Bir bilinç eko-sistemi: Shubhangi Swarup ile “Hasret Koordinatları” romanı üzerine
Röportaj: Ömer Çeşit - Fotoğraf: Sooni Taraporevala
Bazı romanlar yalnızca bir hikâye anlatmaz; bir coğrafyayı, bir zamanı ve insanın varoluşunu katman katman açığa çıkarır. Shubhangi Swarup’un Hasret Koordinatları adlı romanı, tam da böyle bir metin… Büyülü gerçekçilikten eko-kurgunun derin sularına uzanan roman, yalnızca karakterlerin değil, doğanın ve tarihin de birer anlatıcı rolünü üstlendiği, insanın sınırlarını aşan bir anlatı sunuyor.
Shubhangi Swarup ile 2022’de Émile-Guimet Asya Edebiyatı Ödülü’nü kazanan romanını, karakterlerini, edebiyatının köklerini ve doğanın hikâyelerine nasıl sızdığını konuştuk.
“Nerede bittiğimi ve kelimelerin nerede başladığını; kelimelerin hayatımın bir sonucu mu, yoksa gelecek ya da olacak olanın göstergesi veya kehaneti mi olduğunu bilmiyorum.”

Kitabınızın şiirsel bir üslubu var. Masalın gerçekçi bir anlatımla harmanlanması büyülü gerçekçilik akımını akla getiriyor. Aynı zamanda romanınız coğrafi hareketleri ve tarihi olayları eş zamanlı bir anlatımla gözler önüne seriyor. Bu özelliği ile eko-kurgu olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda insan ilişkileri üzerine de bir roman. Peki size göre romanınız hangi türe ait?
Bence türler kitapçılarda kitap raflarını düzenlemek için iyi iş görüyor, aksi takdirde oldukça sınırlayıcı olabiliyorlar! Başlangıçta, kitabın büyülü gerçekçilik olarak kategorize edilmesiyle ilgili büyük çekincelerim vardı. Bu kategorizasyon, kitabın, bir varlık olarak gezegen etrafında dönen gerçek politikasıyla çelişiyordu.
Fransız Émile-Guimet ödülünü kazandığımda, kitabı “doğanın kurgusu” olarak tanımladılar ve bu bana daha yakın geldi. Aslında doğanın üstünde ne varsa onu anlatmaya çalıştım diyebilirim.
Karakterlerinizden biri olan Girija Parasad İngiltere’de eğitim gördü. Onun bakış açısı doğayı daha çok bilim yoluyla anlamak. Girija Parasad’ın eşi Chanda Devi ise doğayı mistisizm yoluyla hisseden bir karakter. Bu iki çift sevgi ve sadakat yoluyla mı anlaşmazlıklarının unutabiliyorlar mı?
Unutabiliyorlar mı bilmiyorum ama sevgi sayesinde saygı duymayı ve sonunda ne kadar zor olsa da birbirlerinin çelişkili görüşlerine açık olmayı öğreniyorlar.
Girija Prasad, benim için bir bilim insanının özünü temsil ediyor; meraklı ve tüm fikirlere açık ve kendi önyargılarının yoluna çıkmasına izin vermiyor. Eşi, aşırı dindar insanların eğiliminde olduğu gibi daha katı bir bakış açısına sahip, ancak eşine duyduğu sevgi onun da uzlaşmacı bir tutum sergilemesine yardımcı oluyor.
Romanınızda olduğu gibi zaman, coğrafya ve insanların büyük bir ruhun parçaları olduğuna inanıyor musunuz?
Kitabın önsözünde de söylediğim gibi, bu kitabın ilham perisi gezegen ve bu kurgu çalışması beni kalbimin en derinlerinde hissettiğim gerçeklere yaklaştırdı. Bu da onlardan biri; kayalar, yıldızlar, kırkayaklar ve hayaletlerle birlikte hepimizin parçası olduğu bir bilinç eko-sistemi.
Girija Prasad, Chanda Devi, Mary, Plato, Thapa, Apo, Ghazala ve Bebo gibi tutkulu karakterleriniz var. Acaba kendinizi en çok hangisine yakın hissediyorsunuz?
Ah! Söylemesi zor ama en derinden hissettiğim Girija Prasad. Bir yazar olarak, tüm karakterlerin en yoğun anlarına tanıklık ettiğimi, hatta onların içinde yaşadığımı hissediyorum ve bir okur belli bölümleri her okuduğunda ve benimle okuduklarını paylaştıkları zaman onlar da sihirli bir şekilde içimde canlanıyor. Hepimizin kelimeler ve duyguların gücüyle birbirimize bağlı olduğuna inanıyorum.
Kitabınızda Andaman tarihi, Karen topluluğu, Burma’daki siyasi isyanlar, sömürgeciler ve afyon ticareti ile ilgili birçok tarihi olay var. Neden bu tarihi olaylar hakkında yazmayı seçtiniz?
Romanımın anlatı dizisi tektonik olarak aktif bir fay hattı biçiminde örülüyor. Bu tarihler belirli coğrafyalardan o kadar organik bir şekilde fışkırıyor ki hikâyenin temel parçaları hâline geliyorlar.
Peki romanınızın ne kadarı sizinle ilgili, ne kadarı sizden bağımsız?
Verdiğim her cevap aslında bir yalan! Nerede bittiğimi ve kelimelerin nerede başladığını; kelimelerin hayatımın bir sonucu mu, yoksa gelecek ya da olacak olanın göstergesi veya kehaneti mi olduğunu bilmiyorum.
Romandaki hayvanlar ve bitkiler de diğer karakterler kadar hikâyelere dâhil edilmiş mi? Sizce insanlık doğanın bir parçası olduğunu ne zaman unuttu?
İnsanlığın doğadaki küçük rolünü ne zaman ve neden unuttuğunu bilmiyorum. Modern roman, içindeki tüm hayvan ve bitki kanıtlarını ortadan kaldırmak için çok çalışıyor ve olay örgüleri de doğanın daha büyük güçlerini ortadan kaldırmak için daha da çok çalışıyor. Okurlara sorduğum soru, bu yoksullaştırılmış hikâye fikrine ne zaman ve neden razı olduğunuzdur.
Sanatçıların Platon’un karakteri gibi bir yere hapsedildiklerinde daha yaratıcı olduklarını düşünüyor musunuz?
Eğer öyleyse, benim gibi tam bir kaos ve kalabalık ortamlarda çalışan romancılar için hiç umut yok demektir! Bir sanatçı olarak, bir yazarın özelliklerine ya da içinde bulunduğu koşullara değil; yazma sürecine odaklanmaya çalışıyorum.
Kitabınız bana Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Siddartha (Hermann Hesse), Masalcı (Maria Vargas Llosa) gibi romanları hatırlatıyor. Size en çok hangi ilham veren kitaplar hangileriydi?
Tüm Marquez ve Necip Mahfuz’un eserleri bana en çok ilham veren kitaplardan. Ayrıca Miyazaki’nin animasyonları da yine ruhumun derinliklerini bir hayli etkilemiştir. Bunun yanı sıra, Anadolu Ateşi’nin bir parçası olarak Türkiye’de geçirdiğim zaman da beni etkiledi. Danslardan ve müzikten akan ritimlerin yanı sıra Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i ve Türkiye dışında da tanınan Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ı keşfettim.