Hafıza tam olarak nereyi terk eder?: Şahsiyet

Yazı: Esin Çalışkan

“Bütün hatıralarım, yaşadıklarım silinip gidecek. Ben ne olacağım, benim şahsiyetim ne olacak?” diye söyleniyordu Şahsiyet’in ilk bölümünde Alzheimer teşhisi aldığını öğrenen Agah Beyoğlu. Hafızanın yavaş yavaş silinmesiyle, anıların yerini boşluğun aldığı, o boşluğun içinde geçmişle şimdinin birbirine dolandığı kemirgen bir hastalıkla birlikteydi artık. Kedisi Münir Bey’i kaybetmişti ve öyle ki yaklaşık 10 yıl önce peşine takılan bir hayalet, rahatlıkla tekrar gün yüzüne çıkabilirdi. Onur Saylak’ın yönettiği, Hakan Günday’ın senaryosunu yazdığı Şahsiyet, yayımlandığı 2018 yılından bu yana çeşitli ikinci sezon   söylentileriyle bugüne gelirken; nihayet geçtiğimiz günlerde Uniq İstanbul’da yeni sezon galası gerçekleşti. İlk iki bölüm de 13 Kasım itibarıyla GAİN’de yerini aldı.

Bir deneyim alanı olarak kurgulanan galada, basını ve konukları Agah Beyoğlu’nun otomobili karşıladı. Dizide kullanılan kostümlerden (renkli çoraplar dâhil) hikâyenin geçtiği sokaklara, Mebrure Apartmanı girişinden, “köpeköldüren” canlandırmasına uzanan görsel ve işitsel tasarımıyla ilgi çeken, şık bir geceydi. Onur Saylak epey heyecanlı olduğunu söyleyerek prömiyerin açılışını yaptı, tekrar bir araya gelebilmenin onun için anlamından bahsederek duygusal bir portal açtı. Haluk Bilginer’in 47. Uluslararası Emmy Ödülleri’nde kazandığı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü de düşünürsek, yeniden rolüne böylesi heyecanla sarılması ve performansına yansıyan ışıltı bir yana, Şebnem Bozoklu, İlker Aksum ve ilk bölümde bir nevi kötü adam olarak tanıştığımız Erdal Özyağcılar da seyir zeykini hayli yüksek tutuyor.

Malum, kurmaca bir kasabayı merkezine alsa da onu herhangi bir yer kadar sıradan, kirli ve kendi içinde biriktirdiği sırları yutup, geriye kocaman enkazlar bırakan öğütücü makineler gibi sunan dizi, bu anlamda suçlunun kim olduğuna dair cevabını epey genişten alarak farklı bir sorgulamaya girişmişti. Mekânın hafızasının insanlarla anlam kazandığını; ancak hepsi silindi sanarken tortusunu bırakan acıların, yıkımların ve başkaca travmaların o mekânın gerçekliği olduğunu hatırlatmıştı Agah Beyoğlu aracılığıyla. Kendisinin bir türlü kurtulamadığı, bir noktadan sonra “unutuş mucizesi”ne yani hafızasının silinmesine güvenerek; bu acımasız hastalığı tersine çevirip, onunla oyun oynuyor. İntikam alma kararı vermişti cinsel istismar suçunu örten Kambura’dan ve seri cinayetlerine başlamıştı.

Geride ne kaldı, yeni bölüm nereden aldı?

Şahsiyet, ilk sezon kabaca böyle bir hikâyenin izini sürüyor ve aslen adliye memurluğundan emekli Agah’ın kendi hafızasının içinde kim olduğunu aramasıyla geçmişin taşması, kızıyla karmaşık ilişkisi ve günlük yaşamı arasında mekik dokuyordu. Sezon en son bir bakımevinde sonlanmış, Agah-Nevra ikilisi yan yana, sanki hem sitemkâr hem alaycı şekilde ekrana son bakışlarını atmıştı. Yeni sezon günümüzün 24 gün öncesiyle başlıyor, Agah Bey hâlâ bir bakım merkezinde. Kızı yurt dışındaki bir tedaviyi burada uygulamak için babasını merkezden almaya geliyor, bu sırada Agah’ın gözleri boş bir kavanoz gibi berrak ama içindekini yitirmiş. Kendini hatırlamadığından, ilk sezonda olmaktan korktuğu yere düşmüş izlenimi veriyor: Şahsiyetini kaybettiği bir kuyuya.

Tedaviyle birlikte Agah’ın anılarının bir kısmının bölük pörçük geriye dönmesine ve insanın vicdan dayanağının neyin etkisinde harekete geçtiğine dair bir sorgulanışın devreye girdiği tempolu bir ilk bölüm izliyoruz. Yaptıklarını çat kapı gelen bir “anı”nın etkisiyle polise itiraf eden Agah’ın, ne yaptıklarına dair bilinci yeterince açık ne de aslında bilinç, kimlik ya da adına hafıza denen şeyi üstüne nasıl geçirdiğiyle ilgili öngörebildiği bir fikri var. Yine de yaptıklarının bir karşılık gerektirdiğini hissediyor ve bu kez şansını devletin gücünden yana deniyor. Bu anlamda dizi, şimdilik Beyoğlu’nun ara sokaklarında işlenmiş rastgele bir cinayetin bugüne taşıdığı başka bir ceza kesmeyi merkezine alarak, yeni bir hikâye açmış gibi. Agah Bey’in peşine takılan artık geçmiş değil, kardeşinin katilini öğrenince onun peşine düşen kanlı canlı biri. Bu anlamda Beyoğlu dizide (ve belirtmeliyim ki gerçekte) hâlâ yerli yerinde, tüm parlaklığıyla kendini gösteriyor. Yine de son yıllarda kendisine yapılan haksızlıklardan o da payını alıyor. Prodüksiyon tasarımı detaycılığını korurken, -muhtemelen kısa bir ilk bölüm izlemenin etkisiyle- senaryo ritmi ve diyalogların etkisinin biraz düşük olduğunu söylemeliyim, bu anlamda önümüzdeki bölümlere daha çok iş düşecek belli ki.