Sömürünün sonsuz döngüsü: Mickey 17

Yazı: Ezgi Oğraş

Parasite’tan beri yeni işinin yolunu gözlediğimiz Güney Koreli sinemacı Bong Joon-ho’nun reji ve senaryodan sorumlu olduğu Mickey 17; Edward Ashton’ın Mickey7 adlı kitabından kara komedi elementleri taşır biçimde uyarlanan bir bilim kurgu. Oyuncu kadrosunda Robert Pattinson, Naomi Ackie, Steven Yeun, Toni Collette ve Mark Ruffalo gibi isimlerin yer aldığı yapım, buzdan bir gezegenin kolonileştirilmesi için yapılan keşiflerde görev alan Mickey Barnes’ın öyküsünü takip ediyor.

*Bu yazı, henüz Mickey 17 filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân

2054 yılında Dünya’dan, yeni yaşam inşa etmek üzere Nilfheim adlı gezegene doğru yola çıkıyoruz. 

Ne hakkında?

Başarısız yatırımları sonucu mafyatik bir gruba borçlanan Mickey, hayatını kurtarmak ve borcunu ödeyebilmek için kaçma işini biraz abartarak gezegen değiştiriyor. Politikacı Kenneth Marshall önderliğinde Nilfheim adlı gezegeni keşfetmek ve kolonileşmek için mürettebat kuruluyor. Mürettebata katılmak için başvuran Mickey, “harcanabilir” olarak göreve alınıyor; ancak şartları okumadan sözleşmeyi imzaladığı için bunun ne anlama geldiğinden habersiz. 

“Harcanabilir”ler, uzay gemisindeki en düşük statüde olsa da en kritik ve vazgeçilemez konumda. Yeni gezegenin havasının solunabilir olup olmadığını ölçmek, bilimsel araştırmalarda yer almak ve yiyecekleri test etmek gibi görevleri var. Bir nevi ölümsüz oldukları için sonsuz bir döngüde çalıştırılabiliyorlar. Çünkü yer aldıkları deneylerde işler ters gider ve ölürlerse, son teknoloji klonlama cihazı sayesinde yeniden yaratılabiliyorlar. 

Farklı sebeplerle 16 kez ölüp yeniden klonlandıktan sonra, bir çukurda ölmek üzere olan Mickey 17 ile başlıyor film. Kenneth Marshall’ın sömürgeci politikaları, Nilfheim gezegeninde karşılaşılan yaratıklar ve Mickey’nin klonları arasında geçen hikâye; absürt komedi ve sistem hicviyle harmanlanmış bir bilim kurgu anlatısına doğru sürüklüyor izleyiciyi. 

İlk intiba?

Bong Joon-ho, filmografisinde aşina olduğumuz eşitsizlik, kapitalizm, sömürü gibi toplumsal ve ekonomik meselelerin peşinden gitmeye devam ediyor. Kendine özgü üslubunu koruyarak Mickey 17’de politik konuları grotesk mizahla harmanlıyor ancak bu kez politik ses daha abartılı ve hatta bağıran cinsten. Nitekim filmin alametifarikası da buradan geliyor. 

Robert Pattinson’ın bu eğlenceli role uyum sağlama yeteneği etkileyici. Aynı bedene sahip olmasına rağmen biri sarkastik diğeri saf iki farklı karakteri canlandırmadaki başarısı seyir zevkini artırıyor. Filmin müzikleri Jung Jae-il’e ait, görüntü yönetmeni ise Darius Khondji. İkilinin daha önce Okja’da da Bong Joon-ho ile ortaklıkları vardı. Dolayısıyla Mickey 17’de yaratılan evrenin hakkını veren görsel ve ses tasarımı şaşırtıcı değil. 

Derinlerde ne var?

Mickey 17, kapitalist sistemin alaycı bir eleştirisi. Kendinden çok emin ve güçlü bir figür gibi görünmeye çalışsa da eşi Ylfa ve çevresindeki diğer yardımcılarının desteğiyle karar alma mekanizmasını sağlayan, dışa bağımlı bir portre çiziyor politikacı Kenneth Marshall. Abartılı mimikleri ve kara mizahıyla hükümet liderlerinin parodisi niteliğinde. Dünya üzerindeki, hatta farklı gezegenlerdeki her şeyi elde etme hakkına sahip, bunun içinse kullanabileceği “harcanabilir”ler var. 

“Harcanabilir”ler, işçi sınıfını köleleştirmenin son model örneği. Üst sınıfın arzu ettiklerini elde edebilmek için ölçüsüzce kullanabildikleri insanların ölmesini bile engellediği bir dünya tasarısı izliyoruz. Yöneticilerin gösterişli tabaklarının aksine tek tip ve ölümcül olabilecek yemeklerle besleniyorlar ve tabii ki bir dokuma İran halısı, onların hayatlarından daha değerli olabiliyor.

Politik meselelerin etrafında çokça dolanan Mickey 17, ırk kavramını ve cinsiyet rollerinin eşitsizliğini de göz önüne seriyor. Amaç Nilfheim gezegeninde beyazlardan oluşan üstün bir ırk kurmak ve bunun için gemideki kadınlar, görünen farklı rollerinin aksine doğurganlık aracı olarak kullanılmak üzere oradalar. Soykırım ve sömürgecilik, yeni gezegende karşılaşılan tuhaf canlılarla doğan çatışmayla ortaya çıkıyor. Kenneth Marshall ve eşi Ylfa, bu canlıları kendi meseleleri doğrultusunda nasıl kullanabileceklerinin peşindeyken, yeni türün bir tehdide dönüşmesiyle onları yok etme dürtüsü öne geçiyor. Filmin mesajını açık bir propaganda hâline getiren cümleleri is Nasha karakterinden duyuyoruz: “Biz gelmeden önce onlar buradaydılar, burası onlara ait.”

En çok hangi sahneye yükseldin?

Mickey uzay gemisi kafilesine katıldığında, ilk ölümünden önce hafızasındaki tüm anılar tuğla benzeri bir cihaza depolanıyor. Böylece defalarca ölse de hafızası yeniden yükleniyor ve benliği canlı kalıyor. Ancak ilk depolama ânında hafızasının kuytu bölgelerine sakladığı travmatik anılarla yüzleşmek zorunda kalması, onun için bütün görevlerinden daha zorlayıcı. 

Kahramanımız ölüm anlarına dair her şeyi hatırlıyor ve çevresindeki herkesin ona sorduğu tek bir şey var: “Ölüm nasıl bir his?” Peki, her şeyi hatırlamak ve acısıyla tekrar tekrar yüzleşmek nasıl bir his? Bazı anıları derinlere saklamaya ya da farklı şekillerde hatırlamaya meyilliyiz; bu hayata uyum sağlayabilmeyi mümkün kılan savunma mekanizmalarımızdan biri. Mickey’nin çocukluğuna dair karanlık bir ânı hatırlaması sonucu girdiği duygusal çöküşle birlikte ilk ölümünün gerçekleşmesi, bazı gerçekliklerle yüzleşmenin ölüm kadar sarsıcı olabileceğine işaret eden bir sahneydi benim için. 

En az neyi sevdin?

Filmin 137 dakikalık süresine rağmen büyük ölçüde ayakta tutan bir temposu olsa da yan karakterlerin tam olarak toparlanamayıp dağınık bir izlenim bırakması, finale yaklaştıkça hikâyede kopukluk hissettirdi.