Karakter galerisi: Aki Kaurismäki

Yazı: Beyza Yıldırım

İlk uzun metrajı Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının uyarlaması olan Aki Kaurismäki, 80’lerden beri kendine has sinema bakışıyla üretimlerini sürdürmekte. Trajikomik, mekanik ve ‘’kuru’’ mizahı, karakterlerin sözlerinde ve hareketlerinde sezilir filmlerinde. Her şey biraz belli belirsizdir; ne hissettiğini anlaması için kendisiyle baş başa bırakır izleyeni. Çoğunlukla işçiler, ‘’ötekiler’’ ve toplumun alt tabakasıyla ilgilenir; meselelerini, alaycı dilini yer yer sivrilterek işler.

Yönetmenin 24 filmi, geçtiğimiz günlerde “İnsan nedir ki?: Aki Kaurismäki filmleri” seçkisiyle MUBI kataloğuna eklendi. Bu sene Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’ne uzanan son işi Fallen Leaves’in de gelişini dört gözle beklerken, Kaurismäki’nin tesadüfler, beklentiler ve umutlarla dolu karakterlerinden beşine bir bakalım.

Iris Rukka 

Film: The Match Factory Girl (1990)
Canlandıran: Kati Outinen

Proletarya Üçlemesi’nin baş karakterlerinin ortak özelliği, belki de en belirgin olarak Iris’te hissediliyor. İçinde bulunan cevheri ve sahip olduğu potansiyeli dışa vuramadığı gibi zamanla hapsolduğu o yapı tarafından sindiriliyor Iris. Aynı evde yaşadığı uyumsuz ailesiyle çok az iletişim içinde. Kendi hayatının sıradanlığı ve rutinine o kadar alışmış ki uyumlu gibi hissettiren bir sakinliğe sahip. Atkuyruğu yaptığı sarı saçları ve çok az ifadeli yüzü pek bir şey anlatmıyor başlarda. Fabrikadan çıktığı gibi evin yolunu tutması, otobüste indirim reyonundan alınmış bir çok satan öykü kitabı okuması, hep aynı marketten alışveriş yapması, yürürken dükkânların vitrinlerini izlemesi… Hırkaları, kazakları ve özenle yapılmış görünen makyajı dışında hayatında hiçbir renklilik yok. Evde kendine ait o kadar az bir alanı var ki bunu yaratmak için bir kafeye giderek bira içip gazete okuyor. Bireyselliğin belki de en temel çıkış noktası bu: Kendisiyle vakit geçirmek. Üzerine biçilen rolleri kabul etmeyen Iris, kurtuluş yolları arıyor zaman zaman. En büyük kırılma noktası, kendine hediye aldığı kırmızı elbiseyi giyip gittiği dans salonunda tanıştığı kişiyle yaşadığı ilişkinin ardından hamile kalması. Görmediği sevgiyi, bir bebek aracılığıyla telafi etmeye çalışması onun hüznü.

Marcel Marx

Film: Le Havre (2011)
Canlandıran: André Wilms

Marcel iyimser, çalışkan ve nazik biri. Kendine ait bir düzen kurduğu küçük bir liman kentinde sade bir yaşam sürüyor. Her gün işe gitmesinin ve para kazanmasının çok az amacı var gibi; bunlardan biri, hasta eşinin mutluluğu. Tüm bu adanmışlık içinde kendini sorumlu tutacağı bir karşılaşma yaşıyor. Marcel birçok açıdan kendi hayatlarımızda kurduğumuz küçük iletişimlerin sebep olduğu büyük etkileri hatırlatıyor. Kaurismäki sinemasındaki ‘’sıradan’’ kahramanlardan biri.

Nikander

Film: Shadows in Paradise (1986)
Canlandıran: Matti Pellonpää

Kaurismäki’nin capcanlı renklerle donattığı Nikander’in hayatı bir o kadar yalnız. Çöp kamyonu şoförlüğü yapan karakter, kalbi rahatsız olan meslektaşının beklenen ölümüyle daha da boşluğa düşüyor. Duygusal ifadesizliği ve az konuşan hâli, yönetmenin minimalist üslubunun bir yansıması. Zamanla alkole yönelmesi, yolunda gitmeyen hayatının bir telafisi gibi onun için. Dış dünyası sakin görünen insanları, gürültülü mekânlarda bir tezatlık içinde konumlandıran yönetmen, karakteri ikilemleriyle baş başa bırakıyor filmde. Nikander’in ağzında sigarasıyla elindeki yarasını bantlamaya çalışan kasiyer Ilona’ya yönelmesi de hayatındaki boşluk hissinden. Hüzünlü bir tonda yaşanacak bir ilişkinin başlangıcı bu. İçten bir aşkı paylaşamayan karakterler, sürekli bir şanssızlıkla karşılaşıyor.

Hamlet

Film: Hamlet Goes Business (1987)
Canlandıran: Pirkka-Pekka Petelius

Kaurismäki, kara film ikonografisi içinde ‘’modern bir Hamlet’’ tiplemesi için Shakespeare külliyatının en belirgin eserini kullanmış. Hepimizin malumu olan bu bilgi, sanki filmdeki karakterlere de fısıldanmış gibi; herkes, bir kurmacanın içinde olduğunun farkında. Kaurismäki’nin karakterleri sanki bir dil sürçmesi. Vatkalı ceket içinde maço bir Hamlet, amcasıyla iktidar mücadelesine giriyor. Babasının ruhuyla iletişime geçtiği sırada, cinayetin aslında baş kahramanı. Olay örgüsüne uygun bir uyarlama yaparken, kara mizah diliyle dönüştürülmüş bir Hamlet ortaya çıkarıyor yönetmen. Birini kaybettikten sonra artan farkındalıklar ve değeri daha çok bilinen hatıralar üzerinden, şahsına münhasır bir intikamı izletirken, âdeta bir roman okuyor gibi hissettiriyor. Hamlet, Kaurismäki’nin diğer karakterleri gibi her şeye kayıtsız aynı zamanda. Harekete geçmek için acele etmiyor. Keza aile bağları da zayıf ve uğruna büyük savaşlar verilmiyor. Yani epik bir intikam izlemek isteyenler için çok fazla Hamlet uyarlaması var fakat bu, onlardan biri değil. Bu Hamlet, işçi sınıfının öfkesiyle karşılaşıyor. Her şeye olduğu gibi buna karşı da tepkisizliğini koruyor ve hazin sonu, yine hakir gördüğü bir işçi tarafından hazırlanıyor.

Vladimir 

Film: Leningrad Cowboys Go America (1989)
Canlandıran: Matti Pellonpää

Cowboys adlı rock grubunun menajeri Vladimir; lider ruhlu, disiplinli ve kuralına uygun yaşayan biri. Her şeyin el kitaplarından kolaylıkla öğrenilebileceğini varsaymasıyla biraz da gülünç bir karakter. Hem ticari hem de sanatsal amaçlarla Cowboys’u dünyaya tanıtmak için ABD’ye bir yolculuk yapılması gerektiğini düşünüyor. Bu da onu, tabiri caizse “çakallığa” başvurmak zorunda bırakıyor. Kendisi ironiye yakın, duygusal ifadelerden genellikle uzak. Onun dingin duruşu, grubun tuhaf ve komik hâliyle bir çatışma içinde. Büyük umutlarla gittikleri o ABD, ayakkabılarıyla benzer bir düzleme sahip saçlarıyla İngilizce öğrenirken yasaları öğrenmeyi unutan Vladimir ve Cowboys ailesine bağrını açmayacak en nihayetinde.