Brooke Shields’in özne devri: Pretty Baby

Yazı: Binnaz Saktanber

Disney+ kataloğunda izleyebileceğiniz Pretty Baby, geçmişten bir röportajla başlıyor. Talk-show sunucusu Mike Douglas ayakları koltukta yere bile değmeyen 10 yaşındaki Brooke Shields’e hayran hayran bakıp “İnanılmaz güzel bir genç hanımsın” diyor. Sonra seyirciye dönüyor: “Ne güzel bir kız değil mi?” Güzel bebek, güzel kız, güzel kadın… Bu tanımlar Shields’i tüm hayatı boyunca takip ediyor. Takip etmekle de kalmıyor, Shields’i bir metaya, bir cinsel objeye dönüştürüyor. Brooke Shields, 80’lerin güzellik ikonlarından biri olarak şöhret ve başarı dolu bir hayat yaşıyor, evet. Ama bir yandan da korkunç bedeller ödüyor. Pretty Baby, o bedellere günümüzün gözüyle bakan bir belgesel. Shields’in hayatı ve kariyerini feminist bir lensle tekrar anlatıyor. Shields’in bu anlatının neresinde durduğuysa ucu açık bir soru.

Bu yazı, Pretty Baby belgeselini henüz izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Shields, ilk reklamını henüz 11 aylık bir bebekken çekiyor. Annesi Teri şimdilerde “momager” denilen anne-menajer türünün ilk örneklerinden. Her röportajda kızının yanında oturacak kadar korumacı gözüken Teri, 10 yaşındaki kızının bir Playboy yayınına çıplak poz vermesinde beis görmüyor. Brooke Shields 11 yaşındayken Louis Malle’ın Pretty Baby filminde çocuk bir seks işçisini canlandırıyor. Basın bir yandan “Dünyanın En Genç Seks Sembolü” diye başlıklar atarken bir yandan da anneyi sorumsuzlukla suçlama ikiyüzlülüğünde. Shields 15 yaşındayken ıssız bir adada yaşayan iki çocuğun ilk aşkını anlatan The Blue Lagoon ‘u, bir yıl sonra da Franco Zeffirelli’nin Endless Love filmini çekiyor. Bu filmlerden bahsederken “Sanki gerçekten bekaretimi kaybetmişim algısını satmak istediler” diyor. 

50’sini aşkın Zeffirelli Bey, bir röportajında daha tanışmadan Shields’e âşık olduğunu söylemekten çekinmiyor. Filmdeki orgazm sahnesinde Shields’in performansını beğenmediğinde ise ayak parmağını çığlık attırana kadar sıkıyor. Kimsenin düpedüz çocuk tacizi olan bu davranışlarla uğraşmaya niyeti yok. Basın “Bakire Süperstar” başlıkları atarak Shields’i muhafazakâr Reagan Amerika’sının iffet sembolü hâline getirmekle meşgul. Shields’in seksi bakire imajı 16 yaşında çektiği Calvin Klein Jeans reklamlarında da odak noktası. Klein yüzde 300 artan satışlardan memnun, bu kârın reşit olmayan bir çocuğun sömürülmesinden kaynaklanmasını umursamıyor. Shields ve annesi, Shields’in çocukken çekilen çıplak fotoğraflarını tekrar ve izinsiz yayımlayan Gary Gross’u dava ettiklerinde ise mahkeme Shields’i kendisini “Lolita” olarak pazarlamakla suçlayıp, yayına müsaade ediyor. 

Shields tüm hayatı ve kariyeri boyunca kendi hikâyesinin öznesi olarak görülüyor. Oysa ne kararları veren o, ne uygulayan. Belgesel boyunca Shields’in de bu yük altında ezildiğini görüyoruz. Ne alkolik annesini tam olarak suçluyor, ne filmlerin erkek yönetmenlerini. 20 yaşındayken bir yapımcı ona tecavüz ettiğinde bunu dillendiren arkadaşına “Hayır” diyor, “Buna inanmaya hazır değilim.” Shields yerine bir çerçeve çizen, yaşananları feminist bir perspektife oturtan sosyologlar, yazarlar ve hatta Laura Linney, Ali Wentworth ve Drew Barrymore gibi arkadaşları oluyor belgesel boyunca. Bir yandan da kariyerini oluşturan yapı taşı filmleri karalamaktan imtina ettiğini hissediyorsunuz. Tüm ömrünü seyirci önünde geçirmenin verdiği kontrol mü, tüm yaşananlara rağmen onu seven hayranlarına duyduğu vefa mı yoksa karakteri mi onu böyle davranmaya itiyor, bilmek imkânsız. Ama şöyle bir yerinden kalkıp “Allah sizin belanızı versin” demesini bekliyorsunuz, demiyor. 

Shields bugün 57 yaşında. Bu özne olma hâlini, bağımsız hareket etme ve kendi özgür seçimlerini yapma kapasitesini ancak Princeton’a gittiğinde kazandığını anlatıyor. Annesinden kendi deyimiyle “boşanması”, tenis süperstarı Andre Agassi ile evlenmesi ve bu sefer onun yörüngesinde yaşadığı şiddetten kendini sıyırması, kariyer dümenini komediye kırması, bir aile kurması ve post-partum depresyonu tanımlayan, bunun hakkında konuşan ilk ünlü kadınlardan olması, gördüğü tedaviye karşı çıkan Tom Cruise’a “Sen uzaylılarla savaş bu konuya karışma” diye kafa tutması… Hepsi Brooke Shields’in özne devrinin sonuçları. 

Ama Shields’in gardını en çok düşürdüğü anlar, iki kızı ve kocasıyla bir masa etrafına oturup konuştuğu anlar. 19 yaşındaki Rowan ve 16 yaşındaki Grier annelerine Pretty Baby’yi asla izlemeyeceklerini söylüyorlar. “Neden?” diyor Shields, savunmaya meyleden bir tonla. “Çünkü çocuk pornosu,” diyor Rowan. “Biz 11 yaşında olsak, izin verir miydin böyle bir film çekmemize?” “Hayır,” diye cevaplıyor Shields, belgeselin katarsisi de işte orada yaşanıyor. 

Lana Wilson’ın yönettiği ve prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan Pretty Baby, son dönemde öne çıkan hakkı ödenen kadın belgesellerinin bir devamı. “Sistem bir kere bile bana yardım etmeye gelmedi. Ben de kendi kendime güçlendim” diyen Shields ve hikâyesi, Pamela Anderson, Britney Spears, Sinead O’connor, Monica Lewinsky gibi figürleri konu edinen belgesellerle kardeş. Patriyarkal sistemin kendi işine gelen şekle soktuğu, son âna kadar bundan nemalanıp, sonra da kendi tayin ettiği son kullanma tarihi gelince “Neden o şekildesin?” diyerek bir kenara atmaya çalıştığı kadınlar onlar. Bu kadınların hikâyelerinin tam da şimdi yeniden yazılıyor olmasının da o ticari döngünün bir parçası olup olmadığı ise başka bir yazının konusu.