Duygudurum: Mitski - The Land Is Inhospitable and So Are We

Yazı: Elif Öz - Fotoğraf: Ebru Yıldız

Bundan birkaç sene öncesine, 2019’a dönelim. Mitski bir New York konseri öncesi “Bu süresiz olarak son konserim olacak. Yeniden bir insan olmanın vakti geldi” tweetinden sonra gerçekten ortalıklarda yoktu, belki de istediği yeni hayatın tohumlarını atmakla meşguldü. Bu kararıyla ilgili müzik endüstrisinin ruhunu yavaş yavaş törpülediğini, ticari başarının ön planda olmasından hoşlanmadığını, endüstrinin şu anki hâlinde içinde barınabilmek için bütün hislerini bastırması gerektiğini söylemişti. Mitski iki yıl süren bu inzivadan onu Billboard listelerinde hiç olmadığı kadar yüksek sıralara taşıyan, kariyerinin ticari açıdan en başarılı mertebesine ulaştıran Laurel Hell’le çıkmıştı. Ünlü olmanın getirdikleri ve müzik dünyasının işleyişiyle bir türlü uzlaşamasa da duygularıyla yalnız kaldığı noktada onları müziğe dökmekten kendini alıkoyamamış, “beni incitse de yapacağım, çünkü yapabildiğim tek şey bu” diyordu. 

Aslında Laural Hell’le hem plak şirketi Dead Oceans’a borçlu olduğu son albümü yapmış hem de şikayetçi olduğu müzik dünyasının hiç olmadığı kadar ortasında kendini bulmuşken hayranları bu albümden sonraki bir yıllık sessizlikte Mitski’nin müziği nihai olarak bıraktığına inanmaya yakındı. Hâl böyleyken temmuz sonu yeni albümden ilk tekliyle beraber, Twitter üzerinden, abartıdan uzak ve sakince yeni bir albümün yolda olduğunun haberini verince şaşkın bir bekleyiş içine girdik. Şimdi de Mitski’nin neden içinden gelen sözcükleri ve melodileri dizginleyemediğini şu ana kadarki en iyi şarkı yazarlığını tattığımız The Land Is Inhospitable and So Are We ile eskisinden daha iyi anlıyoruz. 

Albüm başladığında sade bir akustik gitar ve Mitski cümlelerinin çıplaklığıyla başbaşayız. “Bug Like An Angel”da öncelikle karşımızda artık yetişkin biri var ve önceki kayıtlarından takip edebileceğimiz yalnızlık, büyüme, kendini sevme/sevememe gibi sorunlara artık kendince ve yetişkin çözümler getiriyor. Büyümek, kendini bulmaya çalışırken iyi veya kötü alışkanlıklar edinmek, iyi olmanın yollarını biliyorken kötü bir insana dönüşmekten kendini alamamak, en sonunda da iyi ve kötünün aynı kaynaktan doğduğunu farketmek gibi varoluşunu hem eleştirdiği hem de entelektüelize ettiği bir yolda yürüyor Mitski. (Batılı) ikili düşünce sisteminin bir ürünü “iyi-kötü” kavgasını da dini referanslarla anlatırken, kişisel dünyasında yaşadığı her şeyin içinde bulunduğu toplum ve kültürün öğretilerinden kopamadığını da -bence bilerek- açık ediyor. Bunların hepsinin bir açıklaması, bazen sorunun kendisi bazen de çözümü olarak içkiye olan yatkınlığı da kabul ediyor aynı anda. 

Gitar yürüyüşüyle açılan şarkıda daha önce Mitski dünyasında hiç rastlamadığımız 17 sesli kocaman bir koro beliriyor aniden. Neredeyse ya dinleyici ya müzisyenle dalga geçercesine, anlatıcı alkolle yakın ilişkisinden bahsederken beklenmedik bir anda “Family” sözcüğüne armoni yaparak katılıyorlar parçaya. “Bug Like An Angel” aslında albümün geri kalanından bekleyebileceklerimizi çok güzel özetliyor: Laurel Hell’deki synthesizer ile doldurulmuş boşlukların yerinde şimdi gösterişsiz bir akustik melodi veya Mitski’nin en intim düşüncelerinin en şiirsel hâlleri var. 

İkinci şarkı “Buffalo Replaced” grunge gitarların katkısıyla albümün en karanlık tınlayan şarkısı olsa da yolculuk bittiğinde özellikle diğer şarkıların gölgesinde kalıyor. Müzisyenin özellikle ABD’de açıkça gözlemlenebilecek bir ikiliği ele aldığı şarkıda sanayileşme, doğanın yerini alıyor. Anlatıcı arka bahçesindeki ovadan artık bir bufalo yerine durdurulamaz bir yük treninin geçtiğini söylüyor. Sıra bence albümün en özel ve sıcak anlarından biri “Heaven”a geliyor. Mitski’nin hep yarattığı kompleks boyutlara kaçmayan, her ânıyla insanı kavrayan ve belki de sakinleştiren bir aşk şarkısı. Önceki şarkının paniği ve aşıladığı huzursuz his bir anda yok oluyor ve yumuşak bir orkestra aranjmanıyla aşkın gücünü ve kurtarıcılığını anlatılıyor: “Aşkımızın bütünü, odanın bütününü dolduruyor.” 

Fotoğraf: Ebru Yıldız

Tabii söz konusu Mitski olunca bu kendinden, kendinden olmasa da aşkından emin yerde çok uzun durmuyoruz. Hemen sonra gelen “I Don’t Like My Mind” yeni anksiyetelere, memnuniyetsizliklere kapıyı aralıyor. Kendi zihninin ona yaptırdığı şeyler, akabinde yaşadığı kontrol kayıpları, kendi hakkında susturamadığı görüşleri onu bir bakıma delirtiyor. Mesleğiyle kurduğu gelgitli ilişkiye değiniyor hâliyle; diğer kötü alışkanlıklarından onu uzak tutması için işiyle dikkatini dağıtmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu söylerken şarkıyı öyle akıllıca yazıyor ki sanki aynı anda “lütfen biri bu işi benden alsın da problemlerim azalsın” diye haykırıyor. Bu parça hakkında düşünürken anlatıcı ve müzisyeni bilerek ayırt etmedim zira Mitski’nin günlüğüne göz atmışız gibi bir tat bırakıyor ağzımızda parça. “The Deal”a geçtiğimizde bu sefer zihniyle değil ruhuyla çatışma hâlinde biri var. “Bug Like An Angel”daki iç çatışmaların bir devamı olarak sanki, ruhani sıkışıklıktan şikayet eden anlatıcı bir gece yürüyüşte bir kuşla bir anlaşma yapıyor ve ruhundan kurtuluyor. Albümün bazı anlarda kendine seçtiği benzetmeler, karakterler, dini referanslar, imgeler, bazen hayvanlarla yaratılan garip hava burda da korunuyor. İlerledikçe büyüyen, bir balada dönen parçada özellike 2:52’den sonra keman ve akustik gitarı zenginleştirmeye gelen dağınık davul ve davulun ivmesinin giderek artıp bütün odayı kapladığı kısım koleksiyonun ses dünyasının en ilham verici kesitlerinden biri olabilir.

“The Deal”ın kapattığı yerdeki yüksek enerjiden devam ediyoruz “When Memories Snow”da. Bu kısacık ama dramatik, neredeyse bir müzikal numarası tadı veren şarkıda kar gibi yağıp yolunu kapatan anılarını bir kürek yardımıyla temizliyor Mitski. Sırada bütün kaydın en yumuşak, en iç ısıtan ve albüm yayımlandığından beri geçen birkaç günde hayranların favorisi olan, hatta Clairo’nun “uzun zamandır duyduğum en güzel şarkılardan notuyla” gitarını eline alıp çoktan bir cover kaydettiği “My Love Mine All Mine” var. Aşk hakkında diyecek yeni bir şey bulmak belki de imkânsız diye düşünürken Mitski,“buyrun bir de benim beynimin içinden aşka bakın” diyerek bu açıklamayla beraber paylaşıyor. Aşkı felsefi bir boyuta yerleştiren müzisyenin vardığı yer eşzamanlı olarak bizi rahatlatıp sonra da kalbimizde bir boşluk açıyor: “Hayatta gerçek anlamda bana ait olan tek şey hissettiğim aşk, ve ben ölünce keşke onun yok olmamasının bir yolu olsa.” Hemen sonrasında bizi, huzurlu folk maskesinin altında yalnızlıkla ilgili yine kalp kırıcı bir dürüstlükte seyreden “The Frost” bekliyor. 

Son düzlüğe girdiğimizde karşımızda albümün son single’ı “Star” var. “My Love Mine All Mine” ve bu parçanın aynı yaratıcı beyinden çıktığına inanmak güç değil. Bu sefer de anlatıcı geride bıraktığı daha spesifik bir ilişkiyle ilgili, kendi içinde ve sönmesini de hiç istemediği bir aşktan bahsediyor. Şarkının ismindeki yıldız imgesi sadece sözlerde bir metafor olmaktan öte, âdeta şarkının sanki giderek göğe yükselen ses dünyası hakkında da bir fikir veriyor.  Bittiğinde sanki gözleri kıstıran parlaklıkta bir ışıkla kaplanıyor etraf. Albümün yine karanlık, iç ürpertici ve neredeyse mistik anlarından biriyle devam ediyoruz, “I’m Your Man” var sırada. Nakaratı olmayan, uluyan köpek sesleri ve yine bir koroyla kendine has bir dünya yaratan parçanın ilk dörtlüğü güç ilişkilerinin dengesiz olduğu bir ilişkiden bahsederken; ikinci kısımda başarısız ve sadakatsiz bir âşık olan bu anlatıcı, ölümün geldiğini hissediyor ve yargılanacağının farkında. Parçanın esrarengiz havasını üzerimizden tam atamadan “I Love Me After You”da buluyoruz kendimizi. Mitski’nin -belki bütün diskografisinde- ilk defa yalnızlığında kendine nasıl baktığından, kendi için yaptığı küçük güzel şeylerden bahseden bir anlatıcıyı dinliyoruz. Albümün kapanışına yaraşır bu epik parça, “I’m the king of all land” (Ben her yerin kralıyım) dizesiyle kapanıyor ve albümün isminin buyurduğu gibi bu diyarın artık misafir kabul etmediği geliyor aklımıza. Bu bilmeceyle kalıyoruz 11 şarkının sonunda. 

Benim bu yazının ve kendimin sınırları içinde bu albümdeki her sembolü, metaforu ve duyguyu tespit edebilmem imkânsız olsa da anladığım kadarı Mitski’nin beynine büyük bir hayranlık beslememe yetiyor. Bu uzunçalar hakkında konuşurken özellikle Asya-Amerikalı kimliğinin doğrultusunda ABD’deki sevgisizlik ve düşmanca tavrı çok iyi gözlemlediğini ve bu yüzden aşk ve sevgi ihtimallerine eğildiği bir albüm yaptığını söylemişti. Hem dışarıdaki hem kendi içindeki bütün şeytani tarafların farkında olsa da Mitski’den daha önce görmediğimiz bir iyimserlikle cevabı aşkta buluyor The Land Is Inhospitable and So Are We.