İnce çizgide yürümeye devam: Severance 2. sezon 7. bölüm
Hazırlayan: Meltem Dermiraran, Utkan çınar
“Lütfen normal bir insan gibi konuşabilir misin?”
17 Ocak’ta start alan ikinci Severance sezonunu hafta hafta kurcalamaya devam ediyoruz. Önceki bölümle ilgili yorumlarımızı okumadıysanız, buraya bir uğramak isteyebilirsiniz.
Dizinin son bölümü “Chikhai Bardo”yı henüz izlememiş olanlar için de büyük harflerle SÜRPRİZ BOZAN yani SPOILER uyarısı da yapalım.

Meltem Demiraran: Geçen hafta bu bölümün adını konuşmuştuk ya, Mark’la ilgili bir şey olacağını düşünmüştüm ama Gemma’nın içeride yaşadığı sürece dair bir şey çıktı. Kendisi de “egonun ölümü” olarak tanımlıyor chikhai bardo’yu. Sanki burada diğerlerinden daha farklı bir Severance var.
Utkan Çınar: Odalara girdiğinde severed oluyor ama odasında kaldığında Mark’ı falan hatırlıyor gibi.
Meltem: Bence üç farklı Gemma var: Biri dışarıdaki Gemma, diğeri içeride olup dışarıya dair bazı bilgilere sahip ama fazlasını bilemeyecek olan, bir de odalara daldığı hâli—tıpkı bizimkiler gibi, o odada ne yaptığından başka bir şey hatırlamıyor.
Utkan: Mark’ı sorduğunda, adam “Mark evlendi” falan deyince onları hatırlıyor gibi düşündüm. Bir de gitmek istiyor ya… Zaten Severance prosedürünün ilk test hayvanı gibi olmuş Gemma. Ama neden bu hâle geldiği hâlâ muallakta, değil mi?
Meltem: Mark diye bir kocası olduğunu biliyor bence ama şu anda ne yaptığına dair çok fikri yok gibi. Aksi hâlde şüphe duymazdı. Bu olaya dâhil olmasının motivasyonu çocuk meselesi herhâlde.
Utkan: Bu arada bölümü beğendim, fazla problemim yok. Beşinci bölümden bu yana dizi gerçekten akıyor. Ama karakter motivasyonlarına yer yer tam ikna olamıyorum. Çocuğunu kaybeden ilk insan o değil, tamam, evlilik de iyi gitmiyor gibi görünüyor. Ama Mark’ın normalde ne kadar kıl biri olduğunu görmek beni eğlendirdi. Bildiğimiz Marklardan çok farklıydı, bambaşka biri gibiydi.
Meltem: Çünkü egosu var. Dış dünyanın ona yüklediği bir ego var ve bu da otomatik olarak farklı bir karakter yaratıyor.
Utkan: Asıl merak ettiğim şey şu: Gemma, Lumon’un testlerine neden katıldı? Bu testler işkence. Sonuçta insanların kendini rahat hissetmediği şeylerin tekrar tekrar yapıldığını görüyoruz—dişçiye gitmek, uçakta türbülans yaşamak ya da sıkıcı Noel kartları yazmak gibi. Ona nasıl ikna olduğunu net göstermediler, belki de hiç göstermeyecekler. Buraya geri döneceklerini pek sanmıyorum.
Meltem: Çocuk kaybının ne kadar güçlü bir motivasyon olduğu tartışılır ama yaşamadığımız bir şey olduğu için empati kurmak da zor olabilir. Yine de kabul etmek gerekiyor. İnsanların bu tür kayıplarla başa çıkamadığına dair pek çok hikâye var—oyuncak bebeği çocuğu gibi gezdirenler, bir ağaç dalını bebek yapanlar… Gerçekten insanın kimyasını bozabilen bir durum.
Utkan: Biraz da evliliği kurtarmak için çocuk yapma çabası var gibi geliyor. Evlilik pek iyi gitmemiş.
Meltem: Bence çocuk meselesine kadar iyiydi ama olaydan sonra kötüleşti. O noktaya kadar sevgi dolu bir dinamikleri var gibiydi.
Utkan: Oraları hızlı geçtiler. Tanışmalarından buraya kadar olan süreci çok göstermediler. Bir de Lumon’un geçmişiyle ilgili biraz daha şey öğrendik. Belli ki bir noktada medikal bir şirket olarak kurulmuş. Ama asıl ne yaptıklarını hâlâ tam olarak çözemedik.
Meltem: Aslında çözdük sayılır. Bölümler önce söylemiştik zaten. Lumon kendine organik köleler yaratıyor. Klon dedikleri şey aslında zihni boşaltılmış bir insan.
Utkan: Bu bölümde en çok hoşuma giden şeylerden biri de güneşi görmek oldu. Daha önce kapalı havalı gündüz gördük ama güneşli bir gün ilk defa vardı. Bu bölümü Jessica Lee Gagné yönetmiş, kendisi Ben Stiller’ın sinematografı. Escape from Dannemora’da da beraber çalışmışlar. Bu sezon sadece bu bölümü çekmiş. Evin içinde özellikle el kamerası kullanılmış. Hem güneşli, aydınlık ve çiçeklerle dolu bir ev var hem de hareketli kamera ve geniş açı yerine karakterlere yakın, klostrofobik bir görsellik tercih edilmiş. İlişkilerindeki kaosu ve sarsıntıları çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Bence baya iyi bir işçilik çıkarmış. Bir de hemşire rolünde Sandra Bernhard’ı gördük. Martin Scorsese’nin De Niro’lu King of Comedy’sinde oynamıştı, 80’lerden. Aslında stand-upçıdır. Tabii baya yaş almış artık. Çok az konuşsa da orada güzel bir varlığı vardı. Büyük ihtimalle Ben Stiller’ın bir cast tercihi. Bu arada motivasyonlardan bahsederken şunu düşündüm… Ama şimdi geriye dönüp bakınca biraz mantıksız geliyor. Mark’ın Lumon’a katılma motivasyonu pek tutarlı değil gibi.
Meltem: Neden?
Utkan: Hani Gemma, Lumon’un işleyişiyle ilgilenmeye başlayınca Mark onu küçümsüyor ya. Hatta o kartlarla ilgilendiği sahnede onu azarlıyor gibi. Baya aşağılıyor hatta. Oradan oraya nasıl geldiğini tam anlayamadım, biraz havada kaldı. Bütün bu kaza tiyatrosuna Gemma da bilerek dâhil olduysa çok zalimce bir yandan.
Meltem: Çok aşamalı bir tuzak gibi bence. Önce Gemma’yı manipüle ediyorlar. Onu ele geçirirlerse Mark’ın da bir şekilde düşeceğini biliyor olabilirler.
Utkan: Evet, ama bilmiyorum… Aslında bu biraz zevk veya tercih meselesi. O yüzden oraları daha çok görmek istiyorum. Çünkü zaman geçtikçe, biz karakterleri tanıdıkça esas konunun ağırlığı azalıyor ve karakterlerin hikâyeleri öne çıkıyor. İlk sezona kıyasla karakterlere çok daha fazla yakınlaştık, ister istemez onların motivasyonları üzerinden takip ediyor, merak ediyoruz. Oyunculuk açısından da görmek istiyorum. Bu bölümde biraz eksiklik hissettim açıkçası.

Meltem: Ben de bu bölümü genel olarak beğendim. İzlemesi keyifliydi. Gemma’nın hikâyesi beni yakaladı, karakteri de sevdim. Çok donuk bir karakterken şimdi onunla bağ kurmaya başladım diyebilirim.
Utkan: Evet, ince ve detaylıydı. İyi de oynanmış. Dichen Lachman’a selam edelim.
Meltem: Ama yine aynı noktaya geliyoruz. Ne zaman elimizdeki her şey açığa çıkacak ve bunun üstüne bir şey inşa etmeye başlayacağız? Hâlâ birçok şey gizli tutuluyor, bir sürü önemli detay hâlâ açığa çıkmadı. Reghabi’ye de iyiden iyiye sinir olmaya başladım artık. Ne biliyorsa anlatsa ya!
Utkan: Evet, katılıyorum. Ben de aynı şeyi düşündüm. O karakter çok şey biliyor ama sürekli gizem yaratıyorlar. Onun geçmişini bile tam olarak bilmiyoruz. Yüzeysel kaldı.
Meltem: Adeta psikopatça hareket eden bir karakter. Hiçbir şey söylemiyor, olayları belirsiz bırakıyor. Adam ölecek mi kalacak mı, belli değil ama o sadece “devam etmeliyiz” diyor. Devon’a bari anlat, adamın kardeşi yani. Üstelik kocası da büyük bir tehlikede. Her şey üzerine geliyor.
Utkan: Evet, biraz klasik Hollywood gerilim klişesi gibi. Yukarıdan vinçle bırakılmış, her şeyi bilen ama asla tam açıklamayan bir karakter. Bu biraz problemli. Elinde çok bilgi olan biri ama paylaşmıyor. Bu da olay örgüsünü gereksiz yere uzatıyor. Yani biraz saçma geliyor bu durumlar.
Meltem: Peki şu Gemma’nın içeride konuştuğu adamı, Dr. Mauer’i daha önce gördük mü?
Utkan: Evet, birkaç bölüm önce girişte görmüştük. Islık çalarak, dişçi zamazingolarını taşıyordu.
Meltem: Ooo, demek ki bu da büyük isimlerden biri.

Meltem: Bu arada bazı sahneler de biraz fazla uzatılmış gibi geliyor.
Utkan: Kesinlikle. Dizinin temposuyla ilgili bazı sıkıntılar var. Her şeyi çok stilize etmeye çalışıyorlar ama bazen bu anlatıyı ağırlaştırıyor.
Meltem: Özellikle bazı bölümlerde bilgi akışı çok yavaş ilerliyor. Gerçekten önemli bir noktaya geliyor gibi hissediyoruz, sonra bir anda odak değişiyor ve yine beklemeye başlıyoruz. Hype yaratılıyor ama sürdürülemiyor sanki.
Utkan: Bu sezondaki en büyük hata bu olabilir. Bazı bölümler çok fazla beklenti yaratıyor ama devamında yeterince doyurucu bir gelişme yaşanmıyor. Sürekli bir şeyleri erteleyerek anlatıyorlar. Mantar panoda yol haritası çıkarılırken kafalar karışmış gibi. Son üç bölümde nasıl toparlayacaklar, merak ediyorum. Çünkü hâlâ Dylan’ın hikâyesi, Bert’ün geçmişi, Cobel’in ne olacağı gibi birçok şey belirsiz.
Meltem: Pek çok şey üçüncü sezona bırakılacak gibi geliyor, özellikle dışarıdaki karakterlere dair.
Utkan: Üçüncü sezon gelecek mi, o da merak konusu. Ama bu ara Apple TV’nin en prestijli işi bu. Yayın platformunun böyle büyük, öne çıkan işe ihtiyacı var sonuçta. Zaten bütçesi de yüksek, çok şık bir prodüksiyona sahip. Ama bence tempo konusundaki bu dengesizlik dizinin en büyük problemi.
Meltem: Bence üçüncü sezon gelecektir. Özellikle ilk birkaç bölüm biraz boşa gitti gibi hissediyorum. Tempo daha iyi ayarlanabilirdi. O yüzden üçüncü sezona bırakılan hikâyeler olursa gerçekten sinir bozucu olabilir. Bir de Succession ile kıyaslanıyor sürekli… Bence Succession bundan çok daha fazla hype yarattı. Öyle olmasına rağmen; baktım Severance’ın IMDb puanı çok çok daha yüksek.
Utkan: Yine, biraz fazla stilize etmeye çalışıyorlar gibi hissediyorum. Bütçenin yüksek olmasının etkisi var tabii. Her sahne müthiş görünüyor ama bazen hikâyenin önüne geçiyor bu yaklaşım.
Meltem: Aynen. Daha önce de konuştuğumuz gibi özellikle ofis ortamının teknolojik ama bir yandan da kasıtlı olarak eski tasarlanmış olması, çok retro bir hissiyat vermesi ilginç bir tercih. O makineler, bilgisayarlar, arabalar bile neredeyse 80’ler distopyası gibi görünüyor.

Utkan: Bir yandan yüksek teknoloji var ama bir yandan da Synecdoche, New York havası veriyor. Zaten Charlie Kaufman kafasında bir şey bu dizi. Hatta Helena’yı canlandıran Britt Lower’ın mart sonunda dünyada gösterime girecek yeni filmi Darkest Miriam’ın da uygulayıcı yapımcısı Kaufman. Fragmanı da o havalarda, ilginç bir iş olacak gibi.
Meltem: Evet, onu ben de merak ediyorum. Charlie Kaufman’ın dâhil olduğu her iş zaten ayrı bir olay. İkisinin de hastasıyız.
Utkan: Son olarak, bu tarz dizi ve filmler bazen aşırı gizem yaratıp seyirciyi yavaş yavaş içine çekerken, bazen de fazla ağırdan alarak ilgiyi kaybettiriyor. Severance şu an o ince çizgide yürüyor gibi. Yine de son üç bölüm fırtınalar kopacak gibi. Baksana yüzde 4 kaldı Cold Harbor’a, bir şey değil!
Meltem: Aynen. Bir noktada artık hikâyeyi ilerletmeleri lazım. Eğer üçüncü sezona çok fazla şeyi bırakırlarsa, seyircinin ilgisini kaybetme riskleri var. Ama dediğin gibi, şu an Apple’ın en büyük dizisi.