Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush üzerine

Formu dolduran: Esin Çalışkan

Yaşanmış bir hikâyeden ilhamla çekilen ve Berlinale’den iki ödülle dönen Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı / Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush filminin rejisi Andreas Dresen, senaryosu Laila Stieler’in imzası taşıyor. Başroller ise Meltem Kaptan ve Alexander Scheer’e emanet edilmiş.

Zaman dilimi ve mekân

İlk durak Almanya’nın Bremen kenti, 2001 yılı. Nitekim sayılar ve tarihler hızlıca birbirine karışıyor; Ankara’daki Adalet Bakanlığı’ndan Washington’daki Yüksek Mahkeme’ye uzanan bir davanın çeşitli izleklerini kovalıyoruz.

Konu nedir?

Oğlu Murat’ın İslam’ı hakkıyla öğrenme niyetiyle Pakistan’a seyahat edip, köktendinci militan olduğu iddiasıyla haksız yere tutuklanması ve insan haklarını hiç eden bir askerî üsse, Küba’daki Guantanamo Kampı’na hapsedilmesi sonrası, hak mücadelesine başlayan Rabiye Kurnaz’ın gerçek hikâyesi odakta. Avukatı Bernhard Docke başta olmak üzere tüm destekçilerini; enerjisi, gücü ve içtenliği ile mıknatıs gibi çeken Rabiye, oğlu adına yaptıklarıyla kendini uluslararası çaptaki bir hukuki mücalesinin göbeğinde buluyor. ABD başkanı George W. Bush’a karşı dava açmak da bu sürece dâhil.

Suçsuz olduğunun anlaşılmasına rağmen Guantanamo’da tutulan Murat’ın maruz kaldığı haksızlığa, yaşananların siyasi boyuna dikkat çekerken; hükümetlerin kirli ikili oyunlarının, resmî zevzekliklerinin ve bilinçli körlüklerinin korkunç sonuçlarını hatırlatıyor film. 11 Eylül sonrası demokrasinin askıya alındığı adaletsiz ortamdan bir emsal sunuyor.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Film, 72. Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve (Türkiye asıllı Alman oyuncu Meltem Kaptan’ın kazandığı) En İyi Başrol Performansı olmak üzere iki ödüle uzandı, malum. Yönetmen Dresen kendisine ulaştığında şaşırdığını ve hikâyeyi yönetmenin diğer işlerinden oldukça farklı bulduğunu söyleyen Kaptan, filmin mizahi tonunu layıkıyla tutturabilmek için Rabiye Kurnaz ile sıkça buluşmuş. Rabiye Kurnaz, Meltem Kaptan ve yönetmen Dresen festivalin İstanbul’daki gösterimlerinde de yer aldı.

Bu hikâye, 13 kısa metrajlı filmden oluşan Deutschland 09 isimli bir projede kendine yer bulmuş, Der Name Murat Kurnaz imzalı kısa Fatih Akın’ın imzasını taşımıştı. Murat Kurnaz’ın Guantanamo’daki deneyimlerini anlattığı, Stefan Schaller tarafından sinemaya uyarlanmış bir kitabı da bulunuyor; Hayatımın Beş Yılı  / Fünf Jahre Leben.

İlk intiba?

Zorlu bir mücadele hikâyesine ve bir annenin yapabileceklerinin sınırlarına girişen, kâğıt üzerinde sürprizsiz bir anlatı ile ilk karşılaşmamız değil bu. Dolayısıyla başlarda teknik anlamda yenilikten uzak hâliyle, diline mesafeli konumlandığınız bir hislenim yarattığını söylemek mümkün.

Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush, merceğini anneye tutmayı hemen hiç kesmediğinden; karakterin kendi olma, yaşadıkları ile bildiği gibi baş etme (bilinenleri değiştirme) biçimi hikâyeyi kimi yerlerde epeyce genişletiyor. Kimi yerlerde ise dramatik anları bölen komedi soslu sekanslar, doğrudanlıklarıyla filmi büyük ölçüde yüzeyselliğe sürüklüyor.

En çok neyi sevdin?

Evin en küçük kardeşinin bisküvi, şeker ve süt ile yaptığı çabuk yemeğin tadının damağıma gelmesini. “Abim neden sürekli Allah’tan bahsediyor?” demesini. Dışarıda dünya kıyamet koparken ödevlerini yetiştirmesini. Her çocuk gibi!

Karakterlere dair

Rabiye Kurnaz, oğlunun adalete ve adil yargılanma hakkına kavuşması için ülke ülke dolaşan bir anne olmasının yanında asıl gücünü, aralarındaki ilişki yıllar içinde eşsiz bir dostluğa evrilen insan hakları avukatı Bernhard Docke’den alıyor. Docke, tüm imkânlarını ortaya serip meseleyi içselleştirirken, Murat’ın deneyimlediği işkence ve haksızlık yüklü beş yılı hukukun üstünlüğü adına utanç verici buluyor. Öte yandan Rabiye’nin eşinin konumu biraz daha belirsiz kalıyor. Çoğunlukla sakin, hislerini açık etmeyen biri olduğunu anladığımız babanın, küçük sekanslar dışında pek ortalıkta görünmemesi tercih ediliyor.

Kimler sever?

Adalet üzerine kafa yormanın hiçbir zaman yıldırmayacağına inananlar, öfkenin başarısızlıklardan değil umuttan doğmasına ihtiyaç duyanlar ve Meltem Kaptan’ın üç dil arası kusursuzca slalom yapan performansını kaçırmak istemeyenler buyursunlar.

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

Bir film yaratmanın, belki de yaratım sürecinin kendisinin tüm bu haksızlıkları, belirli addettiğimiz düzeni değiştirmeye yönelik ne ölçüde etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?