Bir tanıklıklar toplamı: Meryem’s Ballad

Röportaj: Cem Kayıran - Fotoğraf: Amelie Kahn-Ackermann

“Şimdi ve burada. Şarkılarım karışsın şarkına.”

Meryem’s Ballad: The Odyssey of a Guest-Worker, Berlin’de yerleşik Sevda Hamzaçebi ve Cem Dinler’den oluşan babelfis ve görsel sanatçı Mert Akbal’ın ortaklığıyla hayata geçen disiplinlerarası bir performans. Prömiyerini geçtiğimiz kasım ayında Berlin’de yapan Meryem’s Ballad, R. Wagner’in The Flying Dutchman eserindeki karakterler ve ilişkilenmeleri, 1970’lerde Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli işçi Meryem ekseninde yeniden hayal ediyor. 

Prömiyerde babelfis ve Akbal’a Serkan Emre Çiftçi, Can Tüfekçioğlu, Ori Davidson, Anna Schoeck, David Wishart ve Deutsche Oper Quartet’in eşlik ettiği performans önümüzdeki haftalarda Avrupa’nın farklı şehirlerinde temsillerini sürdürecek. Bir gün İstanbul’da da izleyebilme arzusuyla, Meryem’s Ballad’ın yaratım sürecini ve ardındakileri Sevda Hamzaçebi ile konuştuk.


Meryem’s Ballad’ın ilk tohumları ne zaman, nerede atıldı? Oradan sahneye varana kadar ne gibi dönüşümlerden geçti? 

Almanya’da bağımsız sanatçılara can suyu olan irili ufaklı fonlardan biri ile başladı süreç. Devlet destekli ya da özel kuruluşların sağladığı bu burslar – son zamanlarda sansür ve ekonomi gölgesinde sekteye uğramış olsa da kültür alanında çalışanların yaratıcı fikirlerini gerçekleştirmeleri için imkân sunuyor. Bu proje özelindeyse fikir, fonun formatı doğrultusunda ortaya çıktı. Musicboard Berlin ve Berlin’deki üç operadan biri olan Deutsche Oper ortaklığında yapılan çağrıya Haziran 2022’de başvurduk. Bu bursu alacak iki müzisyen, 2023 sezonunda Deutsche Oper repertuarında yer alan R. Wagner’in The Flying Dutchman / Uçan Hollandalı eserine özgün malzemesini kullanarak kritik bir yaklaşım getirecek ve bunun ilk gösterimini de Kasım 2023’te yapacaktı. Opera orkestrasından müzisyen ve şarkıcılarla birlikte opera sahnesinde bir babelfis konseri fikri inanılmaz çekici, başvuru için niyet mektubu yazma kısmı ise bir o kadar çetrefilliydi. 1841 yılından Wagner’in bu eserini nasıl ele alacağımız konusunda zorlandığımızı itiraf etmeliyim. Fakat şimdi bakınca, Haziran 2022’de üzerine epey kafa patlatarak kurduğumuz çatıyı birebir uyguladığımızı görüyorum. Sonraki bir buçuk yılda ise sahnede kaç kişi olacağımızdan müzikal ve görsel dünyasına kadar farklı gövde bileşenleri, hatta neredeyse son haftaya kadar çok kez değişti diyebilirim.

R. Wagner’in The Flying Dutchman’indeki kız kardeşliği yeniden hayal ediyor Meryem’s Ballad. Kaynak materyali kişisel deneyimler filtresinden geçirip yeni bir metne dökmek nasıl hissettirdi? 

Wagner’in yazdığı librettonun kaynağı, Heinrich Heine’nin Uçan Hollandalı adlı efsanevi gemi üzerine kaleme aldığı bir metne dayanıyor. Tanrı’ya karşı geldiği için sonsuza dek denizlerde gezmeye mahkûm olan kaptanın ve gemisinin hikâyesi popüler kültürden de tanıdık gelecektir. Wagner’in operasında ise kaptanın bu lanetten tek kurtuluşu kendine tamamıyla sadık bir eş bulup evlenmektir ve her yedi senede bir karaya ayak basarak böyle bir kadın arar. Bu seferlerden birinde karşılaştığı başka bir denizci, Hollandalının zenginliğinden etkilenerek onu kızıyla evlendireceğinin sözünü verir. 

Operanın ikinci perdesi bu müstakbel eş, yani Senta ve kadın arkadaşlarının iplik eğirdiği sahne ile açılıyor. Senta, hakkında çok şey duyduğu bu kaptana öteden beri hayranlık duyar ve bağlılığıyla onu kurtarabileceğini söyler. Arkadaşı Mary ise onu bu çılgın fikirden vazgeçirmeye çalışır. Eserin sonunda Senta, kendisinden şüphe duyan kaptan için intihar eder, sadakatini kanıtlar ve Hollandalının ruhu huzura kavuşur. 

Wagner’in en sevdiği temalardan biri, erkeğin selameti için, bedelini kadınların canlarıyla ödediği kefaret kavramı. Metni okur okumaz kendimi Mary’nin ağzından konuşurken buldum, “Senta, hayır, lütfen bunu yapma!”. Son altı yıldır Almanya’da olduğumuz için 1950’lerde başlayan göç tarihine çok daha yakından bakma şansı yakaladığımızdan olsa gerek, Mary’yi Türkiye kökenli işçi Meryem, Senta’yı Alman arkadaşı olarak ve ip eğirme sahnesindeki diyaloğun da 1970’lerde bir fabrikada geçtiğini hayal ettim. Almanya’ya işçi göçü dendiğinde genellikle gözümüzün önüne trenlere doluşmuş erkekler gelir, oysa en başından beri işçi olarak yazılan kadınların sayısı hiç de az değildir. Hatta göçün kısıtlandığı yıllarda Alman işletmeler, daha da ucuz iş gücü olması bakımından yalnızca kadın işçilerin getirilmesini talep ederler. Meselenin bu kısmı çok önemli, çünkü kadınlar hem kadın hem de göçmen oldukları için sömürüyü en ağır şekilde deneyimlemişler. Öte yandan, Batı Almanya’da kadınların eşlerin yazılı iznine gerek kalmadan çalışabilmesi ancak 1977’de yasalaşırken, göçmen kadın işçiler fabrikalarda grevler örgütlüyor. Bu karşıtlık anlatımızın çekirdeğini oluşturdu. Senta, “Senta’s Ballad” olarak bilinen aryasında, fabrikadan ayrılarak evinin kadını olmasını isteyen bir erkekle evlenmeye hazırlandığını söyler. Meryem ise göçle başlayıp mücadelelerle kurulan özgürleşme yolculuğunu anlatırken geçmiş, şimdi ve gelecek olaylar üzerinden göçmenlik ve kadınlık deneyiminin tekrarlayan izleğini dile getirir ve arkadaşına bu yoldan dönmesi için çağrıda bulunur. Meryem’s Ballad, proje araştırması boyunca okuduğum, izlediğim, dinlediğim tüm tanıklıkların bir toplamı ve beni de kişisel olarak inanılmaz güçlendirdi.

Çok yönlü, farklı disiplinleri, hatta kültürleri iç içe geçiren bir performans kurgulamışsınız. Peki Meryem’in hikâyesini başka mecralarda, başka şekillerde anlatmak ya da devam ettirmek gibi planlarınız var mı?

Bu kadar farklı disipline uzanacağını en başta öngörmemiştik. Meryem’in hikâyesinin spoken word tarzında çıkması ya da beraber çalıştığımız görsel sanatçı Mert Akbal’ın görsel dünyayı yaratırken yapay zekâdan animasyona çeşitli tekniklerden yararlanması yukarıda bahsettiğim gövdenin bizim için de güzel sürprizleriydi. Sanıyorum, anlatımızda bir müddet bu eksende kalırız, iki nedenden ötürü: Hem kendimizi en iyi ifade etme biçimimizin müzik olması hem de göç anlatısında farklı sanat formlarında çok sayıda güzel iş çıksa da müzikal alandaki üretimlerin nispeten az olması. Kısaca, bir sonraki projede kullanacağımız biçimsel yöntem pek değişmese bile, evet, Meryem’in hikâyesini farklı açılarından tutarak devam ettirmeyi tasarlıyoruz.

Kasım ayında Deutsche Oper’s Tischlerei sahnesindeki prömiyeri nasıl hislerle hatırlıyorsunuz? Sonrasında gelen yorumlar / eleştirilerden ne gibi çıkarımlarınız oldu? 

İnanılmaz heyecanlı ve stresliydik, çok ciddi bir teknik aksaklıkla güne başladık ama sonrasında her şey mucizevi şekilde yolunda gitti ve çok güzel bir gösteri oldu. Fon veren kuruluş ve birlikte çalıştığımız Deutsche Oper müzisyenlerinden bizi mutlu eden yorumlar geldi. Tanıdığımız, tanımadığımız misafirler oldukça etkilendiklerini paylaştılar. Benim kişisel olarak en merak ettiğimse, anlattığımız hikâyenin uzaktan ya da yakınından bir parçası olmuş göçmen kökenli izleyicilerin ne düşüneceğiydi. Çünkü başta endişeliydim; acaba bu konular çok mu tüketilmişti, öyle değilse bile yeni gelenler olarak biz sahici bir perspektifle meseleyi işleyebilecek miydik? Ama görüştüğüm birkaç kişiden anladığım bu profildeki seyirci için de kalbe dokunan bir performans olmuş, tabii müthiş sevindik. 

Mayıs sonunda Rotterdam’da, haziranda Hamburg’da çeşitli festivallerin takviminde yer alıyor Meryem’s Ballad. Başka havadisler var mı? Tabii ki en büyük merak konusu: Bu performansı İstanbul’da da izlemek mümkün olacak mı?

Evet, 25-26 Mayıs’ta Rotterdam’da O.’da ve 7 Haziran’da Hamburg’da Fringfy festivalindeyiz. Açıkçası, performansın bu çok disiplinli hâli bizi kategorilerin biraz dışında bıraktığından uygun mecra bulmak zaman alıyor. Şimdilik takvimde, 2025 başında Bavyera’da bir festival ve Berlin’de yeniden gösterim var. İstanbul’a da önümüzdeki yıl içinde muhakkak geleceğiz ama ne zaman ve ne şekilde olacak net değil, henüz planlama aşamasındayız.

babelfis gündeminde Meryem’s Ballad’dan başka neler var bu sıralar? İpuçları alabilir miyiz?

Esasen 2023, önceki ritmimiz düşünülürse oldukça hareketliydi bizim için. 🙂 Meryem’s Ballad, yaylı dörtlüsü ile canlı performans videoları, yeni tekli “Keçi” ve klibi derken 2024 ikinci yarısı daha dingin geçecek gibi gözükse de ekim ayında yeni şarkımız “Koza”yı yayımlamak üzere kolları sıvadık.

Görsel: Suat Can Beldek