Love, Death & Robots 3. sezon: 3 harika bölüm

Netflix’in en ses getiren animasyon işlerinden olan Love, Death & Robots; 20 Mayıs itibarıyla platform kataloğuna eklenen 3. sezonuyla beklenen dönüşü yaptı. 2019’da yayımlanan ilk sezonundan bu yana bilim kurgu, neo-noir, cyberpunk, korku, gore ve kara komedi gibi farklı türleri harmanlayan antolojik seri; yine bambaşka yönetmen ve senaristlerin ellerinden çıkmış, tazecik dokuz bölümüyle karşımızda.

David Fincher ve Deadpool’un yönetmeni olarak hatırlanabilecek Tim Miller ortaklığıyla yaratılan Love, Death & Robots, 1981 yapımı fantastik / bilim kurgu filmi Heavy Metal’dan esinlenerek ortaya çıkmış bir proje. Bilindiği üzere her bölüm farklı bir öyküyle, farklı animasyon tarzı ve teknikleri kullanılarak, bambaşka temadaki distopyalara sürüklerken; modernitenin güncel sorunlarına da sıkça temas ediliyor. Post apokaliptik evrenler, kısacık sürelerde bir bir gözlerimizin önünden geçiyor.

Benim gibi animasyon ve anime dünyasına uzak bir seyirciyi bile kolayca radarına almayı başaran 3. sezondan, üç favori bölümümü listeledim: Bad Travelling, Mason’s Rat ve Jibaro.

Bad Travelling

David Fincher’ın ilk kez bir animasyon için kamera arkasına geçmesiyle hem kendi filmografisinin hem de Love, Death & Robots tarihinin özel bir noktasında konumlanıyor Bad Travelling. Neal Asher’ın öyküsünden Andrew Kevin Walker ile Tim Miller’ın senaryolaştırdığı bölümde, Dünya dışı bir gezegenin okyanusunda seyir halinde olan bir gemideyiz;  mürettebatın, Thanapod isimli deniz canavarıyla olan serüvenlerine ortak oluyoruz. Thanapod, kısa çöpü çeken Torrin ile Phaiden Adası’na gitmek üzere bir anlaşma yapıyor ve sonrasında denizciler arasındaki iç çatışmalara şahit oluyoruz. Rotayı Phaiden Adası’na çevirip oradaki insanları canavarla baş başa bırakmak mı yoksa daha uzaktaki ıssız bir adaya doğru yola çıkıp bu canavardan kurtulmak mı ikileminde buluyorlar kendilerini.

Sezonun ve belki de serinin en yüksek bütçeli bölümlerinden olan Bad Travelling’deki teknoloji kullanımından etkilenmemek elde değil özellikle. David Fincher’ın bir demecinde belirttiğine göre, daha gerçekçi görüntülere ulaşmak adına oyuncuların yüz ifadeleri, jest ve hareketlerini bilgisayar desteğiyle eşleştirmeye yarayan motion-capture tekniğinden yararlanılmış sık sık.

Mason’s Rat

Çocukken okuduğumuz fablların grafik şiddet içeren, hüzünlü ve beklenmedik finalli bir versiyonu diyebilirim Mason’s Rat için. Yine bir Neal Asher öyküsünden, Joe Abercrombie ve Tim Miller tarafından uyarlanan bölümün yönetmen koltuğunda Jerome Chen ve Carlos Stevens ikilisi oturuyor.

Bu “fare kıyametinde”, ahırına dadanan farelerle başı dertte olan Çiftçi Mason merkezde. Soruna çözüm ararken kullandığı silahlar işlemeyince, fare-savar bir robot devreye giriyor ve açılan karşı ateşle ahır birdenbire savaş alanına dönüyor. İlginç ve yenilikçi bir senaryoya sahip olduğunu söyleyemesem de özellikle renk ve çizgi kullanımını sevdiğim Mason’s Rat, sezonun en beğendiğim duraklarından oldu.

Jibaro

Serinin sinematografik açıdan en güçlü işlerinden olan Jibaro, ilk sezonun harikalarından The Witness’tan hatırlanabilecek Alberto Mielgo’nun ellerinden çıkmış. Yönetmenin söylemiyle, modern bir bale anlatısı etrafında şekillenen, mitolojik ögelerle örülmüş bir toksik ilişki tasviri bu. Bölümdeki ormanı; Mielgo, Kuzey California, Washington ve Oregon ormanlarını dolaştığı üç haftalık bir seyahat sonunda topladığı video referanslarla tasarladığını söylüyor. Ağaçlar, sular ve diğer detaylar; renk, gölge, ışık gibi faktörlerin başarılı kullanımı sonucu, günümüz animasyon standartları için bile çok gerçekçi görünmekte. Bölümdeki kaotik sahneler için ise Alejandro González Iñárritu’nun The Revenant filminden ilham alınmış.

Yine gore dozu çok yüksek bir öykü izliyoruz Jibaro’da. Mitolojideki siren temsili bir karakterle sağır bir şövalyenin karşılaşması ve gelişen toksik ilişkileri; büyük bir hazine, kan ve ölümü de beraberinde getiriyor. Kısa film formatında olmasına rağmen bu durumu hissettirmeyen, görsel işitsel dünyası zengin, karanlık ve güçlü bir bölümle 3. sezon noktalanıyor.

Yazı: Aybüke Ebinç