Kimse gülümsemeni engelleyemez!: Reservation Dogs 3. sezon

Yazı: Meltem Demiraran

Mekko ile tanıdığımız Sterlin Harjo ile Our Flag Means Death, What We Do in the Shadows ve Wellington Paranormal ile kendine hayran bırakan Taika Waititi’nin harika ortaklığı Reservation Dogs, 3. sezonuyla finalini yaptı. Amerikan Yerlilerinin kültürüne özgü anlatısı ile şimdiden kültler arasında kendine yer edinen Reservation Dogs, Disney+’ta izlenebilir.

Bu yazı, henüz Reservation Dogs 3. sezonu izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân

Bear, Elora, Willie Jack ve Cheese; Santa Monica, California’da arabasız, beş kuruşsuz ve düpedüz mahsur kalmış bir hâlde. Fakat dağ çiği hâlâ taze, ya bugündeyiz ya da dünde.

Nerede kalmıştık?

İhanete uğradığını hisseden Elora’nın Jackie ile birlikte California’ya kaçışıyla başlamıştık geçtiğimiz sezona. Ancak yolculukları; arızalı bir araba, ters giden bir otostop macerası ve tehlikeli tiplerle yüzleşmeler de dâhil çeşitli engellerle dolup taşmıştı. Rez’de geri kalan üçlü ise üzerlerine yapışmış bir lanet ve dostluklarına gölge düşüren gerginlikler ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Sezon açıldıkça kişisel travmalar, aile dinamikleri ve toplumsal olaylarla boğuşup kaybettikleri arkadaşları Daniel’ın hayalini gerçekleştirmek üzere California’ya yaptıkları bir yolculukla sonuçlanmıştı. Yol boyu; yas, affetme ve Rez’deki yaşamın karmaşıklığı ile yüzleşmişlerdi.

Bireysel mücadelelerin arka planında, topluluğun daha geniş dinamiklerini de inceleyerek nesiller arası travma, intiharın yankıları ve karakterlerin yaşamlarının birbirine bağlılığı ele alınmıştı. Bütün bunların üstüne de okyanusta sona eren dokunaklı bir anla kapatmıştık 2. sezonu.

İlk intiba?

3. Reservation Dogs sezonu, diziyi her şeyden farklı kılan benzersiz hikâye anlatımını sergilemeye devam ediyor. Hakikaten epey keyifli dizi. Yerli kültürlere ve dillere dair otantik yaklaşımdan hiçbir şey kaybedilmiş değil. Harjo ve senaryo ekibi önceki sezonlardan daha cesur ve deneysel bir rotaya saparak karakterlere, arkadaşlıklarından bağımsız maceralar sunuyor. Bu da karakter gelişimi meselesine epey katkıda bulunuyor. 

İlk bölüm biraz dağınık gibi görünse de peşine gelen sıra dışı karşılaşmalar ve enteresan karakterler oldukça yerinde. Zaten olaylar çok sarsıcı ve mahsur kalınmış ülkenin batısında. Normal yani bu dağınıklık. Hızlı bir şekilde dümeni yeniden Okern, Oklahoma’ya kırıyoruz.

Bear’in Deer Lady ile karşılaşmasını merkeze alan 3. bölüm başta olmak üzere bu sezon Amerikan Yerlileri tarihi için önemli olaylar ve yine mitlerle örülü anlatılarla hikâye genişletiliyor. Ekibin yetişkinliğe doğru yolculukları ileri itilirken anlatının önceki hikâyeleri çözümlemeyi unutmaması da bana kalırsa övülesi bir başka tarafı dizinin.

En çok neyi sevdin?

Sezonun 3. bölümünün ardından, 5. bölümde de bir flashbackle karşılaşıyoruz. Bear’i; Deer Lady’nin sebepleri 17. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına dek süren sistematik bir zulme dayanan cinayetine yoldaşlık etmeden hemen önce, kaybolmuşluğun ortasından çekip alan ve dostlarına dair kısacık bir kesit gördüğümüz Maximus’un gençliğine bir flashback atıyoruz.

Aynı hikâyede Bucky, Brownie, Mabel, Irene ve Fixico’ya da rastlıyoruz üstelik. 70’lerdeyiz. İki sezonun ardından kimse at binen egzotik Yerliler görmeyi ummuyordur biliyorum (Dallas Goldtooth hariç) ama yine de belirtelim: 70’lerde herkes nasılsa ekip de öyle. Yapıştırılan bazı kâğıtların sebebiyet verdiği yoğun bir yolculuğun ardından Maximus’un uzaydan gelen “akrabaları” ile mini karşılaşmasını görüyoruz. 

Yerliler için epey önemli bu “atalar” ve “akrabalar” meselesi malumunuz. Bunun dizinin her sezonunda karakterlerin yaşadıkları dönemin şartlarına uygun mizansenlerde karşımıza çıkıp bizi güldürmesi epey sevdiğim bir şey. 

Bir diğer sevdiğim şey ise aslında bir gençlik hikâyesini merkezine alan bir komedinin diğer karakterleri “çocukların ebeveynleri” ve “bir grup yaşlı”dan daha öte konumlandırıp onların dünyalarına da dalması. İlk sezondan bu yana özellikle Rita’nın yaşadıkları ve olaylarla başa çıkma biçimi ilgiyle izlediğim bir şey oldu. Bu sezon da bunun tadına varıyoruz yine. 

Ayrıca her zaman izlemeyi sevdiğim Ethan Hawke’un Elora’nın “yüzde 99 beyaz” babası olarak karşımıza çıkması da tatlı bir detaydı. Finale son 60 dakika kala karşılaştığımız epey duygusal ve riskli bu bölümü Ethan Hawke ve Devery Jacobs’ın müthiş doğal paslaşmaları sayesinde rahatça atlatıyoruz.

En az neyi sevdin?

Nereden çıkarıyorsunuz bunları? 

Finale dair neler söyleyebilirsin?

Dizinin ekran tarihindeki yerini sağlamlaştıran dokunaklı ve tematik açıdan zengin bir finalle karşı karşıyayız. “Dig” isimli final bölümü, yakın zamanda Willie Jack’e akıl hocalığı yapmayı kabul eden kabilenin Medicineman’i yani şifacısı (ya da Maximus’un deyimiyle Posionman’i) Fixico’nun cenazesine odaklanıyor. Ölüm, Daniel’ın yasından Elora’nın büyükannesi Mabel’ın vefatına kadar dizi boyunca yinelenen bir tema oldu. 

Finalde izlediğimiz cenaze, hoş ve anlayış dolu vedaları kafamıza kazıyor diyebiliriz. Bölümde Daniel’ın annesi Hokti’nin Fixico’nun toplumdaki kalıcı varlığını vurgulayan samimi bir monologu ve bir metafor olarak ortalıkta dolaşan bir torba Flamin’ Flamers cipsi var karşımızda. Dokunaklı anlar, bireysel deneyimleri kollektif mücadelelere bağlayarak topluluğun yayılan ve kalıcı doğasını özetliyor.

Malum ekibimiz yollarını ayırmaya ve Okern’in ötesindeki fırsatların peşine düşmeye hazırlanırken anlatı, zorluklar karşısında bir aradalığın önemini vurguluyor. Birbirlerinin hayatlarına hem iyi günde hem de kötü günde tanıklık etmenin topluluğun temel bir yönü olduğu fikrini güçlendiren bir bölüm bu şüphesiz.

Biz de White Steve’in kafasına yapışan kürekten Deer Lady’nin “Kimse gülümsemeni engelleyemez!” öğüdüne; kuzeni Fixico’dan yıllarca ayrı düşen Maximus’un da aralarında bulunduğu, 5. bölümde derinlemesine tanıma şansı edindiğimiz dörtlünün “bir sonraki cenazeye dek” diyerek keyfim gıcır tarzı kadeh kaldırışına varıncaya kadar dizinin her ânında Amerikan Yerlisi bakışına iyi bir şahitlik etmiş oluyoruz. 

Bunu seven şunları da sever

Sherman Alexie’nin epey ses getirmiş “oluşum romanı” The Absolutely True Diary of a Part-Time Indian ve Tommy Orange’ın Amerikan Yerlisi kimliğine dair çok yönlü anlatısı There There, Alexie’nin öykülerinden esinlenen ve bu sezonun 8. bölümüyle Reservation Dogs’un kendisine selam çaktığını düşündüğüm film Smoke Signals (1998), yine Waititi’nin yapımcı koltuğunda oturduğu film Frybread Face and Me (2023) ve Amerikan Yerlisi mizahına doyuran bir başka dizi Rutherford Falls (2021-2022) ilginizi çekebilir.

Yazara / yönetmene/ yapımcıya bir soru soracak olsan ne olurdu?

İyi komedinin kokusunu almak adına reseptörlerini geliştirmek için özel olarak yaptığın bir şey var mı sevgili Taika Waititi?