Önyargısız, küresel ve doğrudan: Glitterbeat Records

2012 yılında Mali’den müzikler yayınlayarak yolculuğuna başlayan Glitterbeat Records, kısa süre içerisinde günümüzün en heyecan verici plak şirketlerinden biri hâlini aldı. Prestijli müzik fuarı WOMEX tarafından tam üç yıl üst üste ödüllendirilen Glitterbeat Records, kataloğunda Orkesta Mendoza’dan Tamikrest’e, Bassekou Kouyate’den Ben Zabo’ya birçok farklı kültürden müzisyen ve gruba yer veriyor. Gaye Su Akyol’un ikinci albümü Hologram İmparatorluğu’nu bu ay yayınlayacak olan Glitterbeat Records’ın yolculuğunu, perspektiflerini ve heyecanlarını, etiketin kurucularından Chris Eckman’dan dinliyoruz.

Röp: Leyla Aksu

Plak şirketi kurma sürecinden biraz bahseder misin? Glitterbeat’i başlatma fikri nasıl ortaya çıktı? Bir müzisyen ve prodüktör olman senin bu işe olan yaklaşımını nasıl etkiliyor?

2006 yılında bir ay boyunca Mali’de kalmıştım. Hem bir müzisyen hem de bir prodüktör olarak müzik piyasasından yorulmuştum ve önceden bir fikrimin olmadığı müziklerle tanışmak istiyordum. Öğrenmek istiyordum. Oraya yanımda bir gitar, herhangi bir dijital ses kayıt cihazı ya da bir projeye başlama niyetim olmadan gitmiştim. Sadece dinlemek istiyordum. Bu bir süre devam etti ve ben de oraya sıklıkla geri döndüm. İki kez de Hugo Race’le olan grubumuz Dirtmusic ile oraya gitmiştik. Bu yolculuklarda daha fazla müzisyenle tanışmaya başladım ve her şey böyle başlamış oldu.

Mali’nin başkenti Bamako’da ortağım Peter Weber’le çeşitli albümlerin prodüktörlüğünü yapmaya başladığımız için plak şirketi kurduk diyebilirim. Peter’ın diğer plak şirketi, Glitterhouse bunları yayınlıyordu fakat bir süre sonra özellikle bu tür seslere odaklanan bir plak şirketi olmasının daha iyi olacağını düşündük. Şimdi bu etiket birçok farklı yönde ilerliyor ama temelde konseptimiz hâlâ aynı. Önyargısız bir şekilde küresel müziği yansıtmaya çalışıyoruz. Çalıştığımız müziklerin egzotik olduğunu düşünmüyoruz. Fetiş hâline getirme gereği olmadan, doğrudan bir şekilde iletişim kurabildiğini hissediyoruz.

Bence bir müzisyen ve prodüktör olmam bana tüm bunlar için spesifik bir bakış açısı sunuyor. Plak şirketi öncelikle müziğe odaklanıyor. Öncelikli olarak bir hayran ya da sanatçı olarak düşünmeye de engel olamıyorum. Hiçbir zaman önceliği “iş” yapamıyorum. Benim hayatım müzik; müziğin iş boyutu değil. İş yapmaya başladığımız zaman bunu adil ve transparan bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Bunda ısrar eden de içimdeki sanatçı tabii ki. Sanatçılar için güvenli bir ortam hazırlamaya çalışıyoruz. Tabii ki bazı finansal sınırlarımız var, hâlâ ufak bir etiketiz ve kendimize ait her türlü sanatsal rüyayı destekleyemiyoruz. Ama sanatın her şeyden önce geldiği ve müzisyenlerin istediğini yaratmak için özgür hissettiği bir atmosfer sunmak için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz.

aziza_brahim

Aziza Brahim

orkesta_mendoza

Orkesta Mendoza

Kataloğunuz genişleyip farklılaştıkça kendinizi ne tür müzisyenlere yaklaşırken görmeye başladınız? Ve bu hiçbir şekilde değişti mi? Böylesine eşsiz hikâyelere sahip müzisyenlerin bir arada olduğunu göz önünde bulundurunca, bu kararları alırken müzik dışında ne gibi boyutlandırmalar devreye giriyor?

Birlikte çalışmak istediğimiz sanatçı profile çok fazla değişti. İlk albümlerimizi 2013 yılında yayınladık. İlk yılda yayınladığımız her şey Mali’yle alakalıydı. İkinci yılımızda da yayınladığımız albümlerin tamamı, biri haricinde, Afrika’dandı. Şimdiye kadar Brezilya, Kolombiya, Meksika, Bosna, İtalya, Vietnam, Kamboçya ve Gaye’nin albümüyle birlikte de Türkiye’den albümler yayınladık. Hattâ Amerika’da Tucson’da konumlanan ve Calexico ailesinin bir parçası olan Orkesta Mendoza da kataloğumuzda.

Müzik dışı boyutlandırmalar bizim için çok önemli. Sanat, güçlü kişisel hikâyelerle zenginleşiyor. Orkesta Mendoza’dan Sergio, Meksika-Amerika sınırının iki tarafında büyümüş. Kültürel sınırlamalar, öyle birisi için hiçbir şey ifade etmez. Politikacıların duvarlar inşa etmek hakkında bağırıp çağırdığı bir zamanda, Sergio’nun gibi bakış açıları olması gereken şeyler. Aziza Brahim, Cezayir’deki bir mülteci kampında doğmuş. Ailesi, Faslılar Batı Sahra’yı ele geçirince oraya kaçmış. Onun da müziği tamamen yerinden ayrılmayla ilgili. Hem politik hem de ruhani olarak. Müzisyenlere güçlü hikâyelerini paylaşabilmek için bir fırsat vermeye çalışmak bizim için bir onur.

Daha önce “dünya müziği” tanımına karşı bir direniş göstermek gerektiğinden bahsetmiştin. Bunu biraz daha açar mısın? Sence bu etiketlemeyle birlikte ne gibi engeller ortaya çıkıyor?

“Dünya müziği”ne inanmıyorum. 20 yaşımdan ya da Fela Kuti ve King Sunny Ade’I duyduğumdan bu yana Afrika müziği dinliyorum. Bu heyecan vericiydi, sokak müziği hayatımı Joy Division, Neil Young ya da Sly Stone’un yaptığı gibi sarsmıştı. Fela’yı “dünya müziği” tanımı moda hâline gelmeden çok daha önce dinlemiştim, bunu da cool olduğumu göstermek için söylemiyorum; aslında genç biri olmadığımı gösteriyor. Bunu, bu terimin her zaman ortalıklarda olmadığını göstermek için söylüyorum. Söylemler gelip gider ama bazen bunu değiştirmek önemlidir. “Dünya müziği” de getto bir hâl aldı. Afrika, Asya, Güney Amerika gibi yerlerden çıkan müziklerin “ötekileştirildiğini” yansıtıyor. Ayrıca dünyanın belli bir kısmının görüşünü öncelikli hâle getiriyor. Batı’nın Doğu’ya bakışı, Kuzey’in Güney’e bakışı. Bence tüm güçlü müziklerin küreselliğini bir şekilde hissedebilmeliyiz. İsteseniz de istemesiniz de hepimiz birbirimize bağlıyız ve hepimizin birbirimizden ilham alma potansiyeli var. Dilde sadeliği tercih eden sanatçılar buna karşı çıkıyor ama müziğin her zaman melez olduğu gerçeğini unutuyorlar. Kültür de aynen böyle. Bu yüzden hiçbir zaman “Dünya müziği” terimini kullanmayacağız. Çoğunlukla İngilizce ya da diğer Avrupalı dillerde şarkı söylemeyen ve çoğunlukla New York, Londra ya da Berlin’de yaşamayan çağdaş sanatçılarla çalışıyoruz. Böyle düşünmek yokuş yukarı bir mücadele göstermek demek ama bu, yapmak istediğimiz her şeyin en temel felsefesi. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.

gaye-su-akyol-hologram-imparatorlugu-1000

Hayvanlar Alemi’nin ardından Gaye Su Akyol da Glitterbeat kataloğunda yerini alıyor. Gaye’nin müziğini ilk olarak ne şekilde duydun ve onun yeni albümü ve ortak çalışmanız hakkındaki düşüncelerin neler?

Aslında Gaye’yi Hayvanlar Alemi sayesinde duymuştum. Grubun davulcusuyla yapılmış bir röportajı okuyordum ve o Gaye’den bahsetmişti. Sonra YouTube’a ismini yazdım ve tam anlamıyla aklımı kaybettim. Gaye ve grubunun yaptığı şeye anında aşık oldum, grubu da en az kendisi kadar fantastik. Sonrasında uzun bir araştırma sonucunda onunla iletişime geçebildim ve birlikte nasıl çalışabileceğimize dair aylarca iletişimde kaldık. Onun güçlü ve net fikirleri var ve ben buna saygı duyuyorum. Bunun hem müzik hem de diğer dallarda çalışan sanatçılar için kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Yani her şey kesinlikle çok hızlı gelişmedi ama bu bize kendi içimizde bir güven oluşturma ve bu ortaklıktan neler beklememiz gerektiğini anlama fırsatı sundu. Gaye’nin yeni albümü, Develerle Yaşıyorum’dan sonra atılmış harika bir adım. Yüksek beklentilerimiz vardı ve bu albüm bunları kesinlikle karşıladı.

Türkiye’deki müzik sahnesine dair gözlemlerini paylaşır mısın? Müziğini sevdiğin başka Türkiyeli sanatçılar var mı?

Bu sahneyi henüz derin bir şekilde deneyimlediğimi söylemem. Ama çok fazla farklılık ve heyecan olduğunu söyleyebilirim. Ayyuka ve Gaye’nin yoldaşları Bubituzak’ın harika albümlerine denk geldim.

Ve tabii ki harika BaBa ZuLa, kendi başına müzikal bir dünya. Onların parçalarından bir derlemeyi ocak ayında yayınlayacağız. İsmi XX olacak ve çift plak / CD formatında basılacak. Tüm tarihlerinden parçalar olacak ama büyük kısmı yayınlanmamış versiyonlar olacak. Ayrıca bir albüm de yalnızca dub mikslerinden oluşacak. Hugo Race ve ben de Dirtmusic miksiyle bu albüme katkıda bulunduk.

Bunların dışında Kürt ve Anadolulu geleneksel müziklerle birlikte 1960’lar ve 1970’lerden Selda, Erkin Koray, Moğollar gibi isimleri de dinledim. Hepsi harika. BaBa ZuLa’dan Murat, eşim ve beni Ankaralı Namık’ın müziğiyle tanıştırdı. Onun parçaları her partiyi hareketlendiriyor. Ama tabii ki hâlâ çok fazla dinleme yapmam gerekiyor ve bunun için de heyecan duyuyorum.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:53’e ulaşabilirsiniz.