Dünya kazan Le Guess Who? kepçe 

Yazı: Berk Sayan

Le Guess Who? festivalini bir kez daha ziyaret etmeden önce, tam dördüncü kez aynı festivali değerlendirmek üzere bilgisayar başına geçme fikri biraz tedirgin etmişti beni. Sadece canlı performansların değerlendirildiği bir izlenim yazmak çekici gelmedi açıkçası. Artık sadece bir izleyici olarak gitmeye kararlıydım ama işler öyle gelişmedi. İlk gün bu gerginliği taşıyarak takip ettim konserleri. İkinci gün neden burada olduğumu hatırlamıştım artık, bu festivalin yeni şeyler hissettirmek ve üzerine söylenecek söz, konuşacak başlık verme konusunda her zaman cömert olduğunu bir kez daha fark ettim.

Le Guess Who? tam 15 yıldır Hollanda’nın sakin kenti Utrecht’te geniş spektrumlu bir etki alanında ses çıkarıyor. Keşfetmek, “next big thing”i aramak ve bakış açısını genişletmek isteyenler için biçilmiş kaftan bir festival bu. Daha da önemlisi müzikal kürasyonun yanında zamanın ruhunu çok iyi okuyan bir festival. Okuyan demek hesaplı kitaplı bir strateji gibi duyuluyor, zamanın ruhunu yansıtan demek daha doğru. Gerçi zamanın ruhu post-truth, güvenlik politikaları, savaş, salgın, adaletsiz servet dağılımı anlamına gelmiyor mu? Doğru, geliyor. Zamanın ruhu aslında çok berbat şeyleri temsil ediyor. Ben festivalle eşlerken pozitif anlamda karşı cephedekileri, evrenselliği, kolektif bilinci, çok sesliliği ve hoşgörüyü kastediyorum. Bir çıkışa erişebileceksek o kapıyı açacak anahtar kavramları yani. Bu festival bana her ziyarette bunları hissettiriyor. İyi duygular aşılıyor kalbime.

Le Guess Who?’yu kısaca anlatmanın yolu kesinlikle şu tamlamadan geçiyor: Çok sesli. Çok seslilik Le Guess Who?’nun yapı taşı bile denebilir. Avrupa’dan Afrika’ya kıtalar arası müzisyen çeşitliliği bir yana artık dünyanın farklı kentlerinden müzik sahnelerine, kültürlere ve akımlara da kucak açıyorlar. Festivalin geçtiğimiz yıl başlattığı COSMOS isimli ayağı gözünü kulağını Irak Kürdistan’ı, Filistin, Sudan ve Çin gibi ülkelere çeviriyordu bu sene. “LGW Embassy” başlığı altında Filistin’den Radio Alhara ve Kürdistan’ın ilk deneysel müzik festivali Space21 gibi birçok farklı kültürden temsilci festivalle iş birliği yaptılar. Radio Alhara, Filistinli kilise korosu tenoru Laurence Samour’u Beyrutlu müzisyenler Sary Moussa ve Yara Asmar ile buluşturmuş, enteresan işler çıkmış ortaya. Space21 ise Süleymaniye’nin sokaklarından sesler ve müziklerle eklektik bir içerik sunmuş. Bu içerikler festivalin merkez üssü dev müzik ve performans kompleksi Tivolivredenburg’de kurulan bir ekranda katılımcılarla buluştu. Hepsine ve dahasına festivalin YouTube kanalından da ulaşabiliyorsunuz. COSMOS projesi festivalin kapsayıcılık konusunda geldiği son nokta ve çok seslilik adına yapılabilecek zekice bir hamle olarak konumlanıyor.

Le Guess Who? kendine dost edinmeyi de seviyor ve bu sayede kendi alanında kolektif bilinci geliştiriyor. Kimyanın tuttuğu isimlerle uzun süreli ve adım adım derinleşen iş birlikleri kurguluyor. Örneğin, Glitterbeat Records kurucusu Chris Eckman ve Ian Brennan’ın festival için kurguladıkları “Hidden Musics” başlıklı proje dördüncü kez festival sahnesinde dünyanın farklı yerlerinden “gizli” yıldızları ağırladı. Bu kapsamda ben de bir konser izledim. Bachir Attar & Master Musicians of Jajouka performansıydı bu. Bachir Attar, babasının mirasına sahip çıkan bir hayırlı evlat. Fas’ın kuzeyindeki Jajouka köyünden müzisyenlerin oluşturduğu bu orkestra sufi müziğinin ayinsel ruhunu dünyanın farklı köşelerine ulaştırma başarısını göstermiş bir topluluk. Onlar sahnedeyken ritimler dinleyeni adım adım ezoterik bir terapiye davet ediyor sanki, üflemeliler bilincin derinliklerine doğru sürüklüyor. Kendinizi bırakırsanız eğer Bachir Attar ve ekip sizi kültürlerine has dingin bir bilgelik ile buluşturuyor. Kulağa fazlasıyla oryantalist gelebilir söylediklerim fakat onları sahnede görseniz bana hak verirdiniz eminim. Bu mistik havanın yanında hem sahnede hem de sahne arkasında onları buraya getiren organizasyonla kolektif çalışmanın anlamını hissediyorsunuz. Bu da bahsettiğim gibi festivalin beni cezbeden, fark yaratan özelliklerinden biri. Festival ayrıca, zihinsel engelli genç yetişkinlerin yeteneklerini keşfetmeleri adına Superkracht organizasyonuyla; Hollanda’nın yeni gelenlerine kucak açmak için ise New Faces, Dutch Council for Refugees ve Welcome in Utrecht Foundation gibi kuruluşlarla da ortaklaşıyor.

GNOD
Fotoğraf: Tim Van Veen

Festivalin kendine dostlar edindiğinin ve kolektif bilinci yücelttiğinin en önemli ispatlarından biri de geliştirdikleri kürasyon anlayışı. Müzik festivallerinde pek de sık görmediğimiz bir biçimde Le Guess Who? sahnesini açacağı müzisyenleri yine müzisyenlere seçtiriyor. Örneğin bu sene Animal Collective, clipping. ve CURL’ün kürasyonlarını gördük. DJ Fitz, GNOD, Bong Ra ve Coco Maria gibi isimlerin takdim ettiği isimleri dinledik. Geçtiğimiz yıllarda küratörlük görevi üstlenmiş The Bug, Lucrecia Dalt, Patrick Higgins gibi isimler de sahne aldılar. Bu üç isim de gerçekten sahnede müthişlerdi. Lucrecia Dalt’ın köklerine döndüğü, yani Kolombiya müziğinden izler taşıyan ¡Ay! isimli yeni albümünü sahneye koyuş biçimine tanık olmak muazzamdı. Alex Rodriguez Lázaro’nun katılımıyla perküsyon katmanını da sahnesine dahil eden Dalt, kendine has sci-fi müzik dokusundan da faydalanarak Güney Amerika müziğinin güncel bir versiyonunu ilmek ilmek işliyor. Küratörlerden CURL’ün 90 dk süren muazzam şovu, GNOD’un kan-ter-gözyaşı üçlemesi ile açıklanabilecek yıkıcı performansı ve The Bug’ın sisler içinde bas müziğin farklı uçlarına dokunduğu sahnesi öne çıkanlar arasındaydı. İngiltere çıkışlı bu üç isim de neden festivalin yakın arkadaşları arasında olduklarını ispatlar gibiydiler. Eski küratörlerden Patrick Higgins’ın ZS ile sahnelediği performansa da ayrı bir parantez açmak istiyorum. ZS, New Yorklu avangart bir topluluk. Tenor saksafon sanatçısı Sam Hilmer’ın başı çektiği proje, yıllar içinde birçok farklı forma girdi. Son albümü ise Greg Fox ve Higgins’ın dâhil olduğu bir trio formunda kaydedildi. Le Guess Who? sahnesinde ise Higgins ve Hilmer’dan oluşan bir duo olarak çaldılar. Bu konser yazının girişinde bahsettiğim festivalin ikinci günü yaşadığım “Neden burada olduğumu hatırladım” hissinin başlangıç düdüğünü çaldı. Müziğin sınır tanımazlığını, ihtimallerin sonsuzluğunu, özgür ifade biçimlerinin her geçen gün yenilenip kendine akacak bir yol bulacağını gördüm o sahnede. Hilmer’ı hiç izlememiştim, açıkçası enstrümanıyla ruhunu aktarış biçimine hayran kaldığımı söylemeliyim. Higgins’ı ise yine Le Guess Who?’da izlemiştim, geliştirdiği yeni gitar dilini birkaç basamak öteye taşıdığını ve olgunlaştırdığını görmek heyecan vericiydi. Onları bir de Greg Fox’la izlemeyi gerçekten çok isterim.

Le Guess Who?’nun keşfetmeye çok müsait bir yer olduğunu da söyleyerek kapatmak istiyorum bu faslı. Festivali dördüncü ziyaretimdi ve gitmediğim yıllarda da festival programını muhakkak inceliyorum. Keşfettiğim birçok yeni isim oluyor ya da son zamanlarda keşfettiğim ve bayıldığım isimleri kesin o sahnede görüyorum. Bazen geçmiş yıllara bakarken “Aa x çıkmış ve izlememişim enayi gibi” dediğim de oluyor. Zamanın ruhunu yakalamak adına başarılı olduklarını söylemek gerek. Anaakımın izinde giden bir akış değil fakat bu; seyircisinin, takipçisinin, festival ekibinin ve dostlarının aşina oldukları özel bir zaman akışı, izafiyeti açıklarcasına dünyanın başat döngüsünden farklı bir dönüş hızına sahip. Katılımcıların o sahneden bu sahneye koştururken girmeden birbirlerine içerideki şeyin neye benzediğini sorduklarını sık sık duyuyorsunuz. Burada insanların yeni fikirlere, yeni seslere açık olduklarını, onlarla tanışmak için gerekli hoşgörüye sahip olduklarını anlıyorsunuz. Keşfe çok açık bu ortamda benim için bir numaralı tanışma Ugandalı müzisyen Otim Alpha ile olandı. Otim Alpha, Omar Souleyman’ın Suriye düğünlerinin vazgeçilmezi dabkeye yaşattığı dönüşümü Kuzey Uganda ve Güney Sudan’ın düğün müziğine yaşatmış. Acholi halkının geleneksel müziği, o ve prodüktör Leo Palayeng’in elinde Acholitronix’e dönüşmüş. Yüksek tempolu ve poliritmik bu müzik Otim Alpha’nın eşsiz sahne performansıyla bir araya gelince çılgınca bir şeye dönüşüyor. Sahne ateş alıyor, seyirci coşuyor. Sadece meraktan içeri girmiştim ve dakikalarca dans ettim. Alpha’nın yanı sıra Fransız topluluk KOKOKO! da çılgınca dans ettirme konusunda benzer bir etki yaptı. Onların hazırlık aşamasında olan yeni albümünü merakla bekliyorum. Dans ettirmeseler de delisaçması bir enerjiyi Japon grup Dos Monos sahnedeyken de hissettim. Sahnede gitar ve saksafonun da olduğu, caz ve rap’in kakafoniye dönen bir birleşimi olarak anlatabilirim yaptıkları müziği. Fantastik şeylerin yaşandığı Tokyo merkezli bir polisiye izlemek gibi onların müziğini dinlemek: Şaşırtıcı, deneysel ve beklenmedik. Sanırım bu başlıklar favori festivalim olduğunu bir kez daha kanıtlayan Le Guess Who?’yu tanımlamak için de kullanılabilir.

Marina Herlop
Fotoğraf: Lisanne Lentink

Oturduğum yere çivilendiğim, yine “bir göz atayım” diye girdiğim ve çıkamadığım bir performanstan daha bahsetmek istiyorum son olarak. Katalan müzisyen Marina Herlop festival öncesinde programı incelerken ıskaladığım isimlerden biri ama sahnede onu gördükten sonra artık sıkı bir takipçisi hâline geldiğimi söylemem lazım. Festival ekibi de bunu biliyor olmalı ki bu genç sanatçıya kompleksin en büyük salonlarından birini tahsis etmişlerdi. Duruşu, kostümü, sesi, müziğini sahneye uyarlama biçimi ve özgüveniyle seyirciyi büyüledi. Herlop, klasik müzik eğitiminin verdiği beceri ve elektronik müziğin imkanlarıyla zamanın ötesinde bir yerden sesleniyor dinleyiciye. Ritmik vokal tekniğini Güney Hindistan’ın Karnatik müziği ile benzeştiren ve özellikle stilinin konnakol tekniğinin bir çeşidi olduğunu söyleyen yorumlar var. Onu dinlerken Björk’ü de biraz anımsayabilirsiniz. Bunlar sadece bir tanıdıklık yakalamak için söylenen şeyler tabii ki, Marina Herlop’un avangart şarkıcılık adına yeni şeyler söylediğinin ve yazdığı kompozisyonların çok başarılı olduğunun altını çizmek muhakkak gerekiyor.  Festivali buraya sığdırmak tabii ki mümkün değil, ücretsiz etkinlikleri, isteyenin mutfağa geçtiği isteyenin sadece katıldığı brunch buluşması, şehrin tümüne yayılan konserleri ve film gösterimleri ile çok kapsamlı bir program var. Yazıya iliştirdiğim çalma listesinde yazıda geçen isimlerin bazılarını ve festival programındaki nispeten “az bilinen” ve dikkatimi çeken kimi isimleri derledim, hepsini aktaramasam da en azından keşif meraklıları için iş görecek bir liste oldu.

Giriş görseli: Lucrecia Dalt / Fotoğraf: Maarten Mooijman