Çeyrek asrın ardından, The Kingdom resmen dönüyor

Filmleri kadar adının karıştığı skandallarla da sıkça sinema gündeminin başat konuları arasında yer edinen Lars von Trier’in, kariyerinin önemli işlerinden The Kingdom (Riget) dizisini hayata döndüreceğinden bir süredir haberdardık. 90’ların kült mertebesindeki televizyon yapımlarından olan serinin 3. -ve final- sezonunu, tıpkı Twin Peaks gibi uzuuun bir aradan sonra, 25 yıl sonra izleyebileceğiz.

Beş bölüm olarak planlanan sezonun adı Riget Exodus, von Trier bir kez daha senaryoyu Niels Vørsel ile kaleme almış. Zentropa şirketinin ilk 2 sezonu restore ettiği ve 3. sezonun da 2022’de yayımlanacağı, gelen diğer bilgiler arasındaydı. Son olarak kadroya konuk oyuncu olarak katılan bir ismin, Alexander Skarsgård‘ın rolünün detayları belli oldu. Kirsten Dunst ile Interview Magazine için bir sohbet gerçekleştiren oyuncu, babası Stellan Skarsgård’ın bir bölümde hayat verdiği karakterin, yine onun gibi avukat olan oğlunu canlandıracağını açıkladı.

Geri dönenler, taze yüzler

Kopenhag’ın önde gelen hastanelerinden Rigshospitalet’te, beyin ve sinir cerrahisi servisinde geçen anlatı, açıklanamayan olayların yaşandığı bir mekân üzerinden, iyilik ve kötülük mefhumları üzerine derinlemesine düşünüyor. Seri, televizyonda yayımlandıktan sonra beş saatlik bir film olarak da piyasaya sürülmüştü. Başlangıçta üç sezon olarak planlansa da kilit oyunculardan Ernst-Hugo Järegård ve Kirsten Rolffes’in vefatları nedeniyle tamamlanamamıştı.

Proje için orijinal kadronun kimi üyeleri dönüş yaptı. Aralarında hastanenin anestezi uzmanlarından Rigmor Mortensen olarak karşımıza çıkan, bu sefer hasta suretinde izleyeceğimiz Ghita Nørby; ilk sezonda şımarık bir tıp öğrencisini canlandıran Peter Mygind ve alaycı asistan doktor “The Hook” Krogsgaard olarak izlediğimiz Søren Pilmark da var.

Sezona taze bir soluk katması amacıyla karakter galerisine kimi eklemeler de yapılmış elbette. Yeni katılan yüzlerden Nicolas Bro (The Killing’den anımsanabilir), Balder ismindeki bir hastane görevlisine, yönetmen ile daha önce Idioterne’de çalışan, Oscar ödüllü In a Better World’de izlediğimiz Bodil Jørgensen ise Karen isimli bir uyurgezere hayat verecek. Özellikle Karen karakterinin ön planda olacağı ve hastanenin çözülmemiş gizemlerine yanıt arayacağı söyleniyor.

Lars von Trier’in skandallarla örülü geçmişi

2011’de vizyona giren Melancholia filminin Cannes’da düzenlenen basın toplantısında Hitler’i anlayabildiğini, hatta bir miktar sempati duyduğunu dile getirmesinin ardından büyük tepki toplamıştı von Trier. Festivalin organizasyon komitesi, sözlerin “kabul edilemez, hoşgörüsüz, insanlık ideallerine aykırı” olduğunu vurgulamış; yönetmeni “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan etmişti. 

Yönetmen, #MeToo hareketi kapsamında 2017’de tekrar gündemde yer aldı; Björk, Dancer in the Dark çekimleri sırasında onun tacizine maruz kaldığını açıkladı.

Cannes’a dönüşü 2018’de, The House That Jack Built ile oldu. 70’lerde yaşayan bir seri katili takip eden yapımın prömiyerinde, 100’e yakın kişi midesi bulandığı gerekçesiyle salonu terk etti. İşkence ve aşağılama sahneleri etrafında dönen tartışmalar filizlendi, hayvan katli sahnesinin gerçek olduğu endişesiyle birleşip büyüdü. Hatta The House That Jack Built’i #MeToo’ya bir tepki olarak yorumlayanlar oldu. Cannes’a yeniden çağrılması, birçok katılımcı tarafından protesto edildi.