“Istırap Korosu”: Mutsuzlukların çığlığa dönüştüğü bir apartman

25. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yapacak olan Istırap Korosu; yeni kuşağın yetenekli yazarlarından Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun kaleme aldığı, Deniz Karaoğlu ve Seda Türkmen gibi iki iyi oyuncuyu buluşturan bir oyun. Bir apartmandaki 14 karakteri ele alan Istırap Korosu; mutsuzlukların çığlıklara dönüştüğü ve hepimizin hayatlarına dokunan bir metin. 2 Kasım’da Kadıköy Alan’da sahnelenecek oyunla ilgili Seda, Deniz ve Murat’la konuştuk.

Murat merhaba; apartman için toplumun aileden sonraki en küçük birimi diyebilir miyiz sence? Buradan hareketle mi geldi Istırap Korosu fikri?

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Kesinlikle diyebiliriz. Çok klişe olacak belki ama; küçücük oda/evlerin içinde ne hayatlar yaşanıyor ve hepimiz gecenin bir saatinde kendi içimize çekiliyoruz. İkiyüzlü ahlak anlayışımız da kol kırılır yen içinde kalır durumu yaşanmasına sebep oluyor. Bir de şehirler apartmanlaşıyor ve modernleşiyor gibi gözüküyor, aslında kendini tekrar eden bir kısıtlama ve denetleme durumuna da dönüşüyor.

Pandemide evlerde daha çok vakit geçirdik, haliyle komşularımızla sohbetlerimiz de arttı. Sende de benzer bir durum mu oldu, bu durum oyunun ortaya çıkışında bir rol oynadı mı?

M.M: Direkt benim apartmanla olan ilişkim değil ama duyduklarım(ız)dan da hareketle apartmanlarda yaşayan bir toplum olarak, kapalı ve muhafazakâr bir toplumun bir apartmanda iç içe yaşamasının nelere yol açabileceğiyle ilgili şeyler düşünmüştüm. Aslında birbirinin en özel anlarına tanık oluyorsun, birçok şeyi duyuyorsun ama duymamış gibi davranıyorsun vs. Bizim apartmanımızda yer alan karakterlerin hepsinin mutsuzluklarını iç sesleri olarak duyalım ama bir yandan da hepsini gerçekten duyalım diye düşünürken bu apartman hikâyesi ortaya çıktı. Bir yandan da diğer oyunlarımda olduğu gibi bir oyuncunun bütün dünyayı anlatan bir biçimle bir apartman hikâyesini nasıl anlatacağını düşünürken buna evrildi. Yazmaya pandemi öncesi başlamıştım; çok daha karanlıktı aslında ama oyuncularla buluştuğu anda çok daha keyifli bir oyun ortaya çıktı.

“Herkesin yaşayamadığı bir aşkı ya da duygusu var. Aslında ıstıraplarını yenebilirler fakat yenemiyorlar.” 

Bu kadar çok karakteri yazarken kontrolü kaybetme hissiyatı geldi mi? Nasıl üstesinden geldin?

M.M: Zordu ama şöyle bir şey var; biz Seda (Tükmen) ve Deniz (Karaoğlu) ile daha oyun metni yokken beraberdik ve ben hep onların sesini duyarak, onların nasıl oynayabileceğini tahmin ederek yazdım. Oyunun provaları sırasında da Deniz ve Seda’nın da bu karakterlerin üç boyutlu olmaları için büyük katkıları oldu.

Istırap çeken ruhların olduğu bu apartman nasıl bir apartman?

M.M: Herkesin yaşayamadığı bir aşkı ya da duygusu var. Aslında ıstıraplarını yenebilirler fakat yenemiyorlar, kısır döngüde dolaşıyorlar ve apartmandaki herkes böyle olduğu için küçük bir çıldırma ânına gidiliyor. Bizim apartman; mutsuzlukların çığlığa dönüştüğü bir grafikle ilerliyor. Sakin başlayıp git gide gürültülü oluyor.

Sence geçmişte izlediğin büyürken izlediğimiz ve apartman kültürü yaşamı gördüğümüz dizilerin örneğin Bizimkiler vs bir katısı olmuş mudur sana?

M.M: Bizimkiler’in de yine Umur Bugay’ın yazdığı Kapıcılar Kralı’nın da çok büyük katkısı var. Gerçi o dizilerde biraz daha bir biriyle ilişkilenme durumu vardı ama 2021’de o ilişkilenmeyi de biraz kaybettik. Şu an herkes sadece kendini korumakla meşgul ve diğer 19 daire ile ilgilenemiyor. Kimse birbiriyle empati kurmuyor.

Peki yazarken hangi semtler aklındaydı?

M.M: Ümraniye, Maltepe’nin birtakım yerleri. Orta sınıf dediğimiz herkesin yaşadığı yerler aslında.

Deniz ve Seda, ikiniz için de Istırap Korosu’nun zorlayıcı tarafları var.  Çok kısa sürede hem pek çok karaktere geçeceksiniz hem karakterlerin iç/dış seslerini birbirinizle uyumlu bir ritimde dile getireceksiniz. Nasıl bir süreç oluyor?

Deniz Karaoğlu: Daha sen gelmeden Seda ile şunu konuşuyorduk: o kadar ince bir çizgisi var ki oyunun; tek başına değil karşılıklı bir kompozisyon yaratıyorsun. En ufak bir aksama halinde karşındakinin de zamanlaması dağılıyor. Kendini zor ifade eden bir metin değil ama seyircide kafa karışıklığı yaratması olası bir metin gibi öngördüğümüz için titizce çalışıyoruz.

Seda Türkmen: Tam bir performans oyunu oluyor diyebiliriz aslında; sürekli aynı şeyi performe ermek gerekiyor. Üstün bir matematik, müthiş bir hafıza ve beraberinde birkaç duygu bize eşlik edecek ki önce sahne üstünde Deniz ve Seda olarak yer alıp sonra diğer 14 karakteri oynayabilelim.

Genelde Murat’ın oyunlarında dekor çok sade, anlatıcı yani oyuncu ön plandadır. Yine öyle mi?

D.K: Evet, yine öyle.

S.T: Aslında bu boş alan mevzusu hemen hemen tüm ekiplerin de yöneldiği bir şey. Hem bütçesel olarak hem de gezmesi daha kolay oluyor. Bütçe dışında da ülkede yeterince sahne yok. Ne kadar boş alan oyunu yaparsak oyun o kadar çok seyirciye ulaşacak.

D.K: Tiyatronun teatral olması ve onu kovalayıp onunla ilgili bir disiplin arayışına girmek de çok hoşumuza gidiyor.

 “Komşu: En mahremine şahit olan en yabancı insan.”

Okuduğunuzda “Ya bu benim başıma gelmişti” dediğiniz ya da benzer şeyler gördüğünüz neler oldu?

S.T: Genel olarak birbirimizle ilişkilenmeyi problemler üzerinden yaptığımız için komşuları da sürekli birer öteki hâline getirme durumumuz var. Yani mesela bir problem olmadıkça komşuna gidip nasılsın demezsin ya… Bu oyun bize gündelik ilişkiyi de daha doğru bir iletişimle kurmayı da öğretecek bence. Ondan metnin genel olarak zaten çok içindeyiz, yaşıyoruz.

D.K: Ben kendimi ya da bizi de sorundan sıyırıp dışından konuşuyor olmak istemem aslında. Apartmana kendi giriş çıkışlarımı düşündüğümde; benim de selam vermediğim (atıyorum) kısa konaklayan insanlar var, lanet ettiğim zamanlar var.

M.M: Provalar devam ederken bir apartman toplantısına katılmıştım; bizim apartmanda 6 daire var. Bir hırsız girmiş, zabıta gelmiş vs. O kadar çok şey olmuş ki benim dışımda herkes bir şekilde birbiriyle ilişkilenmiş. Ben tam da böyle ilişkisizlikle ilgili bir oyun yazmışken aslında apartmanda neler olmuş bilmemişim haberim olsun da istememişim. Yani evet kendimizi de bunun içinden sıyırmıyoruz ki böyle oyunlar yapıyoruz. Mesela karşı daire evden çıkarken ayakkabılarımı giymişken çıkmadığım, beklediğim çok oldu. Merhaba bile demek istemiyorsun bazen.

S.T: En mahremine şahit olan en yabancı insan komşu…

M.M: Bir yandan da dün geceki kavgasını duymuşsun…

S.T: Bir gün biriyle yüksek sesli bir tartışma yaşamıştım ve alt komşum sessiz olun diye geldi ve ben kadına nasılsınız, her şey yolunda mı diye sorsanıza diye isyan etmiştim. Kadın şiddet görüyor diye karışıp hapse girdiğin bir memleketteyiz. Maalesef bu ülkede öneri olarak da “Birbirine dokunma yanarsın” önerisi var.

Oynadığınız hangi karakterle aynı apartmanda oturmak istemezdiniz, ya da şöyle sorayım: empati kuramadığınız ya da en sevdiğiniz karakterler kimler?

D.K: Mutsuzluğunu yayan biri olduğu ve eşinin psikolojisini gram önemsemediği için Ali’yi sevmiyorum mesela. Onla aynı apartmanda oturmak istemezdim. Fatih ise aşk acısı çektiği için, toplum baskısına maruz kalmış olduğu için daha mağdur bir karakter. Bu yüzden onunla empati kurabiliyorum. Oyunun en yaşlısı Mücella ile aynı apartmanda oturmak ve ona yardım etmek isterdim.

M.M: Ben de şöyle bir şey eklemek istiyorum; Fatih diye bir karakterimiz var, toplum baskısı yüzünden aşkını yaşayamıyor. Canan diye bir karakterimiz var ama boşanma fikrinden çok korkuyor. Aslında her karakterin bir çıkış yolu var ama çıkış yolları kendileri kapatıyorlar. Bir yandan da “mutsuzsan şunu yap” demek çok kolaydır ama toplumu karşına almakla sonuçlanan bir yolculuğa doğru gidiyor.

S.T: En yaşlı karakterimiz Mücella’yı korumak isterdim çünkü onun mücadele edecek zamanı olmayabilir, en empati kuramadığım Canan karakteri muhtemelen. Kocasına da çocuklarına da hayatı dar ediyor. Ona böyle “al çocuklarını git başka bir hayat yaşa” demek isterdim. Kurbanlık rolünü çok seviyoruz biz kadınlar olarak. Bir de Ali ile oturmak istemezdim.

Festival sonrası takviminiz belli midir?

M.M: Kadıköy Boa Sahne’de oynayacak ama Avrupa Yakası henüz belli değil.

Röportaj: Hande Sönmez