Tekil bir direnişin anatomisi: April

Yazı: Burcu Teker

Prömiyerini yaptığı 81. Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kucaklayan Gürcistan asıllı sinemacı Déa Kulumbegashvili’nin ikinci uzun metrajı April, bu yılın en meydan okuyan yönetmenlik beyanlarından. 35. Ankara Film Festivali kapsamında izlediğimiz yeni işinde Kulumbegashvili -çıkış filminde de kullandığı- imzası olmaya aday mesafeli film dilini korurken, acımasızlık ve dehşetin sakin tasviri, bir dakika sonrasının kestirilemediği tedirginlik atmosferinde izleyiciyi ilk andan itibaren anlatıya kontrast gerçeküstü bir çelişki vesilesi ile yakalıyor ve asla bırakmıyor. Ia Sukhitashvili ve Kakha Kintsurashvili, Kulumbegashvili filmografisinde ikinci kez birlikte kamera karşısına geçiyor; eşlikçileri ise Merab Ninidze.


Zaman dilimi ve mekân 

Bahar mevsiminin canlı renklerinin patriyarka beyazı ile ton açarak tüm coşkusunu yitirdiği günümüz Gürcistan’ındayız. Türlü pozitif anlamlar yüklenen beyaz, bu kez kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olamama vaziyetlerini refere eden cinsten.

Konu nedir?

Tüm baskı ve “sözde yasal, pratikte yasak” uygulamaları ile asırlardır ikiyüzlülük dersi veren ataerkinin sonunun geldiği, kanunların herkese eşit işlediği özgürlükçü bir dünyayı görebilecek miyiz pek emin değilim. Yönetmenin, bu buz gibi hakikat ile gerçeküstücülüğü iç içe geçirdiği projesinde direnişi iliklerimizde hissediyoruz.

Gürcistan’ın doğusundaki bir kliniğin önde gelen jinekoloğu Nina’ya, görev aldığı vajinal bir doğum esnasında bebeğin nefessiz kalarak yaşamını yitirmesi sebebiyle soruşturma açılıyor. Bebeğin babası, doğumu gerçekleştirenin Nina olmasına öfkeli; onun civar köylerde yeteneklerini ve görece sosyal ayrıcalığını kullanarak gizlice kadınların hamileliklerini sonlandırma operasyonlarını gerçekleştirdiğini biliyor. “Sen bir katilsin!” diye kükrüyor suratına. Tüm riski omuzlayıp baskılara inatla göğüs geren, genç kızlara hamile kalmalarını engellemek için el altından doğum kontrol hapları vererek sisteme karşı mücadele eden, kadınları ne zaman anne olmak istediklerine dair bir seçimle donatarak bir nevi “güç verici” sıfatı yüklenen Nina ise işini doğru yaptığından emin; bebeğini kaybeden annenin sessiz geri çekilişinde keder kadar bitkin bir rahatlama da hissettiğini çok iyi biliyor. Zira annelik bu kırsal bölgede kadınlara atanmış bir görev; doğurmakla yükümlüler ve bu zoraki dayatma gerekçesiyle pek çok bebek, taşıyıcıları tarafından esasen istenmiyor. Dik başlı, mesafeli baş karakter ilk kez endişe duygusunu tatsa da “İşim dışında, …” diyor başhekime, ”…kaybedecek hiçbir şeyim yok.”

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Dasatskisi / Beginning’in gösterime girdiği yıl dört büyük ödüle uzanarak tüm dikkatlerin odağı olduğu San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde jüri başkanı olan; Call Me by Your Name, Challengers, Queer gibi işlerin ardındaki İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, Kulumbegashvili’nin ilk filmine hayran kalarak ikinci filmine yapımcı olarak adını yazdırmış. 

Adı çağdaş sinemanın öne çıkan isimleri arasında sık sık anılmaya başlanan genç yönetmen, Dasatskisi / Beginning’in de sinematografisinin emanet edildiği görüntü yönetmeni Arseni Khachaturan ile çalışmış April’da da. “Bir nevi birlikte büyüdük.” sözleri ile ifade ediyor dostane ortaklıklarını.

İç savaş sırasında Kafkas Dağları’nın eteklerindeki elektriksiz bir köyde büyüyen, bölgeye aşina Kulumbegashvili’nin yapımının künyesinde Gürcü oyuncular kadar yerel halktan isimler de var.

2021’de filmi üzerinde çalışmaya başladıktan sonra aylarını bir doğum kliniğinde geçirerek gerçek anne adaylarının güvenini kazanmış yönetmen. Kurguda yer alan bebek ölümünün sebebinin neler olabileceği ve soruşturma sürecinin nasıl işlediğini sağlam bir zemine oturtmak açısından kapsamlı bir araştırmaya soyunmuş, doktorlarla ve kendi başlarından geçen trajik öyküleri paylaşmaya gelen kadınlarla çalışmış. Nihayetinde doğumhanede kimsenin yoluna çıkmamanın yolunu bulup, oyuncularını tıp uzmanlarının arasına yerleştirerek çekimleri gerçekleştirmiş.

Yapımda tasvir edilen sağır ve dilsiz kızın ölümü tam anlamıyla olmasa da kısmen bu şekilde yaşandığında Kulumbegashvili de hastanedeymiş. Duygusal olarak ne kadar hırpalayıcı bir süreç olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

İlk intiba? 

Cüretkâr, tavizsiz. Kulumbegashvili, kendinden emin bir vizyoner olduğunun altını çiziyor.

Ia Sukhitashvili’nin hayat verdiği ana karakterimiz; sinirleri çelik gibi, pragmatist bir doktor. Elini taşın altına koymakta bir an olsun tereddüt etmiyor. Aynı zamanda eski partneri de olan diğer jinekolog David (Kakha Kintsurashvili) “Kürtaj hayatını kaydıracak!” sitemi ettiğinde “Bunu birilerinin yapması gerekiyor, onları nasıl görmezden gelirim?” diyor. Çocukken oyun oynadıkları esnada çamura saplanan kız kardeşini cesaret edemediği için kurtarmak yerine oturup ağlayan küçük kız, artık genç kadınları saplandıkları kader batağından kurtarmak konusunda usta.

Açılış sahnesinde bizi simsiyah bir gölde çırılçıplak, etleri ve derisi deforme olmuş yaşlı bir kadın görünümündeki yaratık karşılıyor. Kompozisyonu besleyen derin nefesler alıyor bu yaratık. Gözleri, kulakları ya da ağzı yok; ancak Nina’nın duyguları adına konuşuyor bana sorarsanız. Kendisini bu dünyada nasıl gördüğünün, insan ilişkilerinden uzak bir “öteki” olarak etiketlenmesinin bir simgesi gibi. Ve tüm bu sorumluluk ve yük yumağının altında ezilmiş yaşlı ve ağır hissedişinin; yapayalnız, korkunç bir canavar gibi…

Nina’nın gerçekte kim olduğu, böylesine “ulaşılmaz” bir karakterin bir gece yol kenarında rastgele karşılaştığı biri ile hangi motivasyonla ilişkiye girdiği gibi soruları açık uçlu bırakıyor yönetmen. Bu noktada bize “onun ayakkabılarını” öyle bir giydiriyor ki ne-neden-nasıl tam olarak anlam veremesek de biz de bocalıyoruz Nina’yla. Aynı bunalmışlığı paylaşıyoruz, bozuk köy yollarında arabanın camından manzaraya onun bıkkınlığı ile bakıyoruz. Kameranın birinci ve üçüncü şahıs arasında gidip gelen bakış açısı, tüm bu duygudurum geçişlerini daha da körüklüyor.

En çok neyi sevdin? 

Bir an bile düşünmeden: Sinematografi!

Filmin sinematografisi yaşanan bunalımın ağırlığını daha da pekiştiriyor. Gürcistan’ın hayat dolu pastoral manzaraları, Nina’nın mücadele ettiği duygusal çöküş ile muazzam bir tezatlıkta. Bu, gözlere bayram ettiren türden bir tezatlık. Pembe tomurcuklu bahar dallarına dokunduğunda ağacın taze, gri sürgünlerinin hissi parmak uçlarımıza geliyor, kara bulutlar nihayet boşaldığında burun deliklerimize toprak kokusu doldurarak bizi de arınmış hissettiriyor. Sonraları anlıyoruz ki bu dramatik, uzun ve ağır mekân çekimleri aynı anda birden fazla anlam barındırıyor özünde. Tıpkı finaldeki göğün delindiği doğa olayının, arınıp nefes almamızdan ziyade kopacak fırtınaya bir gönderme olması gibi.

Müzik kullanımı minimumda. Neredeyse yok gibi bir şey. İşittiklerimiz sekanslara göre şekilleniyor: Bolca nefes, hastanenin boş koridorlarındaki yankı, kimi zaman duvardaki saat, kimi zaman köpeklerin havlaması, gelincik tarlalarında kuş cıvıltıları… Müzikle yönlendirmekten ziyade, duymak istediğini seçmesi için izleyicisini yüreklendirmeyi tercih ediyor yönetmen.

En az neyi sevdin?

“En az sevmek” bu noktada pek doğru bir tabir olmasa da genç kızın yalnızca karın ve göğüs kısmının yandan göründüğü sabit bir kadrajda, hemen öncesinde kalem-defterlerin toplandığı derme çatma yemek masasının üzerinde gerçekleşen kürtajını izlemenin hırpalayıcı bir deneyim olduğu bir gerçek. Tırnaklarımı onunla birlikte avuçlarıma bastırdığımı anımsıyorum.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Çok gerekmedikçe açıklama yapmaktan kaçınan bir karakter çalışması yürütüyor April. Her şey göründüğü gibi ve hiç bir şey göründüğü gibi değil aynı zamanda.

Bunu seven şunları da sever

Luca Guadagnino’nun “keşfedilmeyi bekleyen bir cevher” olarak tanımladığı, Kulumbegashvili’nin adını dünyaya duyurduğu çıkış filmi Dasatskisi / Beginning ürkütücü derecede sabırlı ve durağan kamera işçiliği bakımından yönetmenin imzası olan stilin ilk örneğiydi. Doku ve üslup bakımından Avusturyalı auteur Michael Haneke filmleri referans gösterilebilir; bilhassa sert ve mesafeli duruşun içe işlediği Amour. Farklı coğrafya ve zamanlardaki kadın direnişini itici güç eğleme noktasında Romanya Yeni Dalgası’nın medarı iftiharı 4 luni, 3 saptamâni si 2 zile / 4 Months, 3 Weeks and 2 Days ve Çad asıllı veteran yönetmen Mahamat-Saleh Haroun’un Lingui, the Sacred Bonds’u örnek gösterilebilir.