Biricik bir temsil: Sydney Freeland ve Echo

Röportaj: Meltem Demiraran

Star Trek: Strange New Worlds, Reservation Dogs, Rutherford Falls, Impulse, Fear the Walking Dead gibi pek çok işteki yönetmenlik tecrübelerinden hatırlayacağımız Sydney Freeland ile ilk bölümünü yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği mini dizi Echo üzerine sohbet ettik. Choctaw kültürüne dair otantik yaklaşımı ile sağır bir Yerli kızın süper kahramana dönüşümünü konu edinen Marvel evreninin yeni gözdesi Echo, Disney+’ta.  

*Bu röportaj, henüz Echo dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Özellikle lise yıllarında çizgi roman dünyasına derinlemesine dalan Sydney Freeland, Maia Lopez karakterinin Marvel evrenine girişi kendisinin lise yıllarından sonra gerçekleştiği için gözünden kaçırdığı Echo ile projeye dâhil olunca tanışmış. Proje sırasında ev ödevi hâline gelen çizgi roman okumaları ve Echo’nun hikâyesini takip etmek eğlenceli, bir o kadar da tatmin edici bir deneyim olmuş Freeland için. Ödevlerinin ardından aklına ilk takılan soru, sağır bir Yerli kızının nasıl Kingpin’in ordusunda öncü bir askere dönüştüğüymüş. 

“Malum, diğerlerinin yarısı kadar iyi- ya da bu durumda diğerlerinin yarısı kadar kötü olmak için iki katı emek vermesi gerekiyordu. Bu benim için en ilginç şeylerden biriydi ve bu konuya eğildim.” 

Daredevil’ın 3. sezonunu Kingpin karakteri için bir referans noktası olarak ele alırken, karakterin süper gücünün zekâsı ve psikolojik manipülasyon yetenekleri olduğunu vurguluyor. Bu noktadan yola çıkarak, Echo’nun hikâyesini kurarken karakterin derinlerinliklerine inmek ve bu zekâ oyunlarını Marvel evreninde nasıl işleyeceğini keşfetmek de projeye dair heyecanını epey artırmış.

Temsiliyet meselesine dair 

“Çizgi romanda Maia Lopez, Blackfeet kabilesinden. İlk olarak Daredevil çizgi romanlarında, etkileyici bir biçimde, harika suluboya çizimleri ile karşımıza çıkıyor Maia. Çizimlerde el işaretleri ve Amerikan Yerlisi mesajını verecek görseller var. Ancak o kadar. Blackfeet olması pek de büyük bir mesele değil, hikâyede büyük bir yer kaplamıyor. Görseller güzel, Yerli hissini veriyor herhangi biri baktığında. Ancak ben baktığımda biraz baştan savma ve California tarzı hippi görsellerini andıran bir şey görüyorum. İşe dâhil olduğumda karakterin Choctaw olacağına çoktan karar verilmişti ve direkt olarak bu meseleye özen göstermeye karar verdik. Choctaw yazarları, danışmanları, dil uzmanlarını ve birçok Choctaw oyuncuyu işe dahil ettik. Çünkü gerçekten hikâyenin arka planını incelikli ve biricik hale getirmek istedik.”

“Temsiliyet benim için fazlasıyla önemli, Marvel için de öyle. O nedenle ilk yaptığımız şey Oklahomalı Choctaw kabilesi ile iletişime geçmek oldu. Şöyle söyleyeyim; ben de Yerliyim ancak ben bir Navajo’yum. Navajo kültürü ve Navajo dili, Choctaw kültürü ve Choctaw dilinden müthiş derecede farklı. Portekizce ve Lehçe kadar birbirinden farklı diller. Ben de Amerikan Yerlisiyim fakat Choctaw değilim. Bu nedenle de yaptığımız ilk şey oraya gidip Choctaw kabilesinin şefi ile iletişime geçmek, bu dilin ve kültürün uzmanları ile iletişime geçmek oldu. Öncelikle bu proje için kendilerinden izin istedik, ikinci olarak da daha otantik bir hikâye anlatabilmek için dile, kültüre ve geleneklere dair bilgilerine başvurmak istediğimizi söyledik. Choctaw kabilesi bu konuda inanılmaz yardımsever davrandı, ne yapmak istediğimizi anladılar. Echo’nun bir kötü olduğunu ve hikâyenin aşina olduğumuzdan çok daha karanlık olacağını söyledik. Bu konunun en iyi örneklerinden biri dizinin ikinci bölümü diye düşünüyorum. Soyun, Avrupa ile temas öncesi Amerika’da yaşamış bir temsilcisini görüyoruz bu bölümde.”

Dizi ilerledikçe gördüğümüz net bir ton değişimi var. Disney+’ta yayımlanan ve TV-MA derecelendirmesine sahip ilk Marvel projesi bu. Bu değişim nasıl gerçekleşti? TV-MA derecelendirmesi, aksi takdirde zorlayıcı olabilecek hangi tematik unsurların keşfedilmesine olanak sağladı? Sydney Freeland anlatıyor:

“Evet, bu ilgi çekici bir şey bence de. TV-MA derecelendirmesine sahip bir dizi yapalım diye çıkmadık aslında yola, hikâyenin kendisi, karakter ve karakterin motivasyonları bizi bu yöne itti. Maia Lopez karakteri biraz daha ayakları yere basan, sokak tarzı bir yaklaşım istiyordu ki bence bu dizinin harika yanlarından biri. Çünkü evrenin kaderi ile ilgilenmiyoruz, sonuçlarımız kozmik değil. İnsanla, insani bir düzlemde ilgileniyoruz. Ayrıca bu karakterlerimizin kemiklerinin kırılabildiği, kanayabildiği, ölebildikleri ve öldürülebildikleri anlamına geliyor. Meseleyi nereye itmek istediğimize dair epey düşündük. Bir karakterin masanın kenarına fırlatılması üzerine aramızda geçen bir konuşmada yaralandığını ve dişlerinin döküldüğünü hayal ediyorduk mesela. Sonra dedik ki bütün üst dişlerini dökülmüş hâlde gösterirsek bu istediğimiz etkiyi bırakmayacak, o zaman birkaç dişi geri ekleyelim. Şiddetin işin içine dâhil olduğu bu tarz sahnelerin üzerine düşünmek çok eğlenceliydi. Ancak her biri hikâyeye hizmet ediyor tabii.”

En büyük zorluk, aynı zamanda en keyifli anların da kaynağı olmuş Freeland’a göre. Sağır bir karakteri ekrana taşımak ve onu canlandırmak konusundaki büyük sorunların üstesinden gelmek için ekibiyle yoğun bir çaba harcamış. Ekip, iki karakterin birbirine hiçbir şey söylemediği; yalnızca işaret diliyle iletişim kurduğu uzun sahnelerin mümkün olup olmayacağı üzerine kafa patlatmış epey.

İşaret dili öğrenme sürecinde Sydney Freeland lginç bir detay yakalamış. O da şu: Konuşurken kullanılan kelimeler metni; söyleyiş biçimi ve tonlamalar ise alt metni oluşturuyor. Ancak işaret dilinde durum daha farklı. İşaretler metni temsil ederken, duyguları aktarmak için surat ifadelerine ihtiyaç duyuluyor. Bu keşif, dizinin görsel anlatımının temelini oluşturmuş. Yakın planlar, bu özel iletişim formunu vurgulamak ve izleyiciye karakterin dünyasına daha derinlemesine bir bakış sunmak için kritik bir rol oynuyor. Sydney, final bölümünde, tek bir kelimenin bile söylenmediği ve sağır karakterlerin duygusal bir sahnede bir araya geldiği ânı, favori sahnelerinden biri olarak nitelendiriyor. Öyle ki her izlediğinde gözleri doluyormuş.

Freeland’ın “Maia’yı üç kelimeyle özetleyecek olsan ne derdin? sorusuna cevabı ise net: “O işi iki kelimeyle halledebilirim. Bad-ass.”

Alaqua Cox, Alaqua Cox, Alaqua Cox…

“Alaqua Cox, Alaqua Cox, Alaqua Cox… Övmelere doyamıyorum bu kadını. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum. Birkaç dizi yönetme fırsatım oldu ancak bu projeye dâhil olduğumda kendimi hazırlıksız ve deneyimsiz hissediyordum. Alaqua’nın nasıl hissettiğini ise tahmin bile edemiyorum. Bütün deneyimi Hawkeye setinde geçirdiği birkaç günden ibaret. O birkaç günün peşine 90 günde çekilen bir Marvel dizisinde başrol oynadığınızı düşünün. Ancak Alaqua karşısına çıkan her güçlüğü, zorluğu yendi; her şeye kafa tuttu ve belki de başka kimsenin yapamayacağı bir biçimde bu karaktere hayat verdi. Bu nedenle insanlar Alaqua Cox a.k.a Maia Lopez a.k.a Echo ile gerçek anlamda tanışacağı için müthiş heyecanlıyım.”

Vincent D’Onofrio cömertliği

İnsanların Vincent D’Onofrio’yu Kingpin ile özdeşleştirmiş olduğundan bahsediyor Freeland. D’Onofrio deneyim spektrumunun bir ucunda, Cox ise diğer ucunda yer alıyor. Alaqua, yalnızca birkaç günlük set deneyimine sahip; D’Onofrio ise bir metot oyuncusu olarak Stanley Kubrick gibi büyük isimlerle çalışmış ve pek çok projede yer almış. Ancak ikilinin mükemmel bir uyum yakaladığı aşikâr. Bir yemek sahnesini çekerken, D’Onofrio tabaktaki yemeği hareket ettirmenin her seferinde yemesine gerek kalmamasını sağlayacağını paylaşınca Cox’a âdeta bir aydınlanma ânı yaşatmış. Sydney Freeland da sette en keyif aldığı zamanların D’Onofrio ve Cox’un karşılıklı oynadığı sahneleri çektikleri anlar olduğunu ve D’Onofrio’nun cömertliğinden çok etkilendiğini dile getiriyor.

Sydney Freeland’a bir süper kahraman olsaydı güçlerinin neler olucağını ve hangi Marvel karakteri ile işbirliği yapacağını sorarak noktalıyoruz sohbeti:

“Bir gün için 25. saati yaratmayı isterdim. Hmm, şöyle havalı bir tane düşüneyim… Spider-Man havalı ya. Öyle uçmak veya görünmezlik tarzı bir şey istemem. Ağ atıcıları icat etmem gerekecek olsa da duvarlarda yürüyebilmeyi isterim, eğlenceli olurdu.”