Sparklehorse: Öte diyardan sesler

Yazı: Utkan Çınar

İnsan yaş aldıkça duygusallaşıyor mu ne? Şefi Mark Linkous’un intiharından 13 yıl sonra bir Sparklehorse albümü yayımlanacağını duyduğumda böğrüme bir şey oturdu. O yıllara gittim. Çok sevdiğim iki müzisyeni çok yakın zaman arayla kaybetmiştik. Aralık 2009’da canım abim Vic Chesnutt yaşamına kendi isteğiyle son vermiş; Nisan 2010’da da yakın arkadaşı Mark Linkous hem 19 yıl aradan sonra biten evliliği hem Chesnutt’ın kaybı hem de bunalımları derken göğsüne sıktığı tek bir kurşunla hayatına son vermişti. Evet biliyorum, fazla karanlık bir girizgah oldu ama bunlar da var hayatta, değil mi? Chesnutt aramızdan ayrıldığında o zamanlar editörü olduğum kargamecmua’da yazdığım yazıyı (af buyrun en sevdiğim yazılardan biriydi) buldum önce. Aynı ay Roll dergisi de kapanmış ona bir saygı duruşu yapmışız. Kısa bir süre sonra konumuz maalesef Linkous olmuş bu sefer.

“Muhteşem bir hayat”

Sparklehorse’un kişisel tarihimdeki bir başka anısı da 2001 yılında üniversitedeyken, orada ne yaptığımı bilmez hâlde dolanırken hayatıma soundtrack olmuş; manidar isimli It’s a Wonderful Life’tı. O zamanın “indirme” mekanizması Audiogalaxy’den, “ikişer, ikişer” birkaç günde şarkıları indirip, CD’yi evde kendim basmış, hatta kapağını da yazıcıdan çıkarıp olabildiğince orijinal albüm hâline yaklaştırmıştım. O albüm belki eleştirmenlerce başyapıtları olarak görülen Good Morning Spider değildi ama ben, hatta şimdi ikisini birden dinlediğimde bile, daha iyi bir albüm gibi hissederim. Bir kere kariyerinde Spoon, The Flaming Lips, Mercury Rev, Mogwai gibi alternatif rock’ın artık ustaları diyebileceğimiz isimlerle çalışmış olan Dave Fridmann ve PJ Harvey’nin ilham perisi John Parish var prodüksiyonda. Distorte gitarlar, lo-fi yaklaşım, vokalin geçtiği filtreler, çok ilginç seviyelerde dolanan davullar derken ben tamamımdır. PJ Harvey, The Cardigans’tan bildiğimiz ve Linkous’la solo albüm de yayınlamış olan Nina Persson vokaller yapmış, Joan as a Policewoman olarak bildiğimiz Joan Wasser keman, Portishead’den bildiğimiz Adrian Utley basyla eşlik etmiştir ona. Hatta Tom Waits’in külliyatında önemli bir yerde durması gereken “Dog Door“, albümün orta yerinde rap müzikle uğraşan arkadaşlara “bende bir sample madeni” var diyerek durur. “Eyepennies” vardır, ruhunuza bir tokat gibi. Şimdiden bakınca, Blur’ün en sevdiğim albümü olan 13 de kanımca Sparklehorse’dan etkilenmiştir. Ama It’s a Wonderful Life, Blur’ün belki de popülerliği yüzünden giremediği sulara girmiş, onun ödünsüz hâli gibidir biraz da.

Hatta bunlar yetmezse; 2004’te artık aramızda olmayan bir başka canımız Daniel Johnston cover’larından oluşan The Late Great Daniel Johnston: Discovered Covered isimli albümün küratörlüğünü üstlenir Linkous. Beck, Eels, TV on the Radio, yine Tom Waits, Mercury Rev gibi isimlerin dâhil olduğu kadrosuyla harika bir iş. Bu albümde Linkous da The Flaming Lips ile beraber “Go”yu yorumlar. Yalan değil hayatımda dinlediğim en harika coverlardan biri. (Daha yeni yeni adını duyururken Radiohead’in alt grubu olma şerefine de nail olan Linkous, Thom Yorke’la da müthiş bir Pink Floyd cover’ı “Wish You Were Here”i de kotarır.)

Yeni kayıtlar…

Bird Machine’i ilk duyduğumda çok sevindim. Daha önce Linkous’un albümlerinde de çalmış olan kardeşi Matt ve onun eşi Melissa bu son kayıtları bulduktan sonra yayımlayıp yayımlamama konusunda uzunca düşünmüşler. Onun fikirlerine, hatta belki mahremiyetine müdahale etme endişesi yaşamışlar. Ama sonunda neyse ki bu şarkılar tozlu raflardan çıkıp önümüze gelme şansını bulabildi. Bazıları Linkous hayattayken Steve Albini’nin stüdyosunda kaydedilmiş. Yine Linkous’un yakın arkadaşı Jason Lytle, ki kendisini Grandaddy olarak da biliriz ve çok severiz, ve Linkous’un yeğeni Spencer vokallere katkı yapmış. Şunu söylemek lazım; prodüksiyon büyük ihtimalle Linkous’un kafasındaki gibi olmamış. Daha önceki albümlere göre çok basitçe, hafiften demo ruhları korunarak son hâllerine getirilmiş şarkılar. Bu da ailenin onun işine çekingen müdahalesinin bir sonucu olmalı, çok da eleştirebilecek bir durum değil. Bazı şarkıların sadeliği Daniel Johnston’ı, hatta The Beatles’ı hatırlatıyor. “Evening Star Supercharger”, “Chaos of the Universe gibi şarkılar Linkous külliyatının en “pop” bestelerinden. Robyn Hitchcock cover’ı “Listening to the Higsons” ise tam bir indie rock klasiği gibi. Vokali daha temiz, tüm albüm Sparklehorse’dan alışık olmadığımız kadar “temiz”. Sonuçta bu albüm çok uzun zamandır görmediğiniz, sevdiğiniz bir arkadaşınızdan veya hatıralarınızda örümcek ağlarıyla çevrilmiş eski bir aşkınızdan yıllar sonra duyduğunuz biraz farklı ama güzel bir söz gibi. Aslında benim bu kadar konuşmama bile gerek yok. Yeni şarkıların YouTube videolarındaki yorumlara baktığınızda çoğu seveninin benzer ruh hâllerine girdiğini görebilirsiniz. 

Bird Machine, eğer Linkous böyle erkenden aramızdan ayrılmasaydı 2010’larda daha çok güzel işler yapabileceğinin kanıtı. Albüme kendi dokunuşunu yapamamış olması, dinlerken ister istemez insanın ağzında buruk bir tat bırakıyor. Belki de öyle aramızdan ayrılma potansiyeline sahip olabildiği için o güzel şarkılar çıkıyordu bünyesinden. Huzur içinde devam edebilirsin Mark, sen de Vic. Sen de Roll, hatta sen de kargamecmua.