Kahramanın “sentetik doğal” yolculuğu: Panda Bear ve Sinister Grift

Röportaj: Cem Kayıran - Fotoğraf: Chris Shonting

Animal Collective üyesi Panda Bear (Noah Lennox), pastel rüyalara ortak ettiği Buoys isimli son solo albümünü 2019’da yayımlamıştı. Bu albümü Sonic Boom ortaklığıyla kaydettiği Reset koleksiyonu ve Isn’t It Now? isimli bir Animal Collective uzunçaları takip etti. 

Önceki işlerine kıyasla daha çiğ ve doğrudan bir sonik üslup benimsediği Domino Recordings etiketli yeni albümü Sinister Grift, müzisyenin grup arkadaşı Josh “Deakin” Dibb tarafından kaydedilmiş. Her Panda Bear albümünde olduğu gibi yine en ufak bir pürüze çarpmadan, tökezlemeden ilerleyen bir akış söz konusu.

Albümün yayımlandığı 28 Şubat gününün akşamüstünde Lennox’a bağlandık; yeni Panda Bear albümünün ortaya çıktığı koşulları, yenice yönelimlerini, “sentetik doğallık” olarak tabir ettiği sonik dünyasını ve bir albümün şarkı akışını hazırlamanın inceliklerini konuştuk.

*Bu röportaj Bant Mag. Mart – Nisan 2025 sayısında yayımlanmıştır.


“Şarkılardaki karakterlerin bazı yönlerinin benden geldiğini hissedebiliyorum. Bir bakıma, bir maske takmak gibi. Hikâye kurgulanmış ya da mitolojik bir hâle getirilmiş olsa da içinde hâlâ benim parçalarım var.”

Sinister Grift, önceki albümlerinle kıyaslandığında daha elle tutulur bir atmosfere sahip. Albüm için başlangıçtaki vizyonun neydi ve kayıt sürecinde nasıl evrildi?

Bence birkaç tane bağlantıdan bahsedebiliriz. Bunlardan biri son iki Animal Collective albümüyle olan bağlar. Bu albümler arasında, düz bir şekilde ilerleyen bir çizgi olduğunu hissediyorum. Rahatlıkla ayırt edebileceğiniz pek çok ses barındırıyorlar ve düzenlemeler ya da enstrümantasyon anlamında geleneksel grup kurulumuna sahip olduklarını söyleyebiliriz. 

ABD’de klasik rock dediğimiz country müziği, reggae ve 1950’lerin rock’n’roll’uyla temas eden hisler ve tonlar da mevcut. Bunların da biraz Reset (2022) albümünün uzantısı olduğunu hissediyorum.

Tüm enstrümanları çaldığım bu kayıtları Josh’la (Deakin) yaptık ve dolambaçsız düzenlemeler üzerine çalıştık. Bunun temelinde yatan fikir de birkaç ay boyunca bu kayıtları soyutlaştırmakla uğraşabilmekti. Bir şekilde yeniden biçim verebilmek de diyebilirim. 

Bahsettiğim bu fikri “Elegy for Noah Lou” şarkısında duyabilirsin. Şarkının orada bir yerlerde olduğu hissi var, ancak bulanıklaştırılmış gibi; onu takip etmek biraz zor ya da daha amorf bir yapıya sahip gibi geliyor. Ama parçaları kaydetmeye başlayıp düzenlemeleri ve sesleri doğru şekilde oturtmaya çalıştıkça, şarkıların çoğunun başka bir şeye dönüşmeye ihtiyaç duymadığını anlamaya başladık. Bu yüzden onları olduğu gibi bırakmaya karar verdik.

Lizbon’daki ev stüdyon, son dönem sound’unun şekillenmesinde merkezi bir rol oynadı. Şehir ve kayıt alanın, bu albümün dokularını ve atmosferini nasıl etkiledi?

Şehir, eminim ki sadece müzikal olarak değil; kişisel olarak da üzerimde önemli bir etkiye sahip. Ama o kadar karmaşık bir şey ki detaylı bir şekilde ifade etmem gerçekten zor. Tek söyleyebileceğim şu: Buranın benim için büyük bir ilham kaynağı olduğuna eminim. 

Stüdyo açısından bakarsak, albümde bir tür sentetik doğallık hissi var ve bunun büyük ölçüde stüdyonun yapısından kaynaklandığını düşünüyorum. Seslerin birbirine karışmasını istemediğim için aşırı izole edilmiş odalar kullandık. Stüdyo tamamen yerleşim bölgesinde, bir bodrum katında yer alıyor ve günün herhangi bir saatinde komşulardan şikayet almak istemediğim için ses yalıtımına büyük önem verdik. Âdeta bir sığınak gibi tamamen izole bir alan yarattık. Ama doğal bir ses elde etmek için bunu biraz taklit etmek zorunda kaldık. Gerçek bir alanın sentetik bir versiyonunu yaratmamız gerekti, çünkü hiçbir işlem yapılmadığında ses fazlasıyla kuru ve sıkışık geliyordu. Bu yüzden, mekânın doğrudan ilham kaynağı olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.

Diskografindeki en sevdiğim duraklardan biri Meets the Grim Reaper (2015). 10 yıl önce yine bir şubat ayında seninle bu albüm için de sohbet etmiştik. Bir adım geri çekilip iki albümü aynı görüş hizasına almaya çalışınca; yeni albümün Meets the Grim Reaper’ın katmanlı maksimalizmine kıyasla çok daha yalın hissettirdiğini söylemek mümkün. Bu bilinçli bir değişim miydi, yoksa doğal olarak böylesi bir ses alanına mı yöneldiğini düşünüyorsun?

Evet, bir süredir “az ama öz” yaklaşımı benimsediğimi hissediyorum. Yani, Isn’t It Now? ve Animal Collective’in son dönemde yaptığı diğer şeyler de bu bölgede konumlanıyor bence. Reset de kesinlikle öyle. Buoys (2019) ile bu albüm arasında da birçok paralellik hissediyorum; ikisi de yoğun bir şekilde işlenmiş gitar albümleri gibi. Ancak Buoys albümündeki işçilik, sesi doğallıktan uzaklaştırıp daha sentetik ve plastik bir hâle getirmek için kullanılmıştı. Bu albüm de yoğun şekilde işlenmiş ve dijital bir yapıya sahip, hatta tamamen dijital ses işleme ortamında üretilmiş gibi hissettiriyor. Ama buradaki tüm müdahaleler, aslında sesin doğal yönlerini vurgulamak için yapıldı. Yani bir bakıma, bu iki albüm birbirinin tersine çevrilmiş versiyonları gibi. 

Josh ile solo albümün için çalışmak, Animal Collective için yaptığınız iş birliklerinizden nasıl farklılaştı? Yaratıcı süreçte, Josh’un seni hem ses hem de tema açısından beklenmedik yönlere ittiği sürpriz anlar oldu mu?

Josh’un mikslerinde ve prodüksiyonunda kendine özgü bir imza ses geliştirdiğini düşünüyorum ve bu yüzden onunla çalışmayı gerçekten istedim. Aynı zamanda müziğe dair duyarlılığının benimkinden farklı olduğunu biliyordum. O, benden çok daha fazla söz ve melodiler üzerine odaklanan biri ve bence Sinister Grift’te de bu çok belirgin şekilde hissediliyor. Albümde çoğu zaman ne söylediğimi net bir şekilde duyabiliyorsunuz ve miks yapısına baktığınızda, her şey bana tamamen Josh’un dokunuşunu hissettiriyor.

Bu “ev sıcaklığında” albümün tam da hayatının bu noktasında gelmesinin sebepleri neler? Bu anlamda, şu anda içinde olup bitenler ve dış dünyada gelişen olaylarla nasıl bir bağlantısı var?

Josh’la çalışmak istememin en büyük nedenlerinden biri, müziğimin onun bakış açısından nasıl şekilleneceğini görmekti. Bu yüzden, bu albümün tamamen otobiyografik olduğunu söyleyemem ama içinde kesinlikle bana ait izler var. Şarkılardaki karakterlerin bazı yönlerinin benden geldiğini hissedebiliyorum. Bir bakıma, bir maske takmak gibi. Hikâye kurgulanmış ya da mitolojik bir hâle getirilmiş olsa da içinde hâlâ benim parçalarım var. Kesinlikle acı var, kesinlikle benim yaşadığım bir tür ızdırap var. Ancak Grim Reaper albümünden beri böyle hissetmemiştim. O albümle birlikte yazım tarzım değişmeye başladı. Her zaman kişisel kaldı ama ifade biçimi eskisine göre çok farklı. Önceden her şeyi olabildiğince doğrudan, süslemesiz ve dürüst bir şekilde anlatıyordum; metaforlar ya da dolaylı bir dil kullanmayı hiç tercih etmezdim. Ama artık, anlatının ben ve dinleyici arasında bir yerde konumlandığı bir alan bulmaya daha çok ilgi duyuyorum. Hikâyeciliğin, duyguları iletmenin daha etkili bir yolu olabileceğini düşünüyorum. Aynı zamanda, şarkılar abartılı bir şekilde bana ait değilse, başkalarının da kendilerini içinde bulabilecekleri bir alan açılmış oluyor.

Sinister Grift’teki şarkı sözleri yanılsama ve kontrol temalarını keşfediyor. Bunu yaşadığımız çağın bir yansıması olarak mı düşünmeliyiz?

Bence bu isabetli bir yorum. Evet, kesinlikle bahsettiğin yansımaların bir kısmı albümde mevcut. Bir başka etken de Reset albümünden kalan bir yankı olabilir. Reset, günümüzle ilgili birçok konuyu düşündüğüm ve onlarla yüzleştiğim bir albüm gibi hissettiriyordu. Bu albümde de bunun izleri hâlâ var, belki biraz daha az belirgin ama kesinlikle hissediliyor.

Vokal işleme teknikleri her zaman sound’unun imza unsurlarından biri oldu. Bu albümde vokal prodüksiyonuna nasıl yaklaştınız? Denediğiniz yeni teknikler oldu mu?

Evet, tamamen yeni bir deneyimdi. Teknik taraf tamamen Josh’un kontrolündeydi ve ben de onu kendi işini yapması için serbest bıraktım. Tabii ki üzerine konuştuk, özellikle miksler konusunda sık sık fikir alışverişinde bulunduk. Ara sıra bazı önerilerde bulundum ama teknik açıdan bakıldığında, bu kesinlikle Josh’un tarzını yansıtan bir süreçti. Açıkçası, keşke şu an o da burada olsaydı; kullandığı programlar ya da efekt zincirleri gibi şeyler hakkında söyleyecek çok fazla şeyi olduğunda eminim!

Her Panda Bear albümünde olduğu gibi, Sinister Grift’te de neredeyse kavramsal bir yolculuğu andıran bilinçli bir şarkı sıralaması var. 

Evet, ben de öyle düşünüyorum.

Parçaların sırasını nasıl belirledin? Elde etmek istediğin özel bir akış var mıydı?

En baştan belirlediğim bir planım yoktu. Her şeyi önceden tasarlayıp sadece uygulamaya koyduğum bir süreç değildi yani. Aslında albüme girmeyen birçok şarkı daha yaptık ve elimde büyük bir şarkı havuzu vardı. Seçtiklerim sadece en sevdiklerim değil; aynı zamanda bir arada bir hikâye anlatabildiklerini düşündüğüm şarkılardı. Bu sıralamayı oluşturmak biraz zaman aldı. Farklı şeyler denedim ve en sonunda, albümün bir nevi “kahramanın yolculuğu” adı verilen anlatı yapısını takip ettiğini fark ettim. Bu yapı, dünya mitolojilerinde tekrar eden bir hikâye formu. Genellikle bir kahraman için başlangıçta her şeyin yolundadır, ardından bir düşüş yaşanır, bir süre belirsizlik içinde sürüklenir ve sonunda bir dönüşüm, yeniden doğuş veya yeni bir gerçekliği kabullenme gerçekleşir.

Şarkıları bu anlatı yapısına uygun bir şekilde sıralayabileceğimi fark ettim. “Praise”den “Ends Meet”e kadar her şey yolunda gibi görünüyor ama yaklaşan bir karanlık hissi de var. “Ferry Lady”, anlatının kırılma noktası, adeta hikâyenin kapısını açan şarkı. “Venom’s In”den “Elegy for Noah Lou”ya kadar olan kısım, kahramanın çorak topraklarda kaybolduğu bölge. “Defense” ise bu karanlık yolculuğun sonunda bir çözüm, bir tünelin ucundaki ışık gibi konumlandı. Şarkıları bu ışık-karanlık dönüşümüne göre sıralayabileceğimi fark ettiğimde albümün gerçekten bu yapıyla işleyeceğini hissettim.

Müzik ve görseller arasındaki etkileşim, Panda Bear deneyiminin önemli bir parçası. Bir albüm yaparken, zihninde zaten belirli bir görsel dünya oluyor mu, yoksa Danny Perez gibi biriyle çalışırken bu dünya sonradan mı şekilleniyor?

Evet, videolar tamamen Danny’nin işi. Kendimi görsel yönü güçlü biri olarak tanımlayamam. Müzik yaparken zihnimde herhangi bir görsel nadiren canlanır. Danny ile çalışmayı bu kadar sevmemin nedenlerinden biri de bu. Artık yaptığım işle o kadar özdeşleşti ki! Bilhassa canlı performansları onsuz yapmak garip geliyor.

Danny’nin materyale bakışı benden çok farklı ve bu durumu gerçekten seviyorum. Onun yaptığı işlerde çoğu zaman grotesk ve rahatsız edici bir yan var ve bunun müziğe ilginç bir karşıtlık kattığını düşünüyorum. “Praise” videosu da büyük ölçüde onun canlı performanslar için yaptığı görsellerden oluşuyor. Şu an mümkün olduğunca çok konseri kaydetmeyi planlıyoruz ve belki Josh bir canlı albüm yapar. 


Şarkı Şarkı: Sinister Grift

50mg
Bu şarkı hem hipnotik hem de kafa karıştırıcı bir hisle dinleyiciyi bir rüya hâline çekiyor. Şarkının ritmik nabzı ile akışkan, neredeyse çözülüyormuş gibi hissettiren vokal yorumu arasında ilginç bir kontrast var. Bu etkiyi yaratmak için şarkının yapısını nasıl ele aldın?

“50mg” bana country ve reggae arasında bir yerde gibi hissettiriyor. Slide gitar bölümleri gerçekten biraz sersemletici ve kesin olmayan bir havaya sahip ama ritim inanılmaz derecede net ve keskin. Albümdeki favorilerimden biri doğrusu. Gerçekten çok seviyorum.

Bu şarkının bir demosu bir süredir elimdeydi, yani gitar bölümü ve vokali zaten biliyordum. Ama köprü bölümünü kayıt gününde, ansızın ekledim. Aslında şarkının bir parçası değildi, ta ki kayıt sırasında bir anda aklıma gelene kadar. Seviyeleri ayarlamak için gitar çalarken bir şeyler denemeye başladım ve içimden “Bunu şarkıya dâhil etmek istiyorum” diye düşündüm. Yani, son anda eklenmiş bir bölüm oldu. Ama içgüdü ve sezgilere çok inanıyorum; eğer bir şey doğru hissettiriyorsa, genellikle peşinden giderim.

Ferry Lady
“Ferry Lady” karakterini kim veya ne ilham verdi? Gerçek dünyada var olan biri mi, yoksa tamamen şarkının evrenine mi ait?

Tamamen şarkının evreninde yaşıyor. Yani, şarkının ismini seviyorum çünkü bu şarkının albümün ikinci yarısına açılan bir kapı gibi hissettirdiğini düşünüyorum. Bir feribotla karşıya geçmeye, başka bir yere gitmeye benzer bir his veriyor.

Ama ben şarkının daha çok ilişkilerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Her türden ilişki olabilir; dostluklar, romantik ilişkiler… Bir şekilde birine gerçekten yakın hissettiğin ama işlerin beklediğin gibi gitmediği durumlar hakkında. İnsanların nasıl ve neden birbirinden uzaklaştığını merak etmekle ilgili sanırım. En azından bana böyle hissettiriyor.

Just As Well
Prodüksiyon tercihleri (özellikle reverb kullanımı ve vokal katmanlamaları), şarkıya âdeta hayaletimsi bir varlık katıyor. Bu şarkının duygusal ağırlığını oluştururken aklında belirli bir ses paleti var mıydı?

Harikaymış, bunu çok sevdim. O kadar çok küçük vokal bölümü var ki miksinin diğerlerine göre daha zorlayıcı olduğunu söyleyebilirim. Bu şarkı üzerinde diğerlerinden daha fazla zaman harcadık, çünkü başta çok karmaşık hissettiriyordu ve vokali yerleştirmek gerçekten zordu. Vokal her zaman fazla baskın geliyordu. Her şeye alan açmak, dengeyi sağlamak diğer şarkalara kıyasla daha zorlu bir süreçti.

Beni gerçekten tatmin eden şey, nakaratta Prophet-6 ile yaptığım bir ses oldu. O kısımda şarkı gerçekten yükseliyor ve bu sesin şarkının çözülmesini sağladığını söyleyebilirim. Bazen, işte böyle küçük dokunuşlar bir şarkıyı tam anlamıyla bir araya getirebiliyor.