Meselesi konuşmak ve dinlemek: “Şimdi” ekibi anlatıyor
Röportaj: Hande Sönmez - Fotoğraf: Ayşegül Karacan
Şimdi; Öner Erkan’ın yönetmenliğinde Levent Kazak, Erdem Şenocak, Nezaket Erden ve Melikşah Altuntaş’ın ekipçe uyarladığı, seyirci katılımıyla şekillenen ve sezonun en çok ilgi çeken oyunlarından biri oldu. Ne kadarının kurgu ne kadarının gerçek olduğunu anlamaya çalışırken kendimizi hikâyesine kaptırdığımız DasDas yapımı Şimdi ile ilgili merak ettiklerimizi ekibe sorduk.
Şimdi için yapılan yorumlara baktığımda; genelde oyun demekten ziyade “iş”, “interaktif anlatı”, “değişik bir deneyim” gibi pek çok şey söyleniyor. Siz nasıl tanımlarsınız kendi Şimdi’nizi?
Öner Erkan: Bildiğimiz konvansiyonel tiyatro formuna uymayan bir yapısı olduğu için “deneyim” çok da yanlış değil.
Levent Kazak: Evet oyunun adını seyirci koydu. Bir buçuk saat içinde gülüyorlar ağlıyorlar, nefret ediyorlar, sinirleniyorlar, kendilerini suçluyorlar. Tüm bunlar otomatik olarak deneyime dönüşüyor zaten.
Melikşah Altuntaş: Benim de çok ekleyecek bir şeyim çok çünkü aslında ben de oyunu bir “izleyici” olarak deneyimliyorum.
Oyunu duyururken de “merak etmeyin hâlâ izleyiciyim” demiştin…
Levent Kazak: Evet aslında çok doğru bir şey söyledi; biz de oynamıyoruz deneyimliyoruz.
Erdem Şenocak: Seyircinin içinde oturma biçimi ve rejisiyle deneyim tarafı daha çok öne çıksa da tiyatro zaten bir deneyim olmalı diye düşünüyorum. Bu oyunda da ne mutludur ki öyle…
Nezaket Erden: İzleyicinin nasıl tanımladığını bilmiyorum ama bizim için en heyecan verici şeylerden biri de her seferinde oyunun nasıl geçeceği de belirsiz olması. O belirsizlik benim de hoşuma giden bir şey.
Şimdi için seyirciyi derdine ortak ederek derdini anlatmayı amaçlıyor diyebilir miyiz?
Öner Erkan: Oyunun temel meselesi konuşmak ve dinlemek diyebiliriz. Birbirimizi ne kadar anlamaya çalıştığımızla ilgileniyor. Yapısının birbirimizi dinlemek üzerine kurulu oluşu, oyunun kilit noktası. Herkesin kafasında bambaşka şeyler çağrışıyor.
Melikşah Altuntaş: Bir de bir grup terapisi gibi bir hâli de var oyunun. Hepimizin birbirimizin gözüne bakıp konuştuğumuz bir yapısı var. Bence oyunun hikâyesi bir araç ve esas hep birlikte göz göze bakarken başımıza neler geliyor, bunu tartışıyoruz. Biz, hayat akarken ve hakkında story’ler attığımız ağır şeyler olurken birbirimize bakmaya devam ediyoruz.
Levent Kazak: Deneyim kelimesi işte tam da bu noktada devreye giriyor. Herhangi bir oyunu seyircisiz oynayabiliriz ama bu oyunu seyircisiz oynamamıza imkân yok.
Tim Crouch’un The Author oyununu adapte ettiniz. Kimi makalelerde oyun In Your Face akımının içine de dâhil edilmiş. Sizin için nasıl bir yerde duruyor?
Öner Erkan: Bana kalırsa Tim Crouch o dönemde In Your Face’in bardağını taşıran bir damla olarak yazmış bu oyunu. Sadece bizim o tiyatro akımını eleştiren bir yerden almamız değil de başka bir yere çekmemiz gerekiyordu. Oyunun içinde Türk seyircisine uygun bir sürü referanslar var ve biz ekstra olarak da bu oyunu Türk birisi mi yazmış dedirtecek kadar uyarlamak istedik. Levent Abi’nin katkısı da bu anlamda önemliydi.
Levent Kazak: Bu oyun; In Your Face’de denizin bittiği noktada yazılmış. Bu akımla dalga geçip, ona son darbeyi vuran bir oyun ama bizim derdimiz bu olmadığı için biz çalışıp, oyunun derdini değiştirdik. Yapıyı ve matematiği aynı tutup, derdini değiştirdik.
Öner; senin daha önceki adaptasyonda yer almış olmanın yanı sıra bu oyunun seyirciyle buluşma süreci ve ekibin nasıl bir araya geldiğini de öğrenebilir miyiz?
Öner Erkan: Ben daha önceki versiyonda oynamıştım ve o dönemde oyun çok az izleyici ile buluşmuştu. Oyunun çok iyi olduğunu ve kıymetinin bilinmediğini düşünüyordum. Mert Fırat da bu sezon böyle bir şey yapalım dediğinde metni gönderdim. Onlar beğenince ekip arkadaşlarımı buldum.
Levent Kazak: Bence muhteşem bir cast oldu.
İlk yazar karakteri mi bulundu?
Öner Erkan: Evet, ilk Levent Abi dâhil oldu. Sonra Melikşah’ın rolü için kimin olabileceğini düşünürken yaşadığım kutsal bir an var. Menajerlik şirketlerinin sayfalarına bakarken Melikşah’ın fotoğrafını görünce hiç tereddüt etmeden seyirci karakterinin o olması gerektiğini düşündüm. Tüm kadro tamamlandığında dans ettiğim bir an da var, onu da unutamam.
Nezaket sen en son dâhil oldun sanırım?
Nezaket Erden: Evet Önerler daha önce toplanmış ve metin üzerine çalışmaya başlamışlardı. Ben en son dâhil oldum ama hemen adapte oldum. Hepimizin beraber inşa ettiği bir şey olduğu için herkes tüm fikirlere çok açıktı. Kısa zamanda açık kapandı.
Erdem Şenocak: Benim de tiyatroya ara verdiğim bir döneme denk geldi ve Öner’den davet gelince sadece tiyatroya dönmek bile beni çok mutlu edecekken; bu oyunla sahnede olmak çok daha fazla mutlu etti.
Uyarlamayı ekipçe beraber yaptınız. O süreçten biraz bahsetmenizi istesek, buraya ait öğelerden neleri dâhil edeceğinize nasıl karar verdiniz?
Levent Kazak: Bu oyunun uyarlama çalışmaları çok enteresan oldu bence. Biz önce Öner’le çalışmaya başladık. Oyunun içindeki yazarın, yani benim hikâyemi kurduk. Benim hikâyem diğer taraflara da ışık tutuyor çünkü… Ben, benim tarafımdan bir önermeyle geldim. Sonra tüm oyuncular kendi önermeleriyle geldiler ve Şimdi inanılmaz bir yere gitti.
Melikşah Altuntaş: Oyun tekrar tekrar yazıldı. Prömiyere iki hafta kala hâlâ tartıştığımız şeyler oldu. Bir zaman sonra oyunda anlatılan şeyler hakkında bir sohbete dönüşüyordu. İki saat boyunca oyunun teması olan meseleler hakkında konuşuyorduk.
Şimdi’nin prova süreci -özellikle seyirci reaksiyonu olmadan- nasıl gerçekleşti?
Melikşah Altuntaş: İlk provalar Zoom’da başladı ama tabii ki izleyicili provalarda da çok fazla şey duyup, fark ettiğimiz, ona göre savunmalar geliştirdiğimiz şeyler oldu. Şimdi’de oyunun kendi gerçekliğini yüzeyde tutmaya çalıştığımız bir yer var ve o gerçeklik, herkesin kendi gerçekliğiyle de örtüştüğü bir yerde duruyor. Herkes hem kendi hem de kendi olmayan biri gibi konuşuyor. İzleyici de o düşünce sürecinin parçası olunca izleyicilerle birlikte açılıp, metin izleyiciyle genişlemeye devam etti. Prova süreci izleyicisiz olamazdı zaten.
Levent Kazak: Biz provaya önce oyundaki karakterlerimizle başladık, sonra yavaş yavaş kendimizi koymaya başladık. Gerçekten kurguya geçen bir yolculuğumuz olduğu için kendi personamızı ve gerçek karakterlerimizi o gerçek illüzyonunu yaratmak için kullanmış olduk. Oyun; çeşitli düğmeleri olan, istediğin gibi ayarlayabileceğin bir noktaya geldi ama yine de ben kendi adıma hâlâ oyunu çıkarabilmiş değilim.
Seyircinin pasif olmasına izin vermeyen bir oyun Şimdi. Onlarla birlikte yazılan bir tarafı var. Bu anlamda riskli bulduğunuz yönleri var mı? Varsa bertaraf etmeye çalışıyor musunuz?
Erdem Şenocak: Oyunda karakteri türlü nefret suçları işleyen biri olarak sanırım en büyük riski taşıyorum diyebilirim. Aslında başlarken “Ben sizi kışkırtsam ne düşünürdünüz?” deyip seyirciyi bir nevi duyacakları şeylere hazırlıyorum; yani paranteze almış gibi hissediyorum ama tabii ki yine de hâlâ zorlanıyorum.
Melikşah Altuntaş: Ben de risk altında hissediyorum; kendi gerçekliğimizle bir oyunun içerisinde olma hâlinin dışında; kendi hayatımızdan getirdiğimiz şeylerle oyun açılıyor gibi olduğu için bu başlı başına bir risk taşıyor.
Seyircinin katılımı bazı oyunlarda daha zorlayıcı, komik ya da ilginç oluyordur mutlaka. Şimdiye kadarki temsillerde aklınızda kalan bir seyirci katılımı oldu mu?
Melikşah Altuntaş: İzleyicilerin çok keskin reaksiyonlarla eşlik ettiği oyunlar oluyor. Bazen oyunun kışkırtıcı düşüncelerini sahiplenen izleyiciler oluyor mesela…
Nezaket Erden: Son oynadığımız oyunda; şarkı söylediğim sahnede yanımdaki seyirci kulağıma eğilip “Ben bu şarkıyı biliyorum ama bu şarkı benim travmam” dedi. Ne yapacağımı şaşırdım. Çok değişik bir andı.
Melikşah Altuntaş: Çok tetikleyici olabiliyor. Seyircinin gafil avlanabileceği yerler var.
Levent Kazak: Bir oyunda da; Erdem’in seyirciyi kışkırttığı anda iki kişi sinirle kalktı ve dışarı çıktı. Biz rahatsız oldular diye düşünürken öğrendik ki tekrar bilet almışlar çünkü kendilerini daha çok vererek oyunu bir daha izlemek istemişler.
Şimdi’ye seyirci olarak katılsaydınız en zorlanacağınız taraf ne olurdu?
Erdem Şenocak: İnteraktif olduğunu bilsem biraz zorlanabilirdim çünkü interaktif oyun bana “görevini yapmamış bir tiyatro ekibinin yükü seyirciye yüklemesi” gibi hissettirebiliyor. Muhtemelen çekinirdim gelmeye ama Şimdi’de bu söylediğimin aksine bir interaktivite var; bir sürü ihtimal düşünülmüş. Düşünülmemişse bile seyirciye alan bırakılsın diye boşluklar var. Bir de oyunun mimarisi de zorlayabilirdi çünkü çok sosyal biri değilim.
Öner Erkan: Heralde hikâyenin ağırlığı beni en zorlayan taraf olurdu.
Levent Kazak: Oyunun biçimi beni çok ilgilendiriyor o yüzden zorlanabileceğimi düşünsem de gelirdim.
Melikşah Altuntaş: Ben oyun hakkında bilgim olmadan giderdim muhtemelen ve gafil avlanabilirdim.
Nezaket Erden: Ben de başlayana kadar zorlanabilirdim diyebilirim. Sonrasında içeriği zorlayabilirdi.