Teftiş: Pixies İstanbul konseri ve ''Acaba bu iş olur mu?''

J. Hakan Dedeoğlu’dan Pixies’in ilk konseri üzerine epey detaylı ve bir o kadarda duygusal bir yazı.

Yazı: J.Hakan Dedeoğlu – Foto: Aylin Güngör

Pixies, İstanbul konserini duyduğumdan beri eski bir arkadaşımı yeni aşığımla tanıştırma gibi bir stres içerisindeyim… şöyle ki, eski arkadaşımla eskisi kadar sık görüşmüyoruz… küs olduğumuzdan değil ama zaman girdi araya diyelim… bi de işte komik elemandır eski arkadaşım, muhabbeti de tatlıdır ama tuhaftır biraz. Esprilerini aşkım anlar mı? Muhabbetini sever mi, sevmez mi? Utanır mıyım ondan? Gibi gibi… Pixies ve İstanbul ile ilgili durum biraz böyleydi, duyduğumdan beri. Sanki grubu bir ben tanıyorum, tüm mesuliyet ben de, mekana gelecek olan herkes benim yüzümden orada ve konserin ortasında herkes bana dönüp “bu pek olmamış Hakan” diyecekler gibi hissediyorum, devrik bakışlarla…

Çıktık evden… “Primavera’da 3 parça zor dayandık, benden söylemesi”… Cem’in sesi kulaklarımda… Aylin de az biraz sever ama benim hatrıma metrobüste biraz da. Cem haklı mıdır acaba? Black Box… Maslak… Moda’dan… İstanbul’un yeni konser mabedine. 19:10’da evden çıktık, 20:10’da ordayız… Çek. Biletimizi aldık, kapıda bir iki arkadaşa selam verdik… Çek. Mekana giriş ve ilk izlenim; insan anlamadığı bir sebepten gururlanıyor, “olmuş burası” kıvamında gülümsemeler… Çek. Hah, bar da var… Hem de bir, iki, üç, dört, bee… Çek! Sıra yok, bira var, güler yüzlü servis, ortalıkta sırıtkan eski dostlar, sırt sıvazlamalar, bebeğinin fotoğrafını gösteren yeni anneler, setlist tahminleri var… kocaman bir ÇEK! Galiba olacak bu iş diyorum. Hem kalabalık da… Ama işte sorumluluk duygusu. Acaba gelenlerin ne kadarı grubu bildiği, sevdiği için geldi? Tek parça mı biliyorlar? Binalar yıkılarken çalan parçayı dinlemek için mi geldiler buraya sadece… Zira konu oysa az sonra büyük hüsran kapıda… Bu adamlar pişman eder sizi.

Gong sesi ve herkes yerlerine. Aylin neden tribünden bilet aldığımızı soruyor. Haklı. Çünkü bu bir Eros Ramozotti konseri değil. Bir Pixies konserine geldin Hakan, allah aşkına aklın nerde olm… Oturmalı alandan bilet alınır mı? Arkadaşlarının hepsi saha içinde… Bir bir görüyorum; Deniz, Can, Taylan, Tevfik… Mutlu mesut geziniyorlar, biz ise emekli çift. Ama bulunduğumuz yerden mekanın enfes göründüğünü araya sıkıştırmam lazım. “Mekan gazabı”na uğramış tüm eski konserlerin burada tekrarlanması lazım! Birinin de Eddie’ye artık kimsenin kapı girişinde sıkışmadan, duyu yetisini yitirmeden konser izleyebileceği bir mekanımız olduğunu söylemeli! Ekibi toplayıp gelsin hemen… Arcade Fire da buraya ne yakışırdı ama… Arkamızdaki adam “yeni albümdeki parçalar ortalama 4 dakika, o arada gider bira alırız” diye muhtemelen peşinden sürüklediği arkadaşlarını sakinleştirirken ışıklar kısılıyor, ıslıklar, alkışlar kopuyor ve işte beklenen dörtlü sahnede… Wave of Mutilation ile Pixies’in İstanbul siftahı gerçekleşiyor. Frank, Joey, David ve Kim’in yerini ziyadesiyle dolduran Paz… Hoş geldiniz canlar.

Hoş geldiniz ile birlikte kafada kendime yüklediğim sorumluluk, hesaplar ve sorgulamalar başlıyor. Acaba maya tutacak mı? Her grubun bu ülkede iş yapamadığını, yapar dediğimiz birçok grubun fena halde çuvalladığına hep birlikte kafamızı başka yana çevirerek şahit olduk. -Örnek isteyenlere Smashing Pumpkins’i veririm hemen.- Şöyleki Pixies sahnede sevecen bir grup değil. Tek kelime etmezler. Sizden parçalara eşlik etmenizi beklemezler. Sahne şovları yapmazlar. Takır takır çalarlar. Kim ne demiş, ne istemiş kıçlarına takmazlar. Sonra da basıp giderler. Ayrıca hit sayılabilecek birkaç parça dışında çok da kulak dostu parçalar çalmıyorlar konserlerde. Ki girerken gözüme kestirdiğim birkaç tip var… Akılları çıkacak az sonra. Neyse ki giriş, çıkış kolay. İkinci parça… U-Mass… Sahi bizim ne işimiz var tribünde?

Beşinci parça, Hey de artık saha içinde, ait olduğumuz yerdeyiz… Ve Frank’in “hey”leri Black Box’un duvarlarına çarpıyor… Aslında bir kulüpte olmayı tercih ederdim. Sahneye çıkıp müziği durdurup, gerçekten konsere devam etmek isteyenlerle birlikte, grubu da alıp Babylon’a gitmek isterdim. Çünkü bu müzik aslında küçük kulüplerin müziği. Üç amfi, bir davul, bir vokal ve 400 kişi olsak ne de güzel olurdu değil mi Frank? R.E.M. konserinde de aynı hisse kapılmıştım. 6.000 bin kişi bir arada dinlenecek bir müzik değil bu… Değil mi Micheal? Ama buradayız… Çünkü müziğiniz, parçaları yazdığınız o küçük stüdyoyu aşalı çok oldu. Crackity Jones üstüne Mr.Grieves… Bazıları için konserin bitişi bazıları için başlangıcı. Gümbür gümbür çalıyorlar, acımaları yok, sekme yok, taviz yok, sahneden bir selam yok, ama gerek de yok… Tartışmalı yeni albümlerinden parçalar da en az eskileri kadar iyi gidiyor… “Yeni parçalarda gider bira alırız” diyen adamın kulağını çekesim geliyor.

Çaldıkları 27. parça artık grupla biz bize kaldığımızı da andır aynı zamanda. 27 parçalık bir filtreden geçtik ve geriye bizler kaldık. Biz de az değiliz bu arada. Evet gidenlerimiz, ayrılanlarımız oldu ama tüm endişelerimi artık gömebilirim. Çünkü 27. parça Gouge Away çalıyor, birisi ilerde crowd surf yapıyor, etrafımdaki herkes eşlik ediyor, barda biralar bitmiş, hemen yanımda iki tip birbirine sarılıyor… Tak! Parça bitti… Pat! Debaser! Müzik tarihinin bugüne kadar yazılmış en gaz parçalarından biri, tartışmasız. Tevfik, Taylan, Emre önümde tepişiyor, Alaz’la bardaklarımızı tokuşturuyoruz, Aylin mutlu, Şehnaz mutlu ve görünen o ki Pixies de mutlu. Bence önden çalışsaydık Debaser’da çok büyük bir mutluluk halayı çekebilirdik. Ama iyi iş çıkarttık. Hep birlikte. Grup da, biz de. Bunu da kutlamamız gerekirdi hep beraber. Islıklar, alkışlar, ışıklar, akustik gitar ve tabii ki Where Is My Mind… Sebebi Fight Club veya değil… nerden duyduğunuz, öğrendiğiniz umrumda değil, parçayı hep bir ağızdan söyleyen herkese teşekkürler. Fena söylemedik di mi Frank? Beğendiğine eminim yoksa Vamos’tan sonra artık şişen ve ağrıyan parmaklarına rağmen bizim için bir parça daha çalmazdın. Hem de Planet of Sound… Konser de keyfi yerinde olduğu belli olan bir diğer şahsiyet de gitarist Joey Santiago’ydu… Şapkayla gitar çalınabildiğini bilmiyorduk, öğrenmiş olduk. Lise düzeyindeki bu anlamsız gösteri için kendisine teşekkür ediyoruz. Kıro musun oğlum?

Vesselam, oldu bu iş… Tam olarak ne bekliyordum bilmiyorum. Grubun anlaşılmayacağını, bir sürü arkadaşıma sonrasında dil döküp, açıklama yapmak zorunda kalacağımı, anlamsız bir 90’lar nostaljisine kurban gideceğimi falan sanıyordum. Ama hayır. Pixies zaten 90’lara tıkılıp kalmamış. Sizin de tıkılıp kalmanıza izin vermiyorlar. Bunun için de sahne şovlarına, dil dökmelere ihtiyaç duymuyorlar. Neyse o. Gitar, bas, davul ve punk rock…

PS: Konser bitti diye ışıkları kökleyen, parça başladığında da kısmayan, hem grubu hem bizi eve göndermeye çalışan ışıkçı arkadaş… O son hareket pek olmadı.