Müzikal bir kaçış: This Town

Yazı: Utkan Çınar

Steven Knight’ın yazdığı, Paul Whittington’ın yönettiği yeni BBC dizisi This Town, 80’ler İngiltere’sinin müzik sahnesinde tutunmaya çalışan üç gençten oluşan bir gruba odaklanıyor. Altı bölümlük dizinin müzikleri Dan Carey ve Kae Tempest imzalı; oyuncu kadrosunda Levi Brown, Jordan Bolger, Ben Rose ve Eve Austin yer almakta.

*Bu yazı This Town dizisinin ilk üç bölümü izlendikten sonra yazılmıştır. Henüz diziyi izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân

1981 İngiltere’si. Coventry ve Birmingham’da dolanıyoruz. Thatcher başa geçeli çok olmamış; IRA eylemleri ve açlık grevlerinin en sıcak anları. İngiltere’nin puslu taşra şehirlerinde, tüm gerginliklerin içinde müzikle yolunu bulmaya çalışan üç gencin hikâyesini izliyoruz. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Dizinin haberleri yapılırken yaratıcısı ve yazarı Steven Knight için sıkça verilen referans Peaky Blinders oldu hâliyle. Bunun dışında da Knight’ın son 10 yılda yazarlık rezümesi hiç fena değil. Tom Hardy’li Locke, Cronenberg’in Eastern Promises’i, Pablo Larraín’in Spencer’ı gibi gayet kaliteli, kalburüstü üstü yapımların da yazarlığını yapmış bir isim. This Town onun için biraz tutku projesi gibi hissediliyor. 

İlk intiba?

Açıkçası yeterince araştırma yapmadan daldığım için diziye Ben IRA üzerinde In the Name of the Father tadında bir iş bekliyordum. Ama neredeyse baya baya bir müzikalle, bir gençlik dizisiyle karşılaştım.

En çok neyi sevdin?

Bir kere müzik seçimlerinin işi bilenler tarafından yapıldığı belli. Cohen’den Gary Numan’a, Prince Buster’dan The Clash’e hiç boş yok. Çok da popüler olmayan işleri de özellikle seçilmiş. Dizinin orijinal müzikleri ise Nick Mulvey, Fontaines D.C., black midi, Willy Mason gibi isimlerle prodüktör olarak çok güzel işlere imza atmış Dan Carey ile Kae Tempest’a ait. 

Dante karakterine hayat veren Levi Brown, ilk başrolünde olmasına rağmen harika iş çıkarıyor. Donald Glover – Muhammed Ali kırması tipi; hafif otizm sınırında tavırları çok kıvamında. Okuduğu şiirler ise hip hop/ spoken word karışımı albümleriyle Mercury adaylıkları bulunan Kae Tempest’tan. Zaten genel anlamda dizinin edebiyatı üst düzey. 

Bardon rolündeki Ben Rose’unda oyunculuk kariyerinin başında ondan aşağı kalır yanı yok. Ayrıca onun da Miles Kane’in gitaristliğini yaptığını ekleyelim. Bu iki isim diziyi taşıyorlar.  Son olarak dönemin gardırobu da gayet iyi yansıtılmış diyebilirim. 

En az neyi sevdin?

Kavga sahneleri şaşırtıcı derecede iyi bir koreografi ile çekilmiş ancak bir çizgi roman uyarlaması kadar gerçekçi olabilmesini sevmedim. Evet dizinin yükseltilmiş realizm gibi bir derdi olmadığı belli olsa da arka planında bir iç savaş olan dizide şiddetin bu kadar estetize edilmesi iyi bir fikir gibi gelmedi. Yalan söylemeyeyim, dizideki gibi fazla teatral oyunculuğu seven bir gelenekten gelmiyorum. Yer yer âdeta sahnede bir müzikal izliyormuşsunuz havası veriyor. Ama fondaki puslu, sisli, yağmurlu İngiltere dokusu ile yarattığı tezatın işlediğini de kabul etmek lazım.

En çok hangi sahneye yükseldin?

Öncelikle Michelle Dockery’nin harika, acapella “Somewhere over the Rainbow” performansına alkış tutalım. Pek etkileyici. Onun dışında Dante’nin plak dükkânında sevdiği kıza attığı Leonard Cohen soslu tripler de oldukça eğlenceliydi. 

Modunu nasıl etkiledi?

Aslen genelde nihilist damarım tutar; bu tarz, müzikal ile bağdaştırılmış coming-of-age / gençlik işlerine ilgi duymakta zorlanırım. Ama This Town, özündeki naiflik ve müzikle harbici alâkadarlığı ile mutlu etti. Yeni müzikler öğrenmek de her zaman zevkli. Az bildiğim reggae ve ska örnekleri cepte kazanç. 

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin? 

Dante ve Bardon konusunda bir sıkıntı yok. Ama Jeanne öyle bir erkek arkadaşa sahip olacak biri olmasa gerek diye düşündüm. İyi casting, zayıf karakter yaratımı var orada. Kadın karakterler biraz klişeye düşebiliyor yer yer. Gece kulübü sahibi, mafyatik Robbie Carmen’i canlandıran David Dawson da Paul Weller-vari cool yapısı ile dizideki orta yaşlı karakterler arasında en ilginci. Gerisi genel olarak gençlerimize figürasyon olmaktan öteye pek gitmiyorlar.  

Kimler sever?

Dönemin müziklerine ilgisi olan herkes keyif alacaktır. Kendini çok da ciddiye almayan yapısı da son yıllarda rastlamakta zorlandığımız bir özellik. Bu da bir keyif yaratıyor. 

Bunu seven şunları da sever 

This is England’ın akla gelmemesi mümkün değil tabi. Billy Elliott belki. Brassed Off?

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar … 

Müziğin “escapist”, gerçek hayatın dertlerinden kaçmaya yarayan bir şey olduğu vurgulanmasa da bu sıkıntılı alt metin ister istemez hissediliyor. Thatcherizmin gölgesine girmekte olan İngiltere’de, Troubles’ın en sıcak dönemlerini arka planda gençlerin eğlenmesine engel olan sıradan sorunlar gibi gösterme tehlikesi var. Gerisi nasıl gelir bilmiyorum ama bu apolitize damar beni biraz rahatsız etti açıkçası.