mor ve ötesi umudu paylaşarak büyütmeye çağırıyor
2012 tarihli son mor ve ötesi albümü Güneşi Beklerken çıktığında ergenliğinin başında olanlar, eğitimlerini tamamlayıp hayata atıldı. Ancak grubun, dinleyicilerine güneşi gerçekten bekletmeyi şiar edindiğini elbette o zamanlar bilmiyorduk. mor ve ötesi 2016’da “Anlatamıyorum” ve “Melekler Ölmez”i, 2018’de “Sultan-ı Yegâh” yorumunu, takip eden yıllarda ise Aya İrini ve Harbiye Açıkhava’da çaldığı canlı senfonik kayıtları yayımlayarak dinleyiciyle iletişimini hiç koparmadı aslında. Ama işte o albüm… bir türlü gelmiyordu.
2021’in ikinci yarısında yeni albümün ilk sirenlerini sosyal medya üzerinden duyar gibi olduk. Yapboz parçalarını birleştirip sonuca ulaşmaya çalışıyorduk. Nihayet albüm artık aramızda. Isındıysak ve heyecanımızı birazcık dindirebildiysek, Sirenler’i konuşmaya başlayabiliriz.
10 senelik ara, dinleyicilerin merak ve heyecan duygularına direkt temas etti. Bu noktada mor ve ötesi’nin görsel dilinde de yeniliğe gitmeyi tercih etmesi makul ve belki de sanıldığı kadar sürpriz bir gelişme değildi. Gül Kendine sonrası çıkan albümlerinin hepsini, incelikle oluşturulmuş konseptler etrafında şekillendiren grup, Sirenler ile birlikte bu arzusunu üçer şarkıdan oluşan üç bölümün arasına iki geçiş şarkısı ekleyerek doğrudan gösterdi: Geçmiş, şimdi, gelecek!
Geçmiş, albümün en kırgın bölümü olarak adlandırılabilir. Sadece insanca yaşamak için verdiğimiz çabalardan yorgun düşüyoruz çoğumuz. Böyle düşünenlere direkt temas edebilecek “gururluyum yalnızlığımla, mutsuzum galiba, kandırabilir misin beni, boyum kadar bir aynayla” sözlerinin bu iddiamı destekleyeceğini düşünüyorum. İlk bölümün ve koleksiyonun açılışını yapan “Adamın Dibi”nde duyulan oryantal melodiler, albümün dikkat çeken denemelerinden biri olarak öne çıkıyor. Dinledikçe ısınacağımı düşünsem de Sirenler’in içine girmekte en zorlandığım şarkısı “Linç” de bu kısımda yer almakta.
Öfkenin neden içinde yaşadığımız anda, yani şimdide olduğunu “sen” diyerek haykırıyor ikinci bölüm. Mutsuz, ruhsuz; yaşamanın nefes almaktan fazlası olduğunu düşünmeyen tepedekilere “evet, senden bahsediyorum” diyebilme cesaretini gösteriyor. Bu kısımdaki deniz alegorisini albümün kapağında görmek de mümkün. ”Kaptan” ve “Hazinende” şarkılarının isimlerine bakmak içeriği anlamaya yetiyor; “Forsa” kelimesinin ise kürek çekme cezasına mahkûm edilen kişileri tanımladığına dikkat çekelim. Bir de “Forsa”nın girişindeki enstrümantal sekans, akıllara 80’lerin Iron Maiden şarkılarını getiriyor gibi…
Kelime şakası gibi algılanmasın ama bu koleksiyonun kayıp hazinesi olmasını istemediğim “Hazinende” şarkısına ayrıca değinmem gerek. Büyük Düşler’de yakalanan ve albümü ayrı noktaya taşıyan nüanslardan biri olan bas-davul iç içeliği, bu şarkıda seviye atlıyor. Sözlerdeki “devran dönüyor” yaklaşımı mor ve ötesi şarkılarında duymak istediğimiz bir ton. Harun Tekin’in de vokal performansı bakımından kendini en iyi ifade ettiği birkaç parçadan biri olduğu düşüncemi de eklemeden geçmeyeyim.
Dilediğimiz gibi yaşayabilmek için taşıdığımız umutlara dokunan bir son bölüm hazırlamış mor ve ötesi gelecek kısmında. İstanbul’a, -çoğu insanın aksine- ağıt yakmak yerine yılmayan bir umudu paylaşarak yaymaya, büyütmeye çağırıyorlar.
Grup Beyoğlu’nun, İstiklal’in, Tünel’in, Gezi’nin hepimize ait olduğunu minimal ve kişisel bir yerden anlatırken hep bir ağızdan söylenecek dizeler yazmaktaki mahirliğinin de bir kez daha altını çiziyor.
“Birkaç mevsim renkler solunca
Tükenmez hayatımın sesi
Çok mutlusun İstiklal’de”
“Adını bilmesem de kardeşsin
Biz neye söz vermiştik
Yüzümü gördüğünde gül artık
Biz, bir kabusu yendik”
Albümün kapanışında yer alan “Park”taki bu dörtlük, benim için “mor ve ötesi’nin Türkiye’de yeri nedir?” sorusuna verilebilecek en net cevap. Yüzlerimizin güldüğü günlerde, hep beraber söyleyebilmek umuduyla.
Yazı: Ant Arın Şermet