Düşler, değişimler ve tiratlar: The Sandman üzerine

Neil Gaiman’ın sınır tanımaz kaleminden çıkan, uzun soluklu bir geçmişe sahip çizgi roman serisi The Sandman, yıllar yıllaaar süren bekleyişin ardından dizi uyarlamasıyla nihayet Netflix kataloğundaki yerini aldı. 

Fazlasıyla karakter odaklı, hem antolojik öyküler hem de karmaşık bir olay örgüsü barındıran yapımın akıllara zarar kadrosunda düşlerin lorduna hayat veren Tom Sturridge’in yanı sıra Boyd Holbrook, Patton Oswalt, Vivienne Acheampong, Gwendoline Christie, Charles Dance, Jenna Coleman, Joely Richardson, David Thewlis, Stephen Fry, Kirby Howell-Baptiste, Asim Chaudhry, Sanjeev Bhaskar, Mason Alexander Park, Donna Preston ve John Cameron Mitchell gibi isimler de bulunmakta. Projenin hayata geçirilmesinde ise Gaiman’a yazar ve yapımcılar Allan Heinberg ile David S. Goyer katkıda bulunmuş.

UYARI: Bu yazı, The Sandman ilk sezonu henüz izlememişler için kimi sürprizleri bozabilir.

the sandman netflix
Zaman dilimi ve mekân 

1916’tan başlayıp onar yıllık aralarla günümüze kadar geldiğimiz, flashbacklerle geçmiş yüzyılları kapsamlı bir zaman çizgisinde keşfettiğimiz bu dünyada Londra, New York, Berlin gibi büyük şehirlerinin yanı sıra ABD’nin çeşitli kasabalarına da uğrayarak Morpheus’un himayesindeki rüya âlemine, hatta Cehennem’e de bir kafa uzattığınız, çok değişken yerler ve zamanlar söz konusu.

Konu nedir?

Dünyanın ve insanların hizmetindeki yedi sonsuz varlıktan biri olan; hayallerin, rüyaların ve uykunun efendisi Dream (Düş), Morpheus ya da Sandman; insanlığın fantezilerini ve en derin korkularını şekillendirdiği rüya âleminden beklenmedik şekilde koparılıp, bir asır boyunca ondan faydalanmak isteyenler tarafından dünyaya tutsak edilir. Yokluğuyla hem rüyadaki hem de uyanık dünyayı sonsuza dek değiştirecek bir dizi olayı tetikleyen Dream; gücünü geri kazanmak, engin varlığı sırasında yaptığı hataları düzeltmek, eski dostlarını ve düşmanlarını yeniden ziyaret etmek ve yol boyunca hem tanıdık hem de yeni varlıklarla yüz yüze gelmek için farklı dünyalar ile zaman çizgileri arasında yolculuk edecektir.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

*Sandman, orijini literatürde ve mitolojide birçok farklı kaynakları olan bir karakter. DC’nin Altın Çağı olarak da adlandırılan 1974-76 yılları arasında beliren noir kahraman Wesley Dodds, Yunan mitolojisindeki rüya tanrısı Morpheus ve bunun bir alternatifi niteliğindeki Oneiros, Afrikalı muadili Kai’ckul gibi…

*İlk sezon, çizgi roman serisinin ilk ve ikinci ciltleri Preludes & Nocturnes ile The Doll’s House’un olay örgülerini kapsıyor.

*Bu ikonik ve zamansız kaynak materyalin aslında baya karmaşık bir uyarlama mazisi var: 90’ların başından beri bir türlü yeşil ışık verilememiş film projesi, DC Comics’in haklarını elinde bulunduran Warner Bros. himayesinde, yıllar içinde birçok ismin elinden geçmiş. Başta Pulp Fiction (1994) yazarlarından Roger Avary, Pirates of the Caribbean yazarları Ted Elliot ve Terry Rossio; sonrasında eklemlenen senaristler Jack Thorne ve Eric Heisserer ve hatta 2013’te projeye hem oyuncu hem de yapımcı olarak katılıp 2016’da yaratıcı farklılıklar sebebiyle havlu atmış Joseph Gordon-Lewitt Kötü taslaklar, anlaşmazlıklar derken aradan geçen 33 yıl, projeye dâhil olan herkes için yıpratıcı bir süreç olmuş. 

Tabii ki de çeşitli telif meseleleri sebebiyle DC çizgi romanlarına ait ya da markanın televizyon uyarlamalarında yer almış kimi karakterlere ve mekânlara modifikasyonlar getirildiğini ya da bunların doğrudan olay örgüsüne dâhil edilmediğini eklemek gerek. Örneğin John Constantine karakterinin telif hakları geçmiş uyarlamalardan dolayı bir bakıma ablukada olabilir. Çizgi romanlara kıyasla rolü azaltılan, değiştirilen ya da hiç dâhil edilmeyen karakterlerin olması ise zaten kaçınılmaz.

*Dizi, kimi diyaloglarda çizgi roman serisinin sonraki kitaplarını okumuş olanları gülümsetecek referanslar da barındırıyor.

İlk intiba?

Söz konusu, Neil Gaiman külliyatının şüphesiz en değerli anlatısı ve uyarlamasına da farklı boyutta bir özen gösterildiği çok belli. The Sandman serisinin, Gaiman’ın bir yazar olarak belirlediği ideallerin ve temaların köklerini barındırması, daha önce çok kez kendi eserlerini uyarlamış yazarın belki de kariyerindeki en etkileyici adaptasyonu ortaya çıkarmasını beraberinde getirmiş belki de.

Tetikleyici olaylar az çok aynı olsa da birçok karakterin hikâyedeki ağırlığı, çizgi roman serisinden farklı. Bazen niye değiştirme zahmetinde bulunulduğuna anlam veremediğim kadar küçük değişiklikler, belli durumlarda da baya hatırı sayılır farklılıklar var. 

Bazı iblisler dışında üst düzey CGI gerektiren birçok karakter; Mike Dringenberg, Malcolm Jones III ve daha nice emektar çizerin işlerine sadık biçimde ele alınmış: Habil ve Kabil’in evcil çörteni Gregory, Irving ya da diğer adıyla Goldie, hele Lord Azazel…

Çizgi romanlarda çok daha karanlık gelişen yerler, bazı karakterlerin orjinalinde çok, çok, çok daha trajik olan akıbetleri dikkate değer ölçüde değiştirilmiş. Karşımızdakinin genel izleyiciye hitap eden bir uyarlama olduğunu göz önünde bulundurmayı göz ardı etmesem de öyküdeki bazı oynamalardan biraz hayal kırıklığı yaşadığımı söylemem gerekir. Tabii bu değişikliklerin dizinin akıllara durgunluk veren beşinci bölümü “24/7”de telafi edilmeye çalışıldığını belirterek.

İzlerken biraz banal bulduğum birçok detayla, diziye değiştirilerek uyarlanmış olan şeyler arasında bir tutarlılık da var açıkçası. Johanna Constantine ve Sandman arasındaki yersiz bulduğum romantik tansiyon, Rosemary ve John Dee’nin ilişkisi, John Dee ve annesi…

Öte yandan, çizgi romana ait olan ve The Sandman’in -ve yazarının- mirasını doğrudan tanımlamış bazı önemli diyalog ya da tiratları görsel – işitsel deneyimlemek hiç beklemediğim kadar duygulandırdı. Rol dağılımının ve kadronun tamamının muhteşem olması da bunu etkilemiştir elbet… 

Sanırım bu kadar severek okuduğum bir şeyin uyarlamasını izlememişim daha önce. Bazen olumlu, bazen olumsuz etmenlerin gözümü açtığı şekilde; bu külliyata ve karaktere tam olarak ne kadar tutkun olduğumun pek de farkında değilmişim. Özetle, beklediğimden çok daha iyi bir diziyle karşılaştığımı söyleyebilirim.

En çok hangi sahneye yükseldin? 

John Dee ve Morpheus arasında geçen diyalog. Bölüm bittikten sonra binge’ime ara verip baya bir düşünmem gerekti. “24/7” bütünüyle; ahlak, dürtü, gerçeklik, perspektif ve izafiyet ile derinden ilgilenen bir bölüm. 

the sandman netflix
Karaktere dair neler söyleyebilirsin? 

Morpheus’un kitaptaki ve dizideki tasvirleri arasında, kendisi hakkında belki çok da mesele olmayacak, mazur da görülebilecek bir fark hissettim: Karakterin çok “insani” yorumlanması.

Birtakım oyuncuların kurgusal karakterleri canlandırdığı sinematik bir adaptasyonda, bunun kaçınılmaz olduğu da söylenebilir elbet. Ama söz konusu Sandman olunca…

Sandman’i Sandman yapan yegâne şeylerden biri de soğukluğu. İnsan ırkını ciğerine kadar bilip, her hareketini öngörebilip buna rağmen onlardan bir o kadar da kopuk; onların motivasyonlarına, korkularına, tezatlıklarına bi türlü anlam veremeyen bir varlık. İnsanları kendilerini anlayabildiklerinden çok daha derin bir yerden azımsayan, buna rağmen onlara katiyen anlam veremeyen biri. İnsanlarla arasındaki ayrım bu yüzden o kadar derin ki tüm mutlaklığına rağmen onlara dair ne kadar sınırlı bir anlayışa sahip olduğunun farkına varması için dünyaya hapsolması gerekiyor. 

Bunları seven şunları da sever:

Good Omens, Jonathan Strange & Mr. Norrell, Dirk Gently’s Holistic Detective Agency, Penny Dreadful.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar … 

Orijinal seri, hem zamanına hem günümüz standartlarına göre hayli duyarlı bir kurguya sahip. Uyarlamanın daha da duyarlı kılınması uğraşı kendini sıklıkla belli ediyor açıkçası. 

Formu dolduran: Zeynep Naz Günsal