Cızırtıların senfonisi: The Taste of Things
Yazı: Meltem Demiraran
Trần Anh Hùng, La passion de Dodin Bouffant / The Taste of Things (2023) ile hayatın lezzetlerini paylaşan bir çiftin derin ve dokunaklı hikayesine doğrultuyor kamerasını. Başrollerini Juliette Binoche ve Benoît Magimel’in paylaştığı bu ziyafete şu anda MUBI sayesinde konuk olabiliyoruz.
*Bu yazı, henüz The Taste of Things filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân
1880 yılında, Fransa’da geniş mutfaklı bir şatodayız.
Konu nedir?
Hayata dair ortak tutkuları paylaşan bir çiftin günlük yaşantısına misafiriz.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Hùng zor ikna etmiş ex-âşıkları birlikte oynamaya.
Ayrıca kendilerinden bir haftalık bir mutfak eğitimi almalarını istemesine rağmen yalnızca yarım gün ayırabileceklerini söylemişler. Bu kısa süreye rağmen her ikisinin de mutfakta doğal bir yeteneği olduğunu söylüyor.
İlk intiba?
Film 40 dakikalık kesintisiz bir mutfak ritüeli ile açılıyor. “Kaburgayı fırına koy” dışında duyduğumuz tek bir cümle yok. Böyle deyince film pek de çekici gelmiyor kulağa farkındayım. Ancak Hùng’ün büyüsü işte bu çekici gelmeyen sekansı, kurduğu hipnotik mutfak koreografisi ile bir deneyime dönüştürebilmesi. Kamera mutfağın içinde süzülüp etlerin cızırtısından ve bıçakların sesinden oluşan bir senfoniyi kaydederken filmin kalanına dair iştahınız çoktan kabarmış oluyor.

En çok neyi sevdin?
Karakterleri.
Hep böylesi karakterleri seçtiğinden midir yoksa ben kendisine hayranım diye midir, bilmem ama Binoche’un oynadığı her karakter hep çok derinlikli gelmiştir bana. Eugénie de sıradan bir aşçıdan çok mutfak sanatının Cézanne’ı gibi gözümde. Tekniğe çok hâkim olmasına rağmen cilalanmış tabaklardan ziyade daha doğal, yemeğin güzelliğini ham ve sade bir biçimde ortaya koyan sunumlar tercih ediyor hep. Hem mutfakta hem hayatta partneri olan Dodin ise Gordon Ramsay’i bir fast food zincirine reçete yazacak kadar sakil gösterebilecek zerafet ve entelektüeliteye sahip bir gurme. Aralarındaki kimya mı böyle güzel yemekler yapmalarını sağlıyor yoksa yemeğe duydukları tutku mu aralarındaki kimyayı pekiştiriyor kestirmesi güç.
En az neyi sevdin?
Pauline’in Eugénie göçüp gittikten sonra şatoya dönüşünü. İkisinin dinamiği de bence oldukça yürek ısıtıcıydı, sanki Eugénie göçüp gitmeden biraz beraber vakti hak etmişlerdi.
Şok etkisi yaratan bir an?
Bir başka ritüel sahnesi olan Çulluk yeme sahnesi.

Modunu nasıl etkiledi?
Dinginleştirdi. Biraz da hayatın tadını çıkarmak gerektiğini hatırlattı diyelim.
Bunu seven şunları da sever
Duyguları yemeklerine yansıyan ve yemeğini yiyen herkesi etkileyen genç bir kadını konu alan bir Meksika filmi Like Water for Chocolate (1992), bir ramen dükkânı sahibinin mükemmel noodle’ı arayışını ele alan Japon komedisi Tampopo (1985) ve Julia Child’ın kariyerinin ilk yılları ve Child’ın kitabındaki tüm tarifleri pişirmeye çalışan genç bir New Yorklunun paralel anlatısı Julie & Julia (2009).