Public Enemy yeniden sahada, başkaldırıya devam ediyor ama...

Rap müziğin protest bir müzik olduğunu söylüyorsak, bunda Public Enemy’nin payı büyük. Rap’in politik olduğuna dair iddia tabii ki toplumsal bir karşılığı olduğu için var ancak bunu uygulamaya koyan ve bu sesi duyulabilir kılan müzisyenlerin başını çekiyor Chuck D ve tayfası. Grup son bir yılı epey hareketli geçirdi, Bernie Sanders için sahneye çıkacaklardı ancak bu girişim grup içi bir tartışmaya dönüştü ve Flavor Flav ve Chuck D tuhaf bir atışma yaşadılar. Ardından Chuck D,  DJ Lord Aswod ve Jahi Torman’ın desteğiyle Enemy Radio şemsiyesi altında bir albüm yayımladı. Loud is Not Enough isimli bu albüm PE’nin bir nevi köklerine dönüşünü de sembolize ediyor, çünkü iki pikap ve bir mikrofonla gürültü yaydıkları bir biçimde müzik yapmışlar. Ancak bu da Chuck D’yi kesmemiş olmalı ki “ekibi yeniden topluyoruz” demiş ve işe koyulmuş. 

Yazı: Berk Sayan

What You Gonna Do When The Grid Goes Down adını taşıyan yeni Public Enemy albümü 25 Eylül’de yayımlandı. Bu kayıt, grubun altın yıllarında da birlikte çalıştığı Def Jam etiketiyle çıktı. Albüme Afro-Amerikan funk camiasının en saygın isimlerinden George Clinton, Californialı hip hop devi Cypress Hill, sampling ve scratch ustası DJ Premier, hip hop’un altın çağından Ice-T ve Run-DMC gibiler destek atmış. Bu isimlerin yanı sıra grubun kült şarkısı “Fight The Power”ın 2020 versiyonunda Nas, Rapsody, Questlove, Black Thought, Jahi ve YG‘den oluşan kalabalık bir kadro ekibe eşlik ediyor. Ancak tüm bu ihtişamlı kadroya rağmen bu albüme tam teşekküllü bir stüdyo albümü demek pek doğru olmaz. Çünkü geçmişte yayımlanmış şarkıların yeni versiyonlarını ve yakın dönem üretimlerinden bazı örnekleri de barındırıyor içinde. Albüm bu yönüyle biraz Black Lives Matter rüzgârını arkasına almak isteyerek aceleyle piyasaya sürülmüş bir ticari kayıt algısı yaratıyor. Bunu düşünmemin bir sebebi de grubun yıldızlaştığı dönemden iki hit parçaya bu albümde de yer verilmesi. Yani ticari başarıyı riske atmak istememişler gibi duruyor. Grubun yıllarca harcadığı emek ve nihayetinde bıraktıkları etkinin hatırına o tarafa pek bakmadan dinleyince ise ortalamanın üzerinde bir iş olduğunu söyleyebiliriz. “Güce/güçlüye karşı savaşmak” isteyen oldskool sevdalıları için daha iyisini bu devirde bulmak zor gerçekten, hakkını teslim edelim. Black Lives Matter rüzgârı konusunda Chuck D, bunun bir 60 metre koşusu olmadığının farkında ve yapısal ırkçılığın kolay kolay alaşağı edilemeceğini söylüyor, gerçeğin farkında olan herkes gibi. Yani bu albümü kartopu etkisini artıracak tanelerden biri olarak da yayımlamış olabilir.

What You Gonna Do When The Grid Goes Down, George Clinton’ın sesiyle açılıyor. Bu, açıkçası benim bir albümü sevmem için yeterli bir sebep. Clinton’ın Funkadelic ve Parliament gibi projelerinin yanında parmağının değdiği her şeyi dinlemeyi çok seviyorum. (Red Hot Chili Peppers’ı çıldırttığı döneme de mesela hayran olmamak elde değil!) Bu kısa açılışın ardından yine Clinton’ın da yer aldığı ve Cypress Hill’den B-Real’ın mest eden vokaliyle bir verse okuduğu “GRID” geliyor. Şarkı otomatikman Clinton’ın kıvrak funk stilinden nasibini almış bir ruha ve estetiğe sahip, teknoloji çağına bir taşlama niteliğinde. Son birkaç senede şahit olduğumuz büyük kapitalizm çöküşü yaşanmasaydı, demokratik seçimlere alenen dijital manipülasyon karışmasaydı, bu şarkıya aynı gözle bakar mıydık emin değilim, belki de “ok boomer…” der geçerdik. Ancak şu an sanal dünyanın yarattığı yankı duvarları ciddi anlamda canımızı sıkarken eski toprakların öğütlerini dinlemek o kadar da itici gelmiyor: “Looking at my feed, trolls everywhere but knowledge supersedes.” (Feed’ime bakıyorum, troller her yerde ama bilginin ayağı kaydırılıyor.)

Kalabalık kadronun eşlik ettiği ve D’nin anlattığı kadarıyla Questlove’ın önerisiyle yeniden yorumlanan “Fight The Power 2020 Remix”in en can alıcı cümlesini ise Rapsody dillendiriyor: “Fight for Breonna and the pain of her mother”.  (Breonna ve annesinin acısı için savaşın.) Bu şarkıdaki tek kadın MC o, ayrıca albümdeki iki kadından da biri. Amerikan rap’inin erkek egemen düzeninden dert yanan Chuck D’nin bundan daha fazlasını yapması iyi olabilirmiş, böyle biraz lafta kalmış sanki tüm o söylem. Şarkıda ayrıca sadece güncel sorunlardan değil, ikonlaştırılan ve dokunulmaz olan figürlerden de bahsediyorlar. Chuck D açıkça Elvis’e ırkçı diyor ve “Motherfuck him and John Wayne” diyerek ünlü aktör John Wayne’i de çöp kutusuna gönderiyor. Albümün bir diğer yıldızı “Public Enemy Number Won” adından anlaşılacağı üzere, “Public Enemy No: 1”ın güncel bir versiyonu. Orijinal beat’in üzerine inşa edilen şarkının giriş skit’inde Beastie Boys’dan Mike D ve Ad Rock’ı şarkının devamında ise Run-DMC’nin sesini duyuyoruz. DJ Premier’in eşlik ettiği “State Of The Union” ve albümün 6 numarası “Toxic” namluyu Donald Trump’a yönelten güçlü şarkılar. Özellikle Premier’in hâlâ sıkı bir groove üstadı olduğunu gösteren “STFU” loop’a almalık bir parça. DJ Premier bu yıl hâlâ oyundan düşmediğini ikinci kez kanıtlıyor (ilki Run The Jewels albümündeki hitlerden biri olan “ooh la la” isimli şarkıydı). “STFU” ve “Toxic”te özellikle Trump’ın adını anmıyorlar, ona birtakım isimler takıyorlar. Örneğin “45”, yani Donald Trump’ın Amerika’nın kaçıncı başkanı olduğunu gösteren sayı. Chuck D verdiği bir röportajda Trump için çekinmeden şu sözleri söylüyor: “New York City’den çıkma, iki yüzlü, ahmak bir emlak zengini. Bu adamın sorumluluk koltuğuna oturduğunu görmek, açıkça silahlanma çağrısıydı.”

Albümün bir çuval inciri berbat eden ânı ise 2017’den kalma bir şarkının cilalanarak oyuna yeniden sokulması ve aynı hatanın ne yazık ki bir kez daha tekrarlanması. Caitlyn Jenner’a cinsiyet geçişinden önceki adıyla hitap eden ve “Kadın oldu da ne değişti?” (O zamandan bu zamana ne değişti demek istiyor) diye soran bu şarkı aslında ona Trump’ın yanında siyaset yapmaya yeltendiği için saldırmak istiyor ama transfobik olmaktan öteye gidemiyor. Chuck D, 2017’de hem Kid Rock’a hem Caitlyn Jenner’a senatör olmak üzere seçime katılmaları konuşulurken laf atmıştı. Kid Rock’ın yapacak çok şeyi olduğunu, Jenner’ın ise zaten hayatta birçok şey yaptığını söylemişti ve siyasetin bambaşka bir şey olduğunun altını çizmişti. Fakat devamında eleştiri bu kadar ılımlı kalmadı ve “Yesterday Man” isimli şarkıda transfobiye evrildi. Özünde “hani biz geçmişte kalacaktık ve yarınlar daha güzel olacaktı?” temalı bir şarkı bu. Ancak hayatın bu şekilde ilerlemediğini hiciv yaparak anlatmaya çalışıyorlar ve bu hiciv şirazeden çıkıyor. Erkek kırılganlığını gizlemeye çalışan, “hâlâ güçlüyüz” piyesi oynanıyor. Ne yazık ki bu güç gösterisinin hedefinde yine en kolay lokma var. Caitlyn Jenner’ı bu şekilde aşağıladığını sanmak hem bir nefret suçu işlenmesine sebep oluyor hem de grubun asıl derdinin, söylemek istediğinin bize ulaşmasını engelliyor. Bir yandan Chuck D yaşını başını almış bir insan (60 yaşında) ve bir “boomer” belki de, bu kabulle yaptığına pek şaşırmıyorum. Tabii cezai ehliyeti yokmuş gibi davranmanın da alemi yok, sonuçta bu şarkı tam iki kez büyük plak şirketleri tarafından yayımlandı ve bu konu muhakkak gündeme gelmiş, tartışılmıştır. Herkes hata yapabilir, birçoğumuzun geçmişi hem ahlaki açıdan hem insani açıdan hem de siyaseten lekelerle dolu olabilir, LGBTİ+ hakları konusunda bir aydınlanma çağına yeni yeni adım attığımız da söylenebilir. Ancak keşke bu şarkıyı 3 yıl sonra onlara yakışmayan bir şekilde yeniden ısıtmak yerine hatasını düzelterek bir versiyon yayımlasa ve kendini affettirseydi, o zaman bu albümü içselleştirmek daha kolay olurdu. Hem böylece “Yesterday Man” isimli bu güç gösterisinde zamana yenilmediğini göstermeye çalışırken geçmişten gelen bu nefret dilini de kullanmamış olurdu.