“The Falcon and the Winter Soldier” değerlendirmesi (2021, Disney+) #formdayız

Tür: Dram, bilim kurgu, aksiyon, macera
Yaratıcı: Malcolm Spellman
Yönetmen:
Kari Skogland
Oyuncular: Anthony Mackie, Sebastian Stan, Daniel Brühl, Emily VanCamp ve Wyatt Russell
Formu dolduran: Banu Üsküdarlı

Bu yazı, The Falcon and the Winter Soldier’ı henüz izlememişler için kimi sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân 

Avengers: Endgame’inn 6 ay sonrasındayız, günümüz diyebiliriz. Dizi tamamıyla dünyada geçiyor; karakterler Washington DC, Louisiana, Baltimore gibi ABD şehirlerini veya Güney Pasifik’te konumlanmış hayalî bir ada olan Madripoor gibi lokasyonları ziyaret ediyor. Flag-Smasher’ların merkezi olan Almanya’yı ve çeşitli şehirlerini de oldukça sık görüyoruz dizide.

Ne hakkında?

The Falcon and the Winter Soldier’da birçok konu aynı anda işleniyor: Blip’ten (Thanos’un yok ettiği insan nüfusunun geri gelişi) sonra dünyaya kaos çökmüştür çünkü dönen insanların evlerinde artık yabancılar yaşamaktadır. 5 yılda inşa edilen her şeyin üstü çizilir, toprakların sınırları tekrar belirlenir, insanların bir denetim olmadan ülkeden ülkeye geçmesi sınırlandırılır ve birçok kişi kendisini mülteci konumunda bulur. Ortaya çıkan Flag-Smasher örgütünün tek amacı, Blip’ten önceki gibi tek bir dünya devleti ve tek bir halk yaratmaktır. Sam ve Bucky’nin Captain America’nın kalkanı ile ne yapacaklarına karar verememesi, ortaya yeni bir Captain America çıkması, insanüstü süper ırkın yeniden yaratılmaya çalışılması gibi olaylar zinciri, kimi politik mesajlarla izleyiciye sunulmakta.

İlk intiba?

Öncelikle şundan eminiz ki, Marvel, dizilerine tamamen farklı bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Karakterlerin kişisel hayatlarını, günlük sorunlarını daha taze bir bakışla görüyoruz; mesela bir süper kahraman, bankadan kredi çekemiyor. Bu unsurlar, gerçekçilik yakalama çabasının katmanlarını bir hayli artırıyor.

Spider-Man: Far From Home’un ardından Blip olayı ile ilgili ayrıntılara daha detaylı vakıf oluyoruz The Falcon and the Winter Soldier’da. Dünya popülasyonun yarısının bir anda dönmesinin hem bir mucize, hem de birçok krize zemin hazırlayan bir durum olduğunu anlıyoruz. Beraberinde gelen ulusal ve uluslararası sorunlar, devlet müdahaleleri, krizler derken; işler dallanıp budaklanıyor.

Sam ve Bucky’nin arkadaşlıklarının gelişmesi, Sam’in kalkanı alana kadar içinden geçtiği kendini ikna etme süreci, Isaiah Bradley gibi yan karakterle olan diyaloglar epey dokunaklı olsa da; verilmek istenen kimi değerli mesajların, oldukça yüzeysel ve klişe şekilde aktarıldığını söylemek mümkün. Aynı cümleleri defalarca söyleterek değil de anlatıya yedirerek hissettirmek daha makul olabilirdi.

Aksiyon sahnelerinin WandaVision’a göre çok daha fazla olduğunu ama buna rağmen içsel dönüşümlerin es geçilmediğini söylemeliyiz.

Kimler sever? 

Marvel çizgi romanlarını okumuş, filmlerini izlemiş veya aşina olmuş kişilerin mutlaka ilgisini çekecektir. Marvel Sinematik Evreni ile hiç ilişkisi olmayanlar, büyük olasılıkla buradaki olay örgüsünü de anlamayacağı için sıkılabilirler.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler

Dizinin Avengers: Endgame filminden sonraki zamanı ele aldığını bilmelisiniz, burası anahtar nokta. İzlemediyseniz, önce onu görmeniz şiddetle tavsiyedir.

Karakterlere dair… 

The Falcon and the Winter Soldier’ın yıldız ismi kesinlikle Baron Zemo oldu. Gerek dans sahnesiyle, gerek kendine has mizah duygusu ve soğukkanlılığı ile Thanos’dan sonra işlenmiş en iyi antagonisti gördük diyebiliriz. Agatha Harkness da iyiydi elbet ama Zemo’nun ayrı bir havası var şimdi.

Marvel evreninde ilk kez gördüğümüz Karli ve John Walker gibi karakterlerin öyküleri detaylı şekilde ele alınmış. Her ne kadar Karli, serinin sonunda çok da kötü niyetli biri değilmiş gibi gösterilmek istense de nihayetinde birçok kişinin ölümünden sorumlu ve bu gerçek, ona sempati beslememizi zorlaştırıyor. John Walker ise karakter dönüşümü en iyi anlatılanlardan biri olmuş, kimse onu yeni Captain America olarak kabullenmese de sonunda kendi kimliğini bulduğunu görmek güzel.

Sam’in ailesini ve aile değerlerini kaybetmemek için verdiği başka bir savaş da bize tüm süper kahramanların doğuştan zengin olmadığını, herkes gibi gündelik sorunları olabileceğine dair bir anlatı sundu. Sam ayrıca hem Flag Smashers ile savaşıyor, hem de kalkanı hak etmeye ve yeni Captain America olmaya mental ve fiziksel olarak hazırlanıyor. 

Bucky’nin psikolog sahneleri oldukça keyifliydi ancak Winter Soldier kimliğinden kurtulmaya çalışıp daha kontrollü, daha merhametli biri olmayı denemesi son mertebede biraz havada kaldı. Oğlunu öldürdüğü yaşlı adamdan özür dilemesinden sonrası daha farklı bir şekilde bağlanabilirdi belki. Bucky üzerinde daha çok durulmasını isterdim şahsen.

Sharon Carter ise plot twist’iyle bizi gafil avlayan karakterlerden biriydi, oldukça şaşırttı. Marvel evrenine yeni bir soluk katacağı için, şahsen bayağı heyecanlandım.

Soru işaretleri… 

Valentina Allegra de Fontaine ile ilgili soru işaretleri, “Thunderbolts oluşturmak için mi kolları sıvadı?” ve “John Walker ile ikisini beraber görmeye devam edecek miyiz?” ekseninde. The Falcon and the Winter Soldier‘ın devam edip etmeyeceğine henüz dair resmî bir açıklama yapılmadı. İkinci sezon gelmezse bu karakterlerin öyküsünü devam ettirecek için yeni bir proje görür müyüz, yoksa gelecek olan Marvel filmlerine mi dağılırlar, bu da merak konusu.

Hakkında konuşturuyor mu?

Evet. WandaVision’ın çoğu Marvel hayranı için daha tatmin edici bir deneyim olduğunu kabul etmeli; yine de The Falcon and the Winter Soldier’ın da bu evrenin sınırlarını genişleten, yeni hikâyelere kapı aralayan yapısıyla, hakkında fazlasıyla konuşturduğunu söyleyebiliriz.