl bir bakış açısı hâkim ve bu durum nasıl değiştirilebilir? Kadın sporcuları ve onların hikâyelerini ele alan filmlerin seçkideki oranı nasıl?
Seçkiyi kurarken kadın hikâyeleri öne çıksın diye ekstra bir düşünce içinde hiç olmadım çünkü kadın sporcularla erkek sporculara bakış açım da birbirinden farklı olmayan iki olgu. Mesela, özellikle kadın futbolu filmleri dikkatimizi çekti ve onları seçkiye aldık. Bunun yanı sıra hem jüri oluştururken hem de söyleşileri tasarlarken katkı sağlayacak isimleri seçtik ve bu isimler arasında kadınlar önemli bir yer tutuyordu.
Festivalin geleceği için ne gibi hedefleriniz var? İstanbul Uluslararası Spor Filmleri Festivali’ni önümüzdeki yıllarda nerede görmeyi planlıyorsunuz?
Beş yıllık bir planlama yaptım bununla ilgili. Beş yılın sonunda saygın, yönetmenlerin bilhassa film yetiştirmek için çaba sarf ettiği, her yıl önemli tartışmaların yaşandığı ve Sports Film Lab.’e katılan projelerin çekildiği, seyirciyle buluştuğu bir festival hayal ediyorum. Bu noktaya gelirsek gerçek anlamda bir şey yaptığımızı düşünebilirim. Daha sonrasına da daha sonra bakacağım.