Park Chan-wook ile The Sympathizer üzerine

Röportaj: Meltem Demiraran

Oldboy (2003) ve Stoker (2013) ile aklımızı alan Park Chan-wook, The Little Drummer Girl’ün ardından bu kez Viet Thanh Nguyen’in Pulitzer ödüllü romanı The Sympathizer’ı HBO için uyarladı. Türkiye’deki izleyiciler, dizinin bölümlerine BluTV üzerinden ulaşabilir. 

Kara komedi, gerilim ve dramayı bir araya getiren yedi bölümlük The Sympathizer dizisinin yönetmen koltuğunu Marc Munden ve Fernando Meirelles ile paylaşan Park Chan-wook’a senaryo yazımında Don McKellar eşlik ediyor. Dizinin kuvvetli oyuncu kadrosunda ise Hoa Xuande, Fred Nguyen Khan, Toan Le, Sandra Oh ve Robert Downey Jr. var.

The Sympathizer savaşın, ideolojinin ve insan doğasının karmaşıklıkları ile dolu bir serüven. Biz de bu serüvene dair Park Chan-wook’a birkaç soru sorma fırsatı yakaladık. 

Dizinin derin anlatısını ele almadan evvel etkileyici sinematografisinden biraz bahsetmek gerek. Titiz bir çerçevelemesi var The Sympathizer’ın. Uçsuz bucaksız manzaraları yakalayan geniş planlardan karakterlerin ifadelerini vurgulayan yakın planlara kadar her kare öyküyü güçlendirmek için özenle oluşturulmuş belli ki. Renk kullanımı ise epey sembolik, hikâyenin tonunu ve temalarını yansıtıyor. Elbette dinamik kamera hareketleri ve metaforlarla dolu bir biçimde tarihi atmosferleri yeniden oluşturma ve döneme özgü estetiği yakalama konusundaki detaylara verilen önem de ortada. Bu işte Park Chan-wook’un parmağı olduğu açık. 

Park Chan-wook aslında her bölümü yönetmek istemiş ancak dizinin selameti için ilk üç bölümün ardından güvenilir ellere teslim etmek zorunda kalmış yönetmen koltuğunu. Süreci işte şöyle anlatıyor: 

“Senaryoyu yazmak bir yana, aynı zamanda dizinin yürütücüsü olarak tüm süreci denetlemem gerekiyordu. Maalesef yedi bölümün tümünü yönetemedim. Evet, bunu yapmayı çok isterdim ancak şartlar uygun değildi. Dolayısıyla ilk üç bölümü yönetmenin hem izleyiciler hem de dizinin tümü ile ilgili, kadro ve ekibin diğer yönetmenlere yol göstermesi açısından faydalı olacağını düşündüm. Ayrıca diğer yönetmenler geri kalan dört bölümü devralmadan evvel başlangıcı yapmam gerektiğini düşündüm. Senaryoyu yazarken elbette daha ilginç bulduğum başka bölümler de vardı. Hâliyle biraz pişmanlık yaşadım ama yine de ilk üç bölümü yönetmeye karar verdim. Fernando Meirelles’in 4. bölümü almasına gelince, özellikle biraz farklı birine ihtiyacımız vardı çünkü bu bölüm dizinin tam ortasında bağımsız bir unsura sahipti. Üstelik dizinin yedi bölümden oluştuğunu göz önüne aldığımızda bu bölümün nefes almak adına iyi bir alan açtığı ortadaydı. Görsel açıdan da farklı bir yönetim tarzına sahip olan Fernando’yu davet etmek istedim. Ayrıca diğer bölümler için de kendini kanıtlamış ve pek çok harika diziyi yönetmiş olan Marc Munden aramızda olduğu için de çok şanslıydık.”

The Sympathizer şu sözlerle yapıyor açılışı: “All wars are fought twice. The first time on the battlefield, the second time in memory.” (Tüm savaşlar iki kez savaşılır. İlkin savaş meydanında, ikinci kez ise bellekte.)

Amerikalılar için Vietnam Savaşı, Vietnamlılar için ise Amerikan Savaşı olarak bilinen karmaşık bir süreci ele alıyor The Sympathizer. Vietnam savaşı üzerine yapılmış işler arasında bugüne dek izlediğim en sivri dilli ve en katmanlı iş diyebilirim. Yönetmen Park Chan-wook herhangi bir taraf tutmaktan çok savaşın ve ideolojilerin keskinliğinin hem bireylere hem toplumlara zararını vurgulayarak net ancak nüanslı bir savaş karşıtı mesaj ortaya koyuyor. Aslında savaşın taraflarını ve kazananın kim olduğunu tartışmak bir yana,  özgürlüğün bireylerin elinden alınması meselesi var işin özünde. Hâl böyle olunca elbette temsiliyet meselesi de bir önem kazanıyor. 

Yönetmen kendi bakışını şöyle anlatıyor:

“Doğulu, Asyalı bir yönetmen olarak, bu konuyu ele almak için biçilmiş kaftan olduğumu düşünüyorum. Kore ve Vietnam birçok benzerliği paylaşan iki ülke. Etkileri hâlâ süregelen trajik bir geçmişimiz var. Bu yüzden bu konuya belirli bir mesafeden yaklaşabildim. Vietnam ve ABD’yi objektif bir şekilde değerlendirebildim. Aynı zamanda bu konuya bir derinlik de kazandırabildim.”

Dizinin merkezinde, Hoa Xuande tarafından canlandırılan Kaptan karakteri var. “Gayrimeşru bir melez” olan Kaptan, Güney Vietnam ordusunun arasına karışmış bir Kuzey Vietnam köstebeği. Saigon’un düşüşü ile başlıyor her şey. İkili bir hayat yaşayan bir sempatizanken çelişkili sadakat ve kimlikler arasında parçalanmış bir mülteci olarak Los Angeles’a kaçıyor. Çocukluk arkadaşları Man ve Bon ile kurdukları bağ için de gerçek bir Üç Silahşörler hikâyesi diyebiliriz. Ne var ki arkadaşlıkları politik ideolojiler, sırlar ve ihanetler tarafından pek çok testten geçiyor. ABD’de yaşayan bir göçmen olarak ırkçılıkla, kültürel zıtlıklarla ve yabancı bir ülkede yerini bulma mücadelesiyle karşı karşıya kalıyor Kaptan. Dizi uyum, kimlik oluşturma ve savaş sonrası diaspora bağlamında göçmen deneyimini ele alıyor. Kaptan, kendine duyduğu özsaygı, ahlak ve eylemlerinin sonuçları ile ilintili içsel çatışmalarla boğuşurken dış çatışmalar, siyasi gerilimler ve güç mücadelesi; onu ve toplumunu hâlâ takip eden savaşın kalıcı mirasıyla yüzleştiriyor.

Saigon’un düşüşü oldukça dehşet verici bir biçimde tasvir ediliyor dizide. Tarihsel doğruluk ve dramatik anlatımla harmanlayarak olayın çaresizliğini gözler önüne seriyor diyebiliriz. Yalnızca bombaların insanlar üzerine yağışını değil aynı zamanda karakterler üzerindeki duygusal ve psikolojik etkisini de derinlemesine ele alıyor. Aynı zamanda bu çalkantılı dönemin siyasi sonuçlarını ve güç değişimlerini de ele alarak katmanlar yaratıyor The Sympathizer

Hem Kuzey Vietnam güçlerinin motivasyonlarını, komünist amaçlarına ve devrime olan bağlılıklarını ve zorluklar karşısında gösterdikleri direnci hem de Güney Vietnam güçleri ile ilişkilendirilen bakış açılarını ve ikilemlerini sunuyor dizi. Bunun yanı sıra ABD’nin “domino etkisi” bahanesi ile kendinde bulduğu müdahale hakkına ve Vietnam’ı uğrattığı yıkıma dair de sert eleştirileri görmek mümkün.

Fernando Meirelles tarafından yönetilen 4. bölüm ile yepyeni bir alt hikâyeye geçiş yapıyoruz. Bunca dramın arasında bana kahkahalar attıran dizi içinde film sekansı ise katmanlar ve gerçeklikler arasında dolaşarak oldukça ağır eleştirilerde bulunuyor, meselenin hem siyasi taraflarına hem de anlatıcılarına. Park Chan-wook, The Sympathizer’ın mizahi yönüyle ilgili şöyle söylüyor:

“Hem The Little Drummer Girl’ü hem de The Sympathizer’ı birer gerilim olarak kategorize edebiliriz elbette. Fakat The Sympathizer’da çok daha insan odaklı bir yaklaşım benimsedim. Çok daha romantik unsurları ve yoğun bir mizahi havası var.”

Kaptan’ın Hollywood’da Vietnam Savaşı’nı ele alan bir film setinde kültürel danışman olarak yer almasıyla başlıyoruz nefes aldığımız bu bölüme. Oryantalizmin, etnik gruplara karşı bakışın ve Hollywood’un önyargılarının al aşağı edildiği bir bölümle karşılaşıyoruz. Başta da belirttiğim gibi Vietnam meselesini ele alan pek çok yapımdan farklılaşıyor The Sympathizer. Yalnızca savaşa odaklanmak yerine sonrasında yaşanan ikiliklere dair de bir bakış var karşımızda. Film setinde karşımıza çıkan Vietnamlıyı oynayan bir Çinliden, dizide bir Kuzey Vietnam askerini oynamak istemeyen komünizm karşıtı bir Vietnamlıya dek oldukça enteresan ve gerçekliği yansıtan pek çok kara komedi unsuruyla karşılaşıyoruz. 

Bütün bunlara ek olarak dizinin zaman zaman dördüncü duvarı kırmadan seyirci ile iletişim kurmayı başardığını da söylemek mümkün. Aklınıza takılan bir sorunun cevabını Bon’un izlediği televizyon programına verdiği tepki ile veya dizide bir anlığına görünen bir yazı ile dahi alabilirsiniz. İhtiyacınız olan yalnızca birazcık dikkat!

Dizide yepyeni bir eleştiri katmanı oluşturan bir diğer unsur ise Robert Downey Jr.’ın pek çok farklı karakteri canlandırması. Üstelik hepsi de beyaz ve belirgin bir şekilde kapitalist olarak yansıtılıyor bu karakterlerin. Kültürel stereotipleri güçlendiren bir sinemacı, oryantalizmi ve kültürel fetişizmi körükleyen bir profesör, jeopolitik amaçlarla Amerikan istihbaratının çıkarlarını gözeten bir CIA ajanı ve Vietnamlı bir kadına tecavüz eden bir misyoner… Robert Downey Jr., kokuşmuşluğu bünyesinde barındıran pek çok karaktere ustalıkla hayat veriyor. Park Chan-wook’a Robert Downey Jr.’ın karakterlerini Sam Amca’nın* farklı formlardaki temsilleri olarak tasarlama fikrinin nasıl ortaya çıktığını sorduğumda ise verdiği yanıt ise şu oldu:

“Robert’ın farklı rolleri oynaması çok önemliydi çünkü bu fikir, bir bedeni paylaşan dört farklı yüzü temsil ediyor, ki bu söylediğin gibi ABD’nin bir temsili. İzleyicilerin bu fikri kavrayabilmesi çok önemliydi. Bu yüzden farklı olmaları gerekiyordu ama aynı zamanda bir bütün olmalıydılar. Dolayısıyla bu karakterleri gerçekçi bir şekilde tasvir etmekle uğraşıyorduk çünkü gerçekten 1975’te yaşayan biri gibi hissettirmeliydi örneğin. Fakat aynı zamanda benzersiz de olmalıydılar. Bu da karakterleri biraz abartılı bir şekilde tasvir etmemiz gerektiği anlamına geliyordu. Onları karikatürize etmekten de kaçınmalıydık; bu nedenle çok karmaşık bir süreçti. Gerçekçi olma ile benzersiz bir şekilde temsil etme arasında gidip geldiğimiz ince bir çizgiydi.” 


*Sam Amca, Amerikan hükümetinin kişileştirilmiş ve karikatürize edilmiş hâli olarak bilinir.