Komplike bir deneyim olarak annelik: Salve Maria

Yazı: Beyza Yıldırım

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen, bu yıl 35. yaşını kutlayan Ankara Film Festivali, 7 Kasım’da kapılarını tekrar açtı. Çeşitli seyir deneyimlerimizin ardından festivalin sonuna gelmişken, İspanyol yönetmen Mar Coll’un son uzun metraj çalışması Salve Maria’ya dair hislerimizi aktarıyoruz.

Programın bu seneki özel seçkilerinden olan, kadın yönetmenlerin tasnif edildiği “Bir Kadın Filmi” bölümünden Salve Maria, 77. Locarno Film Festivali’ndeki Uluslararası Yarışma’dan Özel Mansiyon ve Genç Jüri Üçüncülük Ödülü ile dönmüştü. Mar Coll’un sinemasıyla tanışmak isteyenler için makul bir ilk adım Salve Maria.


Zaman dilimi ve mekân 

İspanya, günümüz. 

Konu nedir? 

Henüz anne olmuş genç yazar María, haberlerde denk geldiği bir olayın peşinden gider: Alice Espanet, 10 aylık ikizlerini küvette boğmuştur. María hem kendi annelik deneyimi hem de evrensel bir boyutta kavramak istediği annelik kavramı üzerine düşünmek üzere Alice hakkında yazmak ister. Onunla kişisel olarak bir bağ kurabilecek mi, Alice’i insani bir noktada anlayabilecek mi sorularıyla karşı karşıya gelir.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Baş karakter olan María’nın psikolojik durumunu takip etmek, değişimini gözlemlemek düşüyor seyirciye. María ve Alice arasındaki ilişki, iki karakterin de içinde bulunduğu ruh hâlinden dolayı sürekli gergin ve komplike ilerliyor. Karakterlerin genel olarak mitolojik figürlere atıfla -veya referansla- yansıtıldığı da söylenebilir ayrıca.

En çok neyi sevdin? 

Bölümler arasında geçen şiirlerin filmin bütününe çok kolay entegre edilebiliyor olması, hoş alıntılar yapılması.

En az neyi sevdin? 

Metnin ve yaratılan atmosferin son kertede bir katarsise ulaştırılmaması. Bir tık “yarım kalma” hissi.

En çok hangi sahneye yükseldin? 

Rüya sahneleri oldukça yaratıcı ve seyir zevkini yükselten cinsten. Mitolojik bir öykünün, takip etmesi güç olay ve durumlarını anımsatıyor. 

Modunu nasıl etkiledi? 

Karamsarlığa, boğuculuğa ve yorgunluğa sebep bir çöreklenme hissi. 

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu? 

Çok önemli ve bir o kadar da görmezden gelinen bir konu işleniyor filmde: Doğum sonrası annenin yaşadığı yalnızlık, bedensel ve ruhsal değişim. Bu değişimin anne tarafını çok sağlam ele alıyor film, özellikle babanın ilgisizliği ve sürece dâhil olmaması açısından. Fakat bir noktada ipler kopuyor, anne yoruluyor ve uzaklaşıyor. Kendini yıprattığıyla kalan ve “çocuğuyla sağlam bir bağ geliştiremeyen” anneyken, babanın çocuğu ile gayet iyi idare ettiğini görüyoruz. 

Anne-çocuk ve baba-çocuk ilişkilerine hâkim olduğunu varsayarak soruyorum yönetmene: Gerçekten böyle midir? Bu bağ zamanla örülmez mi, bir tanışma süreci olmaz mı? Kadın ne yaparsa yapsın yetişemeyen, yetersiz kalan bir figür olarak tasvir edilirken erkeğin kolayca durumu kotarabiliyor olarak aktarılması düşündürdü beni.