Önyargının çektiği sis perdesi: Murder in Boston

Yazı: Utkan Çınar

1989 sonbaharında Boston’da meydana gelen Carol Stuart cinayeti ve sonrasında yaşananlar, dönemin ABD’sinin polis teşkilatından medyasına her yerine işlemiş ırkçı ortamını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Jason Hehir’in yönetmenliğini üstlendiği ve “Roots”, “Rampage”, “Reckoning” olarak üç bölüme ayrılan HBO belgeseli Murder in Boston, geniş bir arşiv çalışması ve yeni röportajlarla olayların perde arkasına uzanıyor.

Ne hakkında?

23 Ekim 1989 akşamı Boston’ın Mission Hill mahallesinde işlenen bir cinayet ve soygunun hikâyesi. Charles Stuart’ın hamile eşi Carol başından vurularak öldürülmüş, Charles da karnından yaralanmıştır. Olayın aslı ise hiç göründüğü gibi değildir. 

Eşiyle çocuk sahibi olma konusunda tartışan Charles Stuart, cinayeti ve olaya soygun süsü verme hikâyesini kendi planlamış; dönemin ırkçı atmosferinin de katkısıyla suçu kolaylıkla Siyah bir vatandaşa atabileceğini düşünmüştür. Önyargı, sağduyunun önüne bir sis perdesi çekecek ve masumların canını yakacaktır.

Zaman dilimi ve mekân

Mekân Boston. Cinayetin öncesindeki, 1980’lerdeki ırkçı atmosfer ve cinayetin sonrasındaki soruşturmayı izliyoruz günümüzden tanıklıklarla.

İlk intiba?

İlk bölüm “Roots” (kökler) bize olayın yaşandığı zamanın toplumsal atmosferini anlatmaya çalışsa da davanın ayrıntılarına giren “Rampage” (azgınlık) adlı ikinci bölüme kadar biraz oradan oraya sürüklenme hissi var. Biraz sabır istiyor başlarda. Ama tabii bu arada özellikle ırkçı protesto ve saldırıların arşiv görüntüleri oldukça çarpıcı. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Yönetmen Jason Hehir özellikle pandemi günlerinde sükse yapan, konusu Michael Jordan’ın büyüklüğüne yakışan The Last Dance’i de çeken isim. İlk uzun metraj işi 2018 tarihli Andre The Giant da HBO tarihinde en çok izlenen spor belgeseli olmuş. Daha önceleri ESPN’in meşhur 30 for 30 serisinde de ilgi çekici işleri var. Takipte kalınması gereken, taze bir zihin. 

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Zengin bir arşiv var -ki son zamanlarda bu tarz işlerde arşiv materyallerinin kullanımının daha da ustalaştığını söylemeliyim. Bir şekilde kaynaklara ulaşmak ve bunları değerlendirme konusunda baya iyi iş çıkarılmış. Konuşan kafa röportajları konusunda da hiçbir eksik olmadığını söylemeli. Olayın tüm karakterleri günümüzdeki hâlleriyle de karşımızda. 

En çok neyi sevdin?

Her ne kadar çok spesifik bir yerde, çok spesifik bir zamanda geçse de özellikle mağdurların hikâyelerini anlatışlarında bir evrensellik var. Belgeselin sunumda estetiği sade tutması; hızlı cutlar, canlandırmalar gibi yöntemler kullanmaması da buna destek olmuş. Bir de belgeselin yıldızı diyebileceğim, Boston Herald’dan gazeteci Michelle Caruso’nun, Stuart’ın 911 aramasını didiklediği anlar araştırmacı gazetecilik açısından güzeldi. Belgeselin ve olayın “kötü adam”larından olarak görsek de dönemin sorunlu polis açısını, tabiri caizse cesurca anlatan emekli polis memuru Kris Dunn da önemli bir karakter yapımda.

Michelle Caruso, Boston Herald (1986-1993)

En az neyi sevdin?

Bu konuda yönetmeni eleştirmek yersiz olur tabii ama “Roots” (kökler) adını taşıyan ilk bölümde her ne kadar o dönem bölgedeki ırkçılığa değiniyor olsa da işin gerçekten “kökler”indense sadece üstünkörü bir resmini çiziyor. Bu konu çok daha açılabilir, birkaç bölüme yayılabilirmiş. Dünyanın her yerinde rastlayabileceğimiz bu karanlık tarihi tekrar etmekte sakınca olmadığını düşünüyorum. Sıradan faşizm ve toplumsal kodlara işlemiş önyargı öyle yarım saatte toparlanabilecek bir mevzu değil. 

Modunu nasıl etkiledi?

Konu tabii ki keyifli değil ama dönemin mağdurlarının günümüzden kafaları berrak ve objektif şekilde olayları anlatması, yorumlaması ve belgesel boyunca hissedilen sağduyu kötü hissettirmiyor.

Kimler sever?

Özellikle gazetecilik ve sosyoloji ile ilgilenen herkesin ilgisini çekecek bir şeyler olduğunu düşünüyorum. 

Bunu seven şunları da sever 

Önyargı gazıyla haksız yere suçlananlar deyince gene 1989 yılında, bu kez New York’ta gerçekleşen olayı anlatan The Central Park Five’ın (2012) da etkileyici bir iş olduğunu söylemeli. Ayrıca burada da bahsi geçen crack bağımlılığı salgının anlatan Crack: Cocaine, Corruption & Conspiracy (2021) belgeseli de başarılı. Boston’ın spor ve ırkçılıkla ilişkili tarihine değinen ve bu yıl başlarında yayımlanan pek başarılı Bill Russell: Legend, atmosferi anlamak için fena olmayabilir. The Hurricane’i söylemeye gerek var mı? 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar

Aslında bilmediğimiz bir şey söylemiyor Murder in Boston. ABD’de Siyahlara karşı uygulanan ayrımcılığın en yüksek eğitim seviyeli yerlerde bile ne kadar yoğun olduğuna şahit oluyoruz. Bu konu sadece o coğrafyaya özgü de değil. Eğitim ve gelir dağılımdaki eşitsizliğin bu konunun can damarı olduğunu da net bir şekilde gösteriyor belgesel. Irkçılık, önyargı ve ayrımcılık, bu eşitsizlik var oldukça maalesef dünyanın her tarafında toplumların asli sorunu olmaya devam edecek. Sıradanlaşmış olmaları ise işleri daha zor kılıyor.