Sizi en çok ne korkutur?

Uğursuz bir kahkaha, yatağın altından uzanan bir el, kocaman göz bebekleri, pencerenin camlarını kırarak evin içine fırlayan bir katil… Evet, konumuz korku sinemasından imgeler.

Konuklarımıza hayatlarında onları en çok korkutan, akıllarından atamadıkları, akıllarına geldikçe tüylerini diken diken eden sahneleri sorduk. Yanıtlar tabii ki kimi korku klasiklerine temas ettiği gibi keşiflik tedirginlikler de barındırıyor.


Ceylan Özgün Özçelik

The Other Side of the Underneath (Jane Arden, 1972)  

Jane Arden, 1982’de intihar ettiğinde uzun yıllardır depresyonla boğuşuyordu. Şizofreniyi incelediği bu deneysel filmi, organik korku sinemasının hazinelerinden. Seyirciye hasta bir zihni deneyimleten ve altı dakikadan uzun süren palyaço sahnesi, görsel ve işitsel olarak o kadar rahatsız edici ve gerçek ki bu sahneyi tekrar izleyemem muhtemelen.


Kaya Özkaracalar

Totò diabolicus (Steno, 1962)
Friday the 13th Part 2 (Steve Miner, 1981)
Ôdishon (Takashi Miike, 1999)

Altı yaşındayken TRT’de izlediğim Toto diabolicus / Toto Şeytan’ın bir sahnesinde loş bir odada perdelerin arkasından maskeli bir adamın çıktığı sahne beni öyle etkilemişti ki uzun süre yatak odamdaki perdelerin arkasında da biri saklanıyor olabilir endişesiyle uyumakta zorlanmıştım! On yıllar sonra farkına vardım ki Toto diabolicus aslında bir komedi filmiymiş, her ne kadar söz konusu sahne sahici bir gerilim sahnesi olsa da… 

Sinemada izlediğim filmler içinde ilk kez koltuğumdan sıçramam ise Türkiye’de 1982’de, sanki serinin ilk filmiymiş gibi salt 13. Gün adıyla vizyona giren Friday the 13th Part 2’da Jason’ın arka plandaki pencerenin camlarını kırarak odanın içine fırladığı final sahnesinde olmuştu. Artık böylesi filmlerin finalinde katilin son anda, aniden boy göstermesi klişe hâlini almış olsa da 40 küsur yıl önce “slasher” furyasının ilk demlerinde henüz bu trük konvansiyonel hâle gelmemişti. 

Öte yandan bugün bile anımsadığımda içimi ürperten bir sahne ise 2001 yılında İstanbul Film Festivali’nde izlediğim Ôdishon’dan: Loş ve mobilyasız bir odada uzun saçlı bir kadın yerde sessizce oturmaktadır. Odada yalnızca yine yerde durmakta olan bir telefon ve arkada da ağzı bağlı bir çuval vardır. Derken sessizliği telefonun çalması bozar ve hemen ardından, görsel ilgimizin odağı telefon üzerindeyken aklımızdan çıkmış olan çuval, içinden hırıltılar, iniltiler gelerek kıpraşır!


Big Baboli Print House (Zez Eah & Moklich)

Kairo (Kiyoshi Kurosawa, 2001) 

Bu sahne, izlediğimiz birçok korku filmi içinde bizi gerçekten en ürküten sahnelerden birisidir. Açık ara! Bunun sebebi, korkutacak olan karakterin ne eksik ne fazla insan formunda gölgenin içinden bize doğru çıkıp gelirken, diğer örneklerin aksine yavaş hareket etmesi. Yavaşça gelen bir kişiden korkmaktan tam vazgeçtiğinizde, fizik kuralları ile pek de ahenkli davranmayan yürüyüş ve ufak bir tökezleme hareketi sebebiyle içinizi saran gerçek bir ürperti. Kısa, öz ve orjinal bulduğumuz bir sahne.


Melikşah Altuntaş

The Exorcist (William Friedkin, 1973)

90’lı yıllarda gece geç saatte televizyonda Türkçe dublajlı yerli korku filmlerini göstermenin epey moda olduğu bir dönem, annemle ortak bir dertten muzdariptik: Uykusuzluk… İşin kötü yanı, ben yalnızca altı yedi yaşlarındaydım ve o gece annemin uykusu erken gelivermişti. Televizyonda o akşam The Exorcist oynuyordu ve Regan kafasını 180 derece döndürüp şeytanın zaptettiği o korkunç suratını bana döndüğü an fısıltıdan bile kısık bir sesle “Anne!” diyebilmiştim yalnızca. Annem ses vermiyordu… Bilmiyorum hangisi daha travmatik; annemin ses vermemesi mi, yoksa bunun gibi bir yığın korkunç sahneyi tek başıma karşılamış olmam ve sabahı sabah etmem mi!


Tunç Şahin

Rope (Alfred Hitchcock, 1948)

İster seri katil, ister doğaüstü güç olsun, dışarıdan bir etkinin kahramanlara zarar verdiği bir olguyu konu eden filmlerdense karakterlerin kendi varoluşlarının dehşete neden olduğu korku filmleri beni daha çok etkilemiştir.  Bahsettiğim türdeki filmlere Carrie, Hereditary, Blair Witch 2 gibi örnekler vermek mümkün. Ama aralarında beni çok etkileyen filmi seçmem gerekirse, Hitchcock’un Rope’u açık ara ipi göğüsler. Film yüzünden özellikle ilk gençlik döneminde olmak üzere uzun süre tekrar eden kâbuslar gördüm. Rüyalarıma tıpkı filmdeki karakterler gibi hiçbir motivasyonum olmadan birisini öldürmüş olarak başlıyor ve rüya boyunca işlediğim bu suçu anlamlandırmaya çalışırken, yakalanma korkusu ve suçluluk gibi boğucu duygularla uğraşıyordum. Filmden bu kadar etkilenme sebebim sanırım Hitchock’un kullandığı dâhiyane sinema dili. O yıllar için mucizevi sayılabilecek uzun tek planları nedeniyle seyirci bir süre sonra bir film izlediğini unutup, gerçekten yaşanan bir olaya tanıklık ettiğini düşünüyor. Hitchcock, kotarması çok zor bir tercihin altından kalkarak, seyirciyi daha ilk andan katil olduğunu bildiği karakterlerle özdeşleştirmeyi başarıyor. Bu da seyirci olarak filmi izlerken, karakterlerimizin anbean üzerine çöken çıkışsızlık ve suçluluk duygusunun altında ezilişlerini hissetmemize neden oluyor. Rope, başımıza gelebilecekten ziyade, neden olabileceğimiz korkuyu anlatırken, kendi gölgemize dönüp baktığımızda gördüğümüz dehşeti ortaya çıkaran bir başyapıt.


Selin Gürel

Don’t Look Now (Nicolas Roeg, 1973)
The Others (Alejandro Amenábar, 2001)  
The People Under the Stairs (Wes Craven, 1991)
It Follows (David Robert Mitchell, 2014)
Rosemary’s Baby (Roman Polanski, 1968)

Hangi sahnelerin beni korkuttuğunu düşünürken, birkaç istisnayla beni en çok korkutan filmlerden sahneler seçmediğimi fark ettim. Bazı filmler bütünüyle kanımı dondurmasa da belli sahneleriyle izlediğim tüm korku filmlerinin önüne geçebiliyor. Bu yüzden böyle bir soru sorulduğunda, bazı sahneler filmlerden bağımsız olarak yıllar sonra bile tüm canlılığıyla kafamda yeni baştan oynuyor. Bunların başında Don’t Look Now‘daki restoran tuvaleti sahnesi, It Follows‘un açılış sahnesi, The People Under the Stairs‘te kaçık ev sahiplerinin ilk göründüğü sahneler, Rosemary’s Baby‘de Rosemary’nin kapı deliğinden baktığı her sahne ve The Others‘ta ölü insanların fotoğraflarına yakın çekim yapılan anlar ile annenin oyun oynayan küçük kızının bir yetişkine ait ellerini gördüğü sahne geliyor. Bu sahneler imgeler hâlinde bana dehşet veriyor. Don’t Look Now’daki ayna imgesi, It Follows‘ta görünmeyen bir varlığın görünmeyen imgesi, The People Under the Stairs’te ev sahiplerinin kocaman göz bebeklerinin imgesi, Rosemary’s Baby‘de delikten göründüğü hâliyle kapının önünde bekleyen tuhaf insanların imgesi ve The Others’ta zamanda donmuş ölü insan fotoğraflarıyla küçük kızın buruşuk ellerinin imgesi kalp atışlarımı zahmetsizce hızlandırıyor doğrusu.


Rajab Eryiğit

Queen of Earth (Alex Ross Perry, 2015)

Korku çoğu kez elle tutulabilen, kontrol edilebilen bir duygu olabiliyor bazı filmlerde. Lakin Queen of Earth izlerken, korku havada süzülen poşet gibi. Kontrolsüz, sakin, salt.


Gülçin Kültür Şahin

The Conjuring (James Wan, 2013)

İlk gençlik yıllarımda bulduğum iyi kötü bütün korku filmlerini izleyerek bilinçaltımı un ufak ettikten sonra, korku filmi izlemeye uzun bir ara verdim ama 2013 yılında dönüşüm muhteşem oldu. The Conjuring / Korku Seansı serisinin ilk filminde, Carolyn’in ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyle istemsizce oynadığı saklambaç ve sahne finalinde gardıroptan çıkıp çırpılan el sahnesi, tüylerimi en fazla ürperten korku sahnelerini düşündüğümde aklıma ilk gelenlerden biri kesinlikle. Bu sahne; çocukken çok sevdiğim el çırpmalı saklambacı anılarımda ters yüz etmeyi başarması, uzun bir aradan sonra beni evimde yalnız uyuyamayacak noktaya getirmesi, bu sebeple o geceyi -mecburen- evinde geçirdiğim arkadaşıma anlatmamla onu da edilgen bir şekilde uyutmamayı başarması itibarıyla hafızamda çok taze duruyor.


Can Temiz

The Ring (Gore Verbinski, 2002)

Bir korku hayranı olarak çok fazla korku filmi izlesem de beni en çok korkutan sahne hiç değişmedi. O da Ringu’nun Amerikan uyarlaması olan The Ring / Halka filminde (ki benim nezdimde orijinalinden iyi olan nadir uyarlamalardandır) Samara’nın televizyondan çıkıp Noah’ya yaklaştığı sahne. Yavaş yavaş önce ellerini kuyudan çıkarışı, sonra bütün vücuduyla eklemleri yerinden çıkmış bir sürüngen gibi ilerleyişi… En sonunda televizyondan dışarı çıkışı ve gerçek dünyada bir anda başka bir noktada belirebilişi… Zaten sadece korku sineması tarihi değil, popüler kültür tarihinde de ikonik bir sahneye dönüştü yıllar içerisinde. The Ring ilginç bir film; öyle çok fazla korkutucu sahnesi, “jumpscare”i yok. Hatta filmin çok büyük çoğunluğunda bir dedektiflik hikâyesi izliyoruz. Sanırım bu da o malum sahneyi ekstra korkunç yapıyor. Ha tabii şimdi izlediğimde pek korkunç gelmiyor, bilakis heyecanla filmin o kısmının gelmesini bekliyorum ama ilk izlediğimde sanırım lisedeydim ve sinemada izlemiştim; uzun süre ışıksız uyuyamadığımı hatırlıyorum.


Ekrem Buğra Büte

Lost Highway (David Lynch, 1997)

Kalabalık bir partide, ikinci shot viskinin ardından bembeyaz yüzlü, simsiyah kıyafetli küçük bir adam belirir. Yüzündeki ifadede farkında olduğu bir şeyleri gizleyen, rahatsız edici bir şeyler vardır. Kahramanımıza yaklaşır ve aslında şu anda evinde olduğunu, kendisini aramayı teklif ederek ispatlar. Üzerinde durduğumuz iki farklı zemin, hem mantığın hem de eve dönmenin huzuru yok olur âdeta. Partiden kaçıp eve koşmanın da orada kalmanın da bir anlamı kalmamıştır. O da bunu fark eder ki dev bir kahkaha patlatır üzerine. David Lynch’in Lost Highway’inin sinema tarihine “Mystery Man” olarak geçen bu anlaşılamaz, anlatılamaz karakterinin attığı o uğursuz kahkaha masum bir ergenken, gece vakti açma gafletinde bulunduğum o DVD’yle girdi hayatıma. Filmi derhâl kapattım ama onun yüzü bir yere gitmedi. Hâlâ da ara ara kâbuslarımı ziyaret etmeye devam eder. Neden bu kadar korkutucudur, neyi tetikler tam olarak bilmem ama insanın bu kadar huzuru kaçırılır mı… İnsaf.


Orçun Behram

Child’s Play, (Tom Holland, 1991)
The Exorcist III, (William Peter Blatty, 1990)

Çocukluk yıllarımda beni uzun süre etkilemiş önemli sahnelerden biri, beklenmedik bir alt-türden. Sevimli sayılabilecek ve 80’lerde oldukça moda olan oyuncak katillerin en tanınmışı Chucky, serinin üçüncü bölümünde (Child’s Play, 1991) yatağın altına saklanır ve kısa bir gerilim sahnesinin sonunda baş karakterimiz Andy’nin aşil tendonunu keser. O an sadece refleks bir iç acımasıyla yüz buruşturtan bu sahne, sonradan uzun süre yatağımın altını kontrol etmeme ve gece tuvaletlerinin bir cehennem azabına dönüşmesine neden olmuştu. 

Korkunç sahneler ele alındığında es geçilmemesi gereken bir diğer önemli örnek ise The Exorcist III’ye ait. Aslında serinin ilk filmine göre çok daha az ürpertici olan bu film, “jump scare”lerin atalarından sayılabilecek bir sahneyi barındırıyor. O zamanlar korku filmlerinin içerisinde çok eşi benzeri olmayan bir durağanlıkta, bir dakika süren, tek bir planın sonunda gelen bu “jump scare”; zamanlama, zoom ve sesin muhteşem ortaklığıyla her izlediğinizde kalp çarpıntınızın hızlanmasına neden olacak nitelikte.  Yine çocukluk yıllarımda denk geldiğim bu sahne de aklımdan çıkmayan örneklerden biri. Ayrıca söylemeliyim ki yıllar sonra Cenaze filminde ben de bu sahneye hafif bir gönderme yapma denemesinde bulundum.